۞ وَقَالَ الَّذِيْنَ لَا يَرْجُوْنَ لِقَاۤءَنَا لَوْلَآ اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰۤىِٕكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّنَا ۗ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوْا فِيْٓ اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُوًّا كَبِيْرًا ٢١
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi(ler)
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- lā yarjūna
- لَا يَرْجُونَ
- ummayan(lar)
- liqāanā
- لِقَآءَنَا
- bizimle karşılaşmayı
- lawlā
- لَوْلَآ
- değil mi?
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilmeli
- ʿalaynā
- عَلَيْنَا
- bize
- l-malāikatu
- ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ
- melekler
- aw
- أَوْ
- yahut
- narā
- نَرَىٰ
- görmeliydik
- rabbanā
- رَبَّنَاۗ
- Rabbimizi
- laqadi
- لَقَدِ
- andolsun ki
- is'takbarū
- ٱسْتَكْبَرُوا۟
- onlar büyüklük tasladılar
- fī
- فِىٓ
- içlerinde
- anfusihim
- أَنفُسِهِمْ
- kendi
- waʿataw
- وَعَتَوْ
- ve haddi aştılar
- ʿutuwwan
- عُتُوًّا
- bir azgınlıkla
- kabīran
- كَبِيرًا
- büyük
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: "Bize ya melekler indirilmeli, ya da Rabbimiz'i görmeliyiz" derler. And olsun ki kendi kendilerine büyüklenmişler, azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. ([25] Furkan: 21)Tefsir
يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰۤىِٕكَةَ لَا بُشْرٰى يَوْمَىِٕذٍ لِّلْمُجْرِمِيْنَ وَيَقُوْلُوْنَ حِجْرًا مَّحْجُوْرًا ٢٢
- yawma
- يَوْمَ
- gün
- yarawna
- يَرَوْنَ
- gördükleri
- l-malāikata
- ٱلْمَلَٰٓئِكَةَ
- melekleri
- lā
- لَا
- yoktur
- bush'rā
- بُشْرَىٰ
- müjde
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- işte o gün
- lil'muj'rimīna
- لِّلْمُجْرِمِينَ
- suçlulara
- wayaqūlūna
- وَيَقُولُونَ
- ve onlar derler
- ḥij'ran
- حِجْرًا
- yasaktır
- maḥjūran
- مَّحْجُورًا
- yasaklanmıştır
Melekleri gördükleri gün, işte o gün, suçlulara iyi haber yoktur. Melekler: "İyi haber size yasaktır, yasak!" derler. ([25] Furkan: 22)Tefsir
وَقَدِمْنَآ اِلٰى مَا عَمِلُوْا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنٰهُ هَبَاۤءً مَّنْثُوْرًا ٢٣
- waqadim'nā
- وَقَدِمْنَآ
- önüne geçiririz
- ilā mā
- إِلَىٰ مَا
- şeyi
- ʿamilū
- عَمِلُوا۟
- yaptıkları
- min
- مِنْ
- her
- ʿamalin
- عَمَلٍ
- işin
- fajaʿalnāhu
- فَجَعَلْنَٰهُ
- ve onu getiririrz
- habāan
- هَبَآءً
- toz zerreleri haline
- manthūran
- مَّنثُورًا
- saçılmış
Yaptıkları her işi ele alır, onu toz duman ederiz. ([25] Furkan: 23)Tefsir
اَصْحٰبُ الْجَنَّةِ يَوْمَىِٕذٍ خَيْرٌ مُّسْتَقَرًّا وَّاَحْسَنُ مَقِيْلًا ٢٤
- aṣḥābu
- أَصْحَٰبُ
- halkının
- l-janati
- ٱلْجَنَّةِ
- cennet
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- o gün
- khayrun
- خَيْرٌ
- daha iyidir
- mus'taqarran
- مُّسْتَقَرًّا
- kalacakları yer
- wa-aḥsanu
- وَأَحْسَنُ
- ve daha güzeldir
- maqīlan
- مَقِيلًا
- dinlenecekleri yer
O gün, cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir. ([25] Furkan: 24)Tefsir
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَاۤءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلٰۤىِٕكَةُ تَنْزِيْلًا ٢٥
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve gün
- tashaqqaqu
- تَشَقَّقُ
- parçalandığı
- l-samāu
- ٱلسَّمَآءُ
- göğün
- bil-ghamāmi
- بِٱلْغَمَٰمِ
- bulutları
- wanuzzila
- وَنُزِّلَ
- ve indirildiği
- l-malāikatu
- ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ
- meleklerin
- tanzīlan
- تَنزِيلًا
- bir indirilişle
O gün, gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir. ([25] Furkan: 25)Tefsir
اَلْمُلْكُ يَوْمَىِٕذِ ِۨالْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۗ وَكَانَ يَوْمًا عَلَى الْكٰفِرِيْنَ عَسِيْرًا ٢٦
- al-mul'ku
- ٱلْمُلْكُ
- mülk
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- o gün
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّ
- gerçek
- lilrraḥmāni
- لِلرَّحْمَٰنِۚ
- Rahmanın'dır
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- yawman
- يَوْمًا
- bir gündür
- ʿalā
- عَلَى
- için
- l-kāfirīna
- ٱلْكَٰفِرِينَ
- kafirler
- ʿasīran
- عَسِيرًا
- çetin
O gün gerçek hükümdarlık Rahman'ındır. İnkarcılar için yaman bir gündür. ([25] Furkan: 26)Tefsir
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ يَقُوْلُ يٰلَيْتَنِى اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُوْلِ سَبِيْلًا ٢٧
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve o gün
- yaʿaḍḍu
- يَعَضُّ
- ısırır
- l-ẓālimu
- ٱلظَّالِمُ
- zalim
- ʿalā yadayhi
- عَلَىٰ يَدَيْهِ
- ellerini
- yaqūlu
- يَقُولُ
- der
- yālaytanī
- يَٰلَيْتَنِى
- ey! ne olurdu keşke
- ittakhadhtu
- ٱتَّخَذْتُ
- ben edineydim
- maʿa
- مَعَ
- beraber
- l-rasūli
- ٱلرَّسُولِ
- elçiyle
- sabīlan
- سَبِيلًا
- bir yol
O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: "Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor" der. ([25] Furkan: 27)Tefsir
يٰوَيْلَتٰى لَيْتَنِيْ لَمْ اَتَّخِذْ فُلَانًا خَلِيْلًا ٢٨
- yāwaylatā
- يَٰوَيْلَتَىٰ
- eyvah bana
- laytanī
- لَيْتَنِى
- ne olurdu
- lam attakhidh
- لَمْ أَتَّخِذْ
- ben tutmasaydım
- fulānan
- فُلَانًا
- falanı
- khalīlan
- خَلِيلًا
- dost
O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: "Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor" der. ([25] Furkan: 28)Tefsir
لَقَدْ اَضَلَّنِيْ عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَاۤءَنِيْۗ وَكَانَ الشَّيْطٰنُ لِلْاِنْسَانِ خَذُوْلًا ٢٩
- laqad
- لَّقَدْ
- gerçekten
- aḍallanī
- أَضَلَّنِى
- o beni saptırdı
- ʿani l-dhik'ri
- عَنِ ٱلذِّكْرِ
- Zikirden
- baʿda
- بَعْدَ
- sonra
- idh jāanī
- إِذْ جَآءَنِىۗ
- bana gelen
- wakāna
- وَكَانَ
- zaten
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُ
- şeytan
- lil'insāni
- لِلْإِنسَٰنِ
- insan için
- khadhūlan
- خَذُولًا
- yüzüstü bırakandır
O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: "Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor" der. ([25] Furkan: 29)Tefsir
وَقَالَ الرَّسُوْلُ يٰرَبِّ اِنَّ قَوْمِى اتَّخَذُوْا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُوْرًا ٣٠
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- l-rasūlu
- ٱلرَّسُولُ
- Elçi
- yārabbi
- يَٰرَبِّ
- ya Rabbi
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- qawmī
- قَوْمِى
- kavmim
- ittakhadhū
- ٱتَّخَذُوا۟
- bıraktılar
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- l-qur'āna
- ٱلْقُرْءَانَ
- Kur'an'ı
- mahjūran
- مَهْجُورًا
- terk edilmiş
Peygamber: "Ey Rabbim! Doğrusu milletim bu Kuran'ı terketmişti" der. ([25] Furkan: 30)Tefsir