اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِيْنَ اِذَا دُعُوْٓا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُوْلِهٖ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَّقُوْلُوْا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۗ وَاُولٰۤىِٕكَ هُمُ الْمُفْلِحُوْنَ ٥١
- innamā
- إِنَّمَا
- ancak
- kāna qawla
- كَانَ قَوْلَ
- sözü
- l-mu'minīna
- ٱلْمُؤْمِنِينَ
- inananların
- idhā
- إِذَا
- zaman
- duʿū
- دُعُوٓا۟
- çağırıldıkları
- ilā l-lahi
- إِلَى ٱللَّهِ
- Allah'a
- warasūlihi
- وَرَسُولِهِۦ
- ve Rasulüne
- liyaḥkuma
- لِيَحْكُمَ
- hükmetmesi için
- baynahum
- بَيْنَهُمْ
- aralarında
- an yaqūlū
- أَن يَقُولُوا۟
- demeleridir
- samiʿ'nā
- سَمِعْنَا
- işittik
- wa-aṭaʿnā
- وَأَطَعْنَاۚ
- ve ita'at ettik
- wa-ulāika
- وَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- humu
- هُمُ
- onlardır
- l-muf'liḥūna
- ٱلْمُفْلِحُونَ
- kurtuluşa erenler
Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: "İşittik, itaat ettik" demek, ancak müminlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır. ([24] Nur: 51)Tefsir
وَمَنْ يُّطِعِ اللّٰهَ وَرَسُوْلَهٗ وَيَخْشَ اللّٰهَ وَيَتَّقْهِ فَاُولٰۤىِٕكَ هُمُ الْفَاۤىِٕزُوْنَ ٥٢
- waman
- وَمَن
- ve kim(ler)
- yuṭiʿi
- يُطِعِ
- ita'at ederse
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- warasūlahu
- وَرَسُولَهُۥ
- ve Resulüne
- wayakhsha
- وَيَخْشَ
- ve korkarsa
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'tan
- wayattaqhi
- وَيَتَّقْهِ
- ve sakınırsa
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- humu
- هُمُ
- onlardır
- l-fāizūna
- ٱلْفَآئِزُونَ
- kazananlar
Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır. ([24] Nur: 52)Tefsir
۞ وَاَقْسَمُوْا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَىِٕنْ اَمَرْتَهُمْ لَيَخْرُجُنَّۗ قُلْ لَّا تُقْسِمُوْاۚ طَاعَةٌ مَّعْرُوْفَةٌ ۗاِنَّ اللّٰهَ خَبِيْرٌۢ بِمَا تَعْمَلُوْنَ ٥٣
- wa-aqsamū
- وَأَقْسَمُوا۟
- ve yemin ettiler
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- jahda
- جَهْدَ
- var gücüyle
- aymānihim
- أَيْمَٰنِهِمْ
- yeminlerinin
- la-in
- لَئِنْ
- eğer
- amartahum
- أَمَرْتَهُمْ
- onlara emredersen
- layakhrujunna
- لَيَخْرُجُنَّۖ
- (savaşa) çıkacaklarına
- qul
- قُل
- de ki
- lā tuq'simū
- لَّا تُقْسِمُوا۟ۖ
- yemin etmeyin
- ṭāʿatun
- طَاعَةٌ
- itaatiniz
- maʿrūfatun
- مَّعْرُوفَةٌۚ
- malumdur
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- khabīrun
- خَبِيرٌۢ
- haberdardır
- bimā
- بِمَا
- şeylerden
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yaptıklarınız
Eğer kendilerine emredersen, o iki yüzlüler, savaşa çıkacaklarına bütün güçleriyle yemin ederler. De ki: "Yemin etmeyin; itaatiniz malumdur. Allah yaptıklarınızdan şüphesiz haberdardır." ([24] Nur: 53)Tefsir
قُلْ اَطِيْعُوا اللّٰهَ وَاَطِيْعُوا الرَّسُوْلَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَّا حُمِّلْتُمْۗ وَاِنْ تُطِيْعُوْهُ تَهْتَدُوْاۗ وَمَا عَلَى الرَّسُوْلِ اِلَّا الْبَلٰغُ الْمُبِيْنُ ٥٤
- qul
- قُلْ
- de ki
- aṭīʿū
- أَطِيعُوا۟
- ita'at edin
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- wa-aṭīʿū
- وَأَطِيعُوا۟
- ve ita'at edin
- l-rasūla
- ٱلرَّسُولَۖ
- Rasule
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- tawallaw
- تَوَلَّوْا۟
- dönerseniz
- fa-innamā
- فَإِنَّمَا
- artık ancak
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- onun sorumluluğu
- mā
- مَا
- şeydir
- ḥummila
- حُمِّلَ
- kendisine yükletilen
- waʿalaykum
- وَعَلَيْكُم
- ve sizin sorumluluğunuz
- mā
- مَّا
- şeydir
- ḥummil'tum
- حُمِّلْتُمْۖ
- size yükletilen
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- tuṭīʿūhu
- تُطِيعُوهُ
- ona ita'at ederseniz
- tahtadū
- تَهْتَدُوا۟ۚ
- doğru yolu bulursunuz
- wamā
- وَمَا
- ve değildir
- ʿalā
- عَلَى
- düşen
- l-rasūli
- ٱلرَّسُولِ
- Rasule
- illā
- إِلَّا
- başka bir şey
- l-balāghu
- ٱلْبَلَٰغُ
- duyurmaktan
- l-mubīnu
- ٱلْمُبِينُ
- açık bir şekilde
De ki: "Allah'a itaat edin; Peygambere itaat edin." Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki o Peygamber, kendisine yükletilenden ve siz de kendinize yükletilenden sorumlusunuz. Eğer O'na itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz, Peygambere düşen sadece, apaçık tebliğdir. ([24] Nur: 54)Tefsir
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِى الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِيْنَ مِنْ قَبْلِهِمْۖ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِيْنَهُمُ الَّذِى ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِّنْۢ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًاۗ يَعْبُدُوْنَنِيْ لَا يُشْرِكُوْنَ بِيْ شَيْـًٔاۗ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُولٰۤىِٕكَ هُمُ الْفٰسِقُوْنَ ٥٥
- waʿada
- وَعَدَ
- va'detmiştir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselere
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lara)
- minkum
- مِنكُمْ
- sizden
- waʿamilū
- وَعَمِلُوا۟
- ve yapanlara
- l-ṣāliḥāti
- ٱلصَّٰلِحَٰتِ
- iyi işler
- layastakhlifannahum
- لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ
- onları hükümran kılacaktır
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- kamā
- كَمَا
- gibi
- is'takhlafa
- ٱسْتَخْلَفَ
- hükümran kıldığı
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- min qablihim
- مِن قَبْلِهِمْ
- onlardan önceki
- walayumakkinanna
- وَلَيُمَكِّنَنَّ
- ve sağlamlaştıracaktır
- lahum
- لَهُمْ
- kendilerine
- dīnahumu
- دِينَهُمُ
- dinlerini
- alladhī ir'taḍā
- ٱلَّذِى ٱرْتَضَىٰ
- razı olduğu
- lahum
- لَهُمْ
- kendileri için
- walayubaddilannahum
- وَلَيُبَدِّلَنَّهُم
- ve onları erdirecektir
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- ardından
- khawfihim
- خَوْفِهِمْ
- korkularının
- amnan
- أَمْنًاۚ
- (tam) bir güvene
- yaʿbudūnanī
- يَعْبُدُونَنِى
- bana kulluk edecekler
- lā yush'rikūna
- لَا يُشْرِكُونَ
- ortak koşmayacaklar
- bī
- بِى
- bana
- shayan
- شَيْـًٔاۚ
- hiçbir şeyi
- waman
- وَمَن
- ama kim(ler)
- kafara
- كَفَرَ
- inkar ederse
- baʿda
- بَعْدَ
- sonra
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bundan
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- humu
- هُمُ
- onlar
- l-fāsiqūna
- ٱلْفَٰسِقُونَ
- yoldan çıkanlardır
Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır. ([24] Nur: 55)Tefsir
وَاَقِيْمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَطِيْعُوا الرَّسُوْلَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُوْنَ ٥٦
- wa-aqīmū
- وَأَقِيمُوا۟
- ve kılın
- l-ṣalata
- ٱلصَّلَوٰةَ
- namazı
- waātū
- وَءَاتُوا۟
- ve verin
- l-zakata
- ٱلزَّكَوٰةَ
- zekatı
- wa-aṭīʿū
- وَأَطِيعُوا۟
- ve ita'at edin
- l-rasūla
- ٱلرَّسُولَ
- Elçiye
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki
- tur'ḥamūna
- تُرْحَمُونَ
- merhamet olunursunuz
Namaz kılın, zekat verin, Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin. ([24] Nur: 56)Tefsir
لَا تَحْسَبَنَّ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا مُعْجِزِيْنَ فِى الْاَرْضِۚ وَمَأْوٰىهُمُ النَّارُۗ وَلَبِئْسَ الْمَصِيْرُ ࣖ ٥٧
- lā taḥsabanna
- لَا تَحْسَبَنَّ
- sanma
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(lerin)
- muʿ'jizīna
- مُعْجِزِينَ
- (Allah'ı) aciz bırakacaklarını
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِۚ
- yeryüzünde
- wamawāhumu
- وَمَأْوَىٰهُمُ
- ve onların varacağı yer
- l-nāru
- ٱلنَّارُۖ
- ateştir
- walabi'sa
- وَلَبِئْسَ
- ve ne kötü
- l-maṣīru
- ٱلْمَصِيرُ
- bir varış yeridir
İnkar edenlerin, Bizi yeryüzünde aciz bırakacaklarını sanmayasın. Varacakları yer ateştir. Ne kötü dönüştür! ([24] Nur: 57)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذِيْنَ مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ وَالَّذِيْنَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرّٰتٍۗ مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ وَحِيْنَ تَضَعُوْنَ ثِيَابَكُمْ مِّنَ الظَّهِيْرَةِ وَمِنْۢ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَاۤءِۗ ثَلٰثُ عَوْرٰتٍ لَّكُمْۗ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌۢ بَعْدَهُنَّۗ طَوَّافُوْنَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۗ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيٰتِۗ وَاللّٰهُ عَلِيْمٌ حَكِيْمٌ ٥٨
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lar)
- liyastadhinkumu
- لِيَسْتَـْٔذِنكُمُ
- izin istesinler
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- malakat
- مَلَكَتْ
- altında bulunan (köle ve hizmetçi)
- aymānukum
- أَيْمَٰنُكُمْ
- ellerinizin
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve olanlar
- lam yablughū
- لَمْ يَبْلُغُوا۟
- henüz ermemiş
- l-ḥuluma
- ٱلْحُلُمَ
- erginliğe
- minkum
- مِنكُمْ
- sizden
- thalātha
- ثَلَٰثَ
- üç
- marrātin
- مَرَّٰتٍۚ
- vakitte
- min qabli
- مِّن قَبْلِ
- önce
- ṣalati
- صَلَوٰةِ
- namazından
- l-fajri
- ٱلْفَجْرِ
- sabah
- waḥīna
- وَحِينَ
- ve zaman
- taḍaʿūna
- تَضَعُونَ
- çıkar(ıp yat)acağınız
- thiyābakum
- ثِيَابَكُم
- elbisenizi
- mina l-ẓahīrati
- مِّنَ ٱلظَّهِيرَةِ
- öğle vakti
- wamin
- وَمِنۢ
- ve
- baʿdi
- بَعْدِ
- sonra
- ṣalati
- صَلَوٰةِ
- namazından
- l-ʿishāi
- ٱلْعِشَآءِۚ
- yatsı
- thalāthu
- ثَلَٰثُ
- üç vakittir
- ʿawrātin
- عَوْرَٰتٍ
- mahrem olan
- lakum
- لَّكُمْۚ
- sizin için
- laysa
- لَيْسَ
- yoktur
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- walā
- وَلَا
- ve yoktur
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onlara
- junāḥun
- جُنَاحٌۢ
- bir günah
- baʿdahunna
- بَعْدَهُنَّۚ
- bunların dışında
- ṭawwāfūna
- طَوَّٰفُونَ
- girip çıkarsınız
- ʿalaykum
- عَلَيْكُم
- yanına
- baʿḍukum
- بَعْضُكُمْ
- biriniz
- ʿalā baʿḍin
- عَلَىٰ بَعْضٍۚ
- diğerinin
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- böyle
- yubayyinu
- يُبَيِّنُ
- açıklar
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lakumu
- لَكُمُ
- size
- l-āyāti
- ٱلْءَايَٰتِۗ
- ayetleri
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
- ḥakīmun
- حَكِيمٌ
- hüküm ve hikmet sahibidir
Ey inananlar! Ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar, sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler. Bunlar, sizin açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size ayetlerini böylece açıklar. Allah bilendir, Hakim'dir. ([24] Nur: 58)Tefsir
وَاِذَا بَلَغَ الْاَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوْا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذِيْنَ مِنْ قَبْلِهِمْۗ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيٰتِهٖۗ وَاللّٰهُ عَلِيْمٌ حَكِيْمٌ ٥٩
- wa-idhā
- وَإِذَا
- zaman
- balagha
- بَلَغَ
- erdikleri
- l-aṭfālu
- ٱلْأَطْفَٰلُ
- çocuklarınız
- minkumu
- مِنكُمُ
- sizin
- l-ḥuluma
- ٱلْحُلُمَ
- erginlik çağına
- falyastadhinū
- فَلْيَسْتَـْٔذِنُوا۟
- izin istesinler
- kamā
- كَمَا
- gibi
- is'tadhana
- ٱسْتَـْٔذَنَ
- izin istedikleri
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- min qablihim
- مِن قَبْلِهِمْۚ
- kendilerinden önceki
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- işte böyle
- yubayyinu
- يُبَيِّنُ
- açıklıyor
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lakum
- لَكُمْ
- size
- āyātihi
- ءَايَٰتِهِۦۗ
- ayetlerini
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
- ḥakīmun
- حَكِيمٌ
- hüküm ve hikmet sahibidir
Çocuklarınız erginlik çağına gelince, büyüklerinin izin istediği gibi, onlar da her defasında izin istesinler. Allah size ayetlerini böylece açıklar. Allah bilendir, Hakim'dir. ([24] Nur: 59)Tefsir
وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَاۤءِ الّٰتِيْ لَا يَرْجُوْنَ نِكَاحًا فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ اَنْ يَّضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجٰتٍۢ بِزِيْنَةٍۗ وَاَنْ يَّسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَّهُنَّۗ وَاللّٰهُ سَمِيْعٌ عَلِيْمٌ ٦٠
- wal-qawāʿidu
- وَٱلْقَوَٰعِدُ
- ve (ihtiyar) oturan
- mina l-nisāi
- مِنَ ٱلنِّسَآءِ
- kadınlardan
- allātī
- ٱلَّٰتِى
- ki
- lā yarjūna
- لَا يَرْجُونَ
- ümidi kalmamıştır
- nikāḥan
- نِكَاحًا
- evlenmeye
- falaysa
- فَلَيْسَ
- yoktur
- ʿalayhinna
- عَلَيْهِنَّ
- kendileri için
- junāḥun
- جُنَاحٌ
- bir günah
- an yaḍaʿna
- أَن يَضَعْنَ
- bırakmalarında
- thiyābahunna
- ثِيَابَهُنَّ
- dış örtülerini
- ghayra mutabarrijātin
- غَيْرَ مُتَبَرِّجَٰتٍۭ
- göstermeden
- bizīnatin
- بِزِينَةٍۖ
- süslerini
- wa-an
- وَأَن
- ama
- yastaʿfif'na
- يَسْتَعْفِفْنَ
- sakınmaları
- khayrun
- خَيْرٌ
- daha hayırlıdır
- lahunna
- لَّهُنَّۗ
- kendileri için
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- samīʿun
- سَمِيعٌ
- işitendir
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara, süslerini açığa vurmamak şartiyle, dış esvaplarını çıkarmaktan ötürü sorumluluk yoktur; ama sakınmaları kendileri için daha iyi olur. Allah işitir ve bilir. ([24] Nur: 60)Tefsir