لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَّلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَّلَا عَلَى الْمَرِيْضِ حَرَجٌ وَّلَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوْا مِنْۢ بُيُوْتِكُمْ اَوْ بُيُوْتِ اٰبَاۤىِٕكُمْ اَوْ بُيُوْتِ اُمَّهٰتِكُمْ اَوْ بُيُوْتِ اِخْوَانِكُمْ اَوْ بُيُوْتِ اَخَوٰتِكُمْ اَوْ بُيُوْتِ اَعْمَامِكُمْ اَوْ بُيُوْتِ عَمّٰتِكُمْ اَوْ بُيُوْتِ اَخْوَالِكُمْ اَوْ بُيُوْتِ خٰلٰتِكُمْ اَوْ مَا مَلَكْتُمْ مَّفَاتِحَهٗٓ اَوْ صَدِيْقِكُمْۗ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَأْكُلُوْا جَمِيْعًا اَوْ اَشْتَاتًاۗ فَاِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوْتًا فَسَلِّمُوْا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبٰرَكَةً طَيِّبَةً ۗ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيٰتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُوْنَ ࣖ ٦١
- laysa
- لَّيْسَ
- yoktur
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-aʿmā
- ٱلْأَعْمَىٰ
- kör
- ḥarajun
- حَرَجٌ
- bir güçlük
- walā
- وَلَا
- ve yoktur
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-aʿraji
- ٱلْأَعْرَجِ
- topal
- ḥarajun
- حَرَجٌ
- bir güçlük
- walā
- وَلَا
- ve yoktur
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-marīḍi
- ٱلْمَرِيضِ
- hasta
- ḥarajun
- حَرَجٌ
- güçlük
- walā
- وَلَا
- ve (bir güçlük) yoktur
- ʿalā
- عَلَىٰٓ
- üzerinize
- anfusikum
- أَنفُسِكُمْ
- sizin
- an takulū
- أَن تَأْكُلُوا۟
- yemenizde
- min buyūtikum
- مِنۢ بُيُوتِكُمْ
- kendi evlerinizden
- aw
- أَوْ
- yahut
- buyūti
- بُيُوتِ
- evlerinden
- ābāikum
- ءَابَآئِكُمْ
- babalarınızın
- aw
- أَوْ
- yahut
- buyūti
- بُيُوتِ
- evlerinden
- ummahātikum
- أُمَّهَٰتِكُمْ
- annelerinizin
- aw
- أَوْ
- yahut
- buyūti
- بُيُوتِ
- evlerinden
- ikh'wānikum
- إِخْوَٰنِكُمْ
- kardeşlerinizin
- aw
- أَوْ
- yahut
- buyūti
- بُيُوتِ
- evlerinden
- akhawātikum
- أَخَوَٰتِكُمْ
- kızkardeşlerinizin
- aw
- أَوْ
- yahut
- buyūti
- بُيُوتِ
- evlerinden
- aʿmāmikum
- أَعْمَٰمِكُمْ
- amcalarınızın
- aw
- أَوْ
- yahut
- buyūti
- بُيُوتِ
- evlerinden
- ʿammātikum
- عَمَّٰتِكُمْ
- halalarınızın
- aw
- أَوْ
- yahut
- buyūti
- بُيُوتِ
- evlerinden
- akhwālikum
- أَخْوَٰلِكُمْ
- dayılarınızın
- aw
- أَوْ
- yahut
- buyūti
- بُيُوتِ
- evlerinden
- khālātikum
- خَٰلَٰتِكُمْ
- teyzelerinizin
- aw
- أَوْ
- yahut
- mā malaktum
- مَا مَلَكْتُم
- sahip olduğunuzun
- mafātiḥahu
- مَّفَاتِحَهُۥٓ
- anahtarlarına
- aw
- أَوْ
- yahut
- ṣadīqikum
- صَدِيقِكُمْۚ
- arkadaşınızın
- laysa
- لَيْسَ
- yoktur
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- üzerinize
- junāḥun
- جُنَاحٌ
- bir günah
- an takulū
- أَن تَأْكُلُوا۟
- yemenizde
- jamīʿan
- جَمِيعًا
- toplu olarak
- aw
- أَوْ
- yahut
- ashtātan
- أَشْتَاتًاۚ
- ayrı ayrı
- fa-idhā
- فَإِذَا
- zaman
- dakhaltum
- دَخَلْتُم
- girdiğiniz
- buyūtan
- بُيُوتًا
- evlere
- fasallimū
- فَسَلِّمُوا۟
- selam verin;
- ʿalā anfusikum
- عَلَىٰٓ أَنفُسِكُمْ
- kendinize
- taḥiyyatan
- تَحِيَّةً
- (bir yaşam) dileğiyle
- min ʿindi
- مِّنْ عِندِ
- tarafından
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- mubārakatan
- مُبَٰرَكَةً
- bereketli
- ṭayyibatan
- طَيِّبَةًۚ
- güzel
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- işte böyle
- yubayyinu
- يُبَيِّنُ
- açıklıyor
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lakumu
- لَكُمُ
- size
- l-āyāti
- ٱلْءَايَٰتِ
- ayetleri
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki
- taʿqilūna
- تَعْقِلُونَ
- aklınızı kullanırsınız
Kör için bir sorumluluk yoktur. Topal için bir sorumluluk yoktur. Hastaya da bir sorumluluk yoktur. Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarları elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir sorumluluk yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, kendinize ehlinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin. Allah size ayetleri, düşünesiniz diye böylece açıklar. ([24] Nur: 61)Tefsir
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُوْنَ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا بِاللّٰهِ وَرَسُوْلِهٖ وَاِذَا كَانُوْا مَعَهٗ عَلٰٓى اَمْرٍ جَامِعٍ لَّمْ يَذْهَبُوْا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوْهُۗ اِنَّ الَّذِيْنَ يَسْتَأْذِنُوْنَكَ اُولٰۤىِٕكَ الَّذِيْنَ يُؤْمِنُوْنَ بِاللّٰهِ وَرَسُوْلِهٖۚ فَاِذَا اسْتَأْذَنُوْكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِّمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَ ۗاِنَّ اللّٰهَ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ٦٢
- innamā
- إِنَّمَا
- şüphesiz
- l-mu'minūna
- ٱلْمُؤْمِنُونَ
- mü'minler
- alladhīna āmanū
- ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟
- inanırlar
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- warasūlihi
- وَرَسُولِهِۦ
- ve Elçisine
- wa-idhā
- وَإِذَا
- ve ne zaman ki
- kānū
- كَانُوا۟
- olurlar
- maʿahu
- مَعَهُۥ
- onunla beraber
- ʿalā
- عَلَىٰٓ
- için
- amrin
- أَمْرٍ
- bir iş
- jāmiʿin
- جَامِعٍ
- toplumsal
- lam yadhhabū
- لَّمْ يَذْهَبُوا۟
- gitmezler
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- yastadhinūhu
- يَسْتَـْٔذِنُوهُۚ
- ondan izin alıncaya
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna yastadhinūnaka
- ٱلَّذِينَ يَسْتَـْٔذِنُونَكَ
- senden izin alanlar
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlardır
- alladhīna yu'minūna
- ٱلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ
- inananlar
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- warasūlihi
- وَرَسُولِهِۦۚ
- ve Elçisine
- fa-idhā
- فَإِذَا
- zaman
- is'tadhanūka
- ٱسْتَـْٔذَنُوكَ
- senden izin istedikleri
- libaʿḍi
- لِبَعْضِ
- bazı
- shanihim
- شَأْنِهِمْ
- işleri için
- fadhan
- فَأْذَن
- izin ver
- liman
- لِّمَن
- kimseye
- shi'ta
- شِئْتَ
- dilediğin
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- wa-is'taghfir
- وَٱسْتَغْفِرْ
- ve mağfiret dile
- lahumu
- لَهُمُ
- onlar için
- l-laha
- ٱللَّهَۚ
- Allah'tan
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- çok bağışlayandır
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- çok esirgeyendir
Doğrusu Allah'a ve Peygamberine inanan Müminler, Peygamberle beraber bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin almaksızın gitmezler. Senden izin isteyenler, işte onlar, Allah'a ve Peygamberine inananlardır. Bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver, Allah'tan, onların bağışlanmalarını dile. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder. ([24] Nur: 62)Tefsir
لَا تَجْعَلُوْا دُعَاۤءَ الرَّسُوْلِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاۤءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًاۗ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذِيْنَ يَتَسَلَّلُوْنَ مِنْكُمْ لِوَاذًاۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذِيْنَ يُخَالِفُوْنَ عَنْ اَمْرِهٖٓ اَنْ تُصِيْبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُصِيْبَهُمْ عَذَابٌ اَلِيْمٌ ٦٣
- lā tajʿalū
- لَّا تَجْعَلُوا۟
- bir tutmayın
- duʿāa
- دُعَآءَ
- davetini
- l-rasūli
- ٱلرَّسُولِ
- Rasulün
- baynakum
- بَيْنَكُمْ
- aranızda
- kaduʿāi
- كَدُعَآءِ
- daveti gibi
- baʿḍikum
- بَعْضِكُم
- herhangi birinizin
- baʿḍan
- بَعْضًاۚ
- diğerini
- qad
- قَدْ
- andolsun
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- alladhīna yatasallalūna
- ٱلَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ
- sıvışıp gidenleri
- minkum
- مِنكُمْ
- içinizden
- liwādhan
- لِوَاذًاۚ
- birbirinin arkasına gizlenerek
- falyaḥdhari
- فَلْيَحْذَرِ
- o halde sakınsınlar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yukhālifūna
- يُخَالِفُونَ
- aykırı davranan(lar)
- ʿan amrihi
- عَنْ أَمْرِهِۦٓ
- onun emrine
- an tuṣībahum
- أَن تُصِيبَهُمْ
- kendilerine uğramasından
- fit'natun
- فِتْنَةٌ
- bir belanın
- aw
- أَوْ
- yahut
- yuṣībahum
- يُصِيبَهُمْ
- onlara çarpmasından
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azabın
- alīmun
- أَلِيمٌ
- acıklı
Peygamberin çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp gidenleri şüphesiz bilir. O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar. ([24] Nur: 63)Tefsir
اَلَآ اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِۗ قَدْ يَعْلَمُ مَآ اَنْتُمْ عَلَيْهِۗ وَيَوْمَ يُرْجَعُوْنَ اِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوْاۗ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيْمٌ ࣖ ٦٤
- alā
- أَلَآ
- iyi bilinki
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'ındır
- mā
- مَا
- olanlar
- fī l-samāwāti
- فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerde
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِۖ
- ve yerde
- qad
- قَدْ
- andolsun
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir
- mā
- مَآ
- ne iş
- antum
- أَنتُمْ
- sizin
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- üzerinde olduğunuzu
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve gün
- yur'jaʿūna
- يُرْجَعُونَ
- döndürül(üp götürül)dükleri
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- O'na
- fayunabbi-uhum
- فَيُنَبِّئُهُم
- onlara haber verir
- bimā
- بِمَا
- ne
- ʿamilū
- عَمِلُوا۟ۗ
- yaptıklarını
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- bikulli
- بِكُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- ʿalīmun
- عَلِيمٌۢ
- bilendir
Dikkat edin; göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu da, kendisine döndürüleceğiniz günü de gerçekten bilir. Onlara işlediklerini haber verir. Allah herşeyi bilir. ([24] Nur: 64)Tefsir