وَقُلْ لِّلْمُؤْمِنٰتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوْجَهُنَّ وَلَا يُبْدِيْنَ زِيْنَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوْبِهِنَّۖ وَلَا يُبْدِيْنَ زِيْنَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُوْلَتِهِنَّ اَوْ اٰبَاۤىِٕهِنَّ اَوْ اٰبَاۤءِ بُعُوْلَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَاۤىِٕهِنَّ اَوْ اَبْنَاۤءِ بُعُوْلَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَنِيْٓ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَنِيْٓ اَخَوٰتِهِنَّ اَوْ نِسَاۤىِٕهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِعِيْنَ غَيْرِ اُولِى الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذِيْنَ لَمْ يَظْهَرُوْا عَلٰى عَوْرٰتِ النِّسَاۤءِ ۖوَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِيْنَ مِنْ زِيْنَتِهِنَّۗ وَتُوْبُوْٓا اِلَى اللّٰهِ جَمِيْعًا اَيُّهَ الْمُؤْمِنُوْنَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُوْنَ ٣١
- waqul
- وَقُل
- ve söyle
- lil'mu'mināti
- لِّلْمُؤْمِنَٰتِ
- inanan kadınlara
- yaghḍuḍ'na
- يَغْضُضْنَ
- sakınsınlar
- min abṣārihinna
- مِنْ أَبْصَٰرِهِنَّ
- bakışlarını
- wayaḥfaẓna
- وَيَحْفَظْنَ
- ve korusunlar
- furūjahunna
- فُرُوجَهُنَّ
- ırzlarını
- walā
- وَلَا
- ve
- yub'dīna
- يُبْدِينَ
- göstermesinler
- zīnatahunna
- زِينَتَهُنَّ
- süslerini
- illā
- إِلَّا
- ancak hariç
- mā ẓahara
- مَا ظَهَرَ
- görünenler
- min'hā
- مِنْهَاۖ
- ondan
- walyaḍrib'na
- وَلْيَضْرِبْنَ
- ve koysunlar
- bikhumurihinna
- بِخُمُرِهِنَّ
- başörtülerini
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üstüne
- juyūbihinna
- جُيُوبِهِنَّۖ
- (göğüs) yırtmaçlarının
- walā
- وَلَا
- ve
- yub'dīna
- يُبْدِينَ
- göstermesinler
- zīnatahunna
- زِينَتَهُنَّ
- süslerini
- illā
- إِلَّا
- dışındakilere
- libuʿūlatihinna
- لِبُعُولَتِهِنَّ
- kocaları
- aw
- أَوْ
- yahut
- ābāihinna
- ءَابَآئِهِنَّ
- babaları
- aw
- أَوْ
- yahut
- ābāi
- ءَابَآءِ
- babaları
- buʿūlatihinna
- بُعُولَتِهِنَّ
- kocalarının
- aw
- أَوْ
- yahut
- abnāihinna
- أَبْنَآئِهِنَّ
- oğulları
- aw
- أَوْ
- yahut
- abnāi
- أَبْنَآءِ
- oğulları
- buʿūlatihinna
- بُعُولَتِهِنَّ
- kocalarının
- aw
- أَوْ
- yahut
- ikh'wānihinna
- إِخْوَٰنِهِنَّ
- kardeşleri
- aw
- أَوْ
- yahut
- banī
- بَنِىٓ
- oğulları
- ikh'wānihinna
- إِخْوَٰنِهِنَّ
- kardeşlerinin
- aw
- أَوْ
- yahut
- banī
- بَنِىٓ
- oğulları
- akhawātihinna
- أَخَوَٰتِهِنَّ
- kızkardeşlerinin
- aw
- أَوْ
- yahut
- nisāihinna
- نِسَآئِهِنَّ
- kadınları
- aw
- أَوْ
- yahut
- mā malakat
- مَا مَلَكَتْ
- sahip oldukları (köleleri)
- aymānuhunna
- أَيْمَٰنُهُنَّ
- ellerinin
- awi
- أَوِ
- yahut
- l-tābiʿīna
- ٱلتَّٰبِعِينَ
- tabi'leri (hizmetlileri)
- ghayri
- غَيْرِ
- bulunmayan
- ulī l-ir'bati
- أُو۟لِى ٱلْإِرْبَةِ
- kadına ihtiyacı
- mina l-rijāli
- مِنَ ٱلرِّجَالِ
- erkeklerden
- awi
- أَوِ
- yahut
- l-ṭif'li
- ٱلطِّفْلِ
- çocuklara
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- onlar ki
- lam yaẓharū
- لَمْ يَظْهَرُوا۟
- henüz anlamazlar
- ʿalā ʿawrāti
- عَلَىٰ عَوْرَٰتِ
- mahrem yerlerini;
- l-nisāi
- ٱلنِّسَآءِۖ
- kadınların
- walā
- وَلَا
- ve
- yaḍrib'na
- يَضْرِبْنَ
- vurmasınlar
- bi-arjulihinna
- بِأَرْجُلِهِنَّ
- ayaklarını
- liyuʿ'lama
- لِيُعْلَمَ
- bilinmesi için
- mā
- مَا
- şeylerin
- yukh'fīna
- يُخْفِينَ
- gizledikleri
- min zīnatihinna
- مِن زِينَتِهِنَّۚ
- süslerinden
- watūbū
- وَتُوبُوٓا۟
- ve tevbe edin
- ilā l-lahi
- إِلَى ٱللَّهِ
- Allah'a
- jamīʿan
- جَمِيعًا
- topluca
- ayyuha
- أَيُّهَ
- ey
- l-mu'minūna
- ٱلْمُؤْمِنُونَ
- mü'minler
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki
- tuf'liḥūna
- تُفْلِحُونَ
- felaha erersiniz
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler, ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün. ([24] Nur: 31)Tefsir
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصّٰلِحِيْنَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَاۤىِٕكُمْۗ اِنْ يَّكُوْنُوْا فُقَرَاۤءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖۗ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلِيْمٌ ٣٢
- wa-ankiḥū
- وَأَنكِحُوا۟
- ve evlendirin
- l-ayāmā
- ٱلْأَيَٰمَىٰ
- bekarları
- minkum
- مِنكُمْ
- içinizden
- wal-ṣāliḥīna
- وَٱلصَّٰلِحِينَ
- ve iyileri
- min ʿibādikum
- مِنْ عِبَادِكُمْ
- kölelerinizden
- wa-imāikum
- وَإِمَآئِكُمْۚ
- ve cariyeleriniz(den)
- in
- إِن
- eğer
- yakūnū
- يَكُونُوا۟
- iseler
- fuqarāa
- فُقَرَآءَ
- yoksul
- yugh'nihimu
- يُغْنِهِمُ
- onları zengin eder
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- min faḍlihi
- مِن فَضْلِهِۦۗ
- lutfundan
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allahın
- wāsiʿun
- وَٰسِعٌ
- (mülkü) geniştir
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- (her şeyi) bilendir
İçinizdeki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfü ile zenginleştirir. Allah lütfü bol olandır, bilendir. ([24] Nur: 32)Tefsir
وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِيْنَ لَا يَجِدُوْنَ نِكَاحًا حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ ۗوَالَّذِيْنَ يَبْتَغُوْنَ الْكِتٰبَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوْهُمْ اِنْ عَلِمْتُمْ فِيْهِمْ خَيْرًا وَّاٰتُوْهُمْ مِّنْ مَّالِ اللّٰهِ الَّذِيْٓ اٰتٰىكُمْ ۗوَلَا تُكْرِهُوْا فَتَيٰتِكُمْ عَلَى الْبِغَاۤءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِّتَبْتَغُوْا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ۗوَمَنْ يُّكْرِهْهُّنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْۢ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ٣٣
- walyastaʿfifi
- وَلْيَسْتَعْفِفِ
- ve iffetlerini korusunlar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- lā yajidūna
- لَا يَجِدُونَ
- bulamayan(lar)
- nikāḥan
- نِكَاحًا
- evlenme (imkanı)
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- yugh'niyahumu
- يُغْنِيَهُمُ
- kendilerini zengin edinceye
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- min faḍlihi
- مِن فَضْلِهِۦۗ
- lutfundan
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimselerle
- yabtaghūna
- يَبْتَغُونَ
- isteyen(lerle)
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- mükatebe (sözleşme) yapmak
- mimmā malakat
- مِمَّا مَلَكَتْ
- sahip olduklarından
- aymānukum
- أَيْمَٰنُكُمْ
- ellerinizin
- fakātibūhum
- فَكَاتِبُوهُمْ
- mükatebe yapın
- in
- إِنْ
- eğer
- ʿalim'tum
- عَلِمْتُمْ
- bilirseniz
- fīhim
- فِيهِمْ
- onlar hakında
- khayran
- خَيْرًاۖ
- hayırlı olduğunu
- waātūhum
- وَءَاتُوهُم
- ve onlara verin
- min māli
- مِّن مَّالِ
- malından
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- alladhī ātākum
- ٱلَّذِىٓ ءَاتَىٰكُمْۚ
- size verdiği
- walā
- وَلَا
- ve
- tuk'rihū
- تُكْرِهُوا۟
- zorlamayın
- fatayātikum
- فَتَيَٰتِكُمْ
- cariyelerinizi
- ʿalā l-bighāi
- عَلَى ٱلْبِغَآءِ
- fuhşa
- in
- إِنْ
- eğer
- aradna
- أَرَدْنَ
- istiyorlarsa
- taḥaṣṣunan
- تَحَصُّنًا
- namuslu kalmayı
- litabtaghū
- لِّتَبْتَغُوا۟
- elde etmek için
- ʿaraḍa
- عَرَضَ
- geçici menfaatini
- l-ḥayati
- ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatının
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَاۚ
- dünya
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yuk'rihhunna
- يُكْرِههُّنَّ
- onları zorlarsa
- fa-inna
- فَإِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonra
- ik'rāhihinna
- إِكْرَٰهِهِنَّ
- zorlanmalarından
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- bağışlayıcı
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- esirgeyicidir
Evlenemeyenler, Allah kendilerini lütfü ile zenginleştirene kadar iffetli davransınlar. Kölelerinizden hür olmak için bedel vermek isteyenlerin, onlarda bir iyilik görürseniz, bedel vermelerini kabul edin. Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin. Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilsin ki Allah hiç şüphesiz onu değil zorlanan kadınları bağışlar ve merhamet eder. ([24] Nur: 33)Tefsir
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَآ اِلَيْكُمْ اٰيٰتٍ مُّبَيِّنٰتٍ وَّمَثَلًا مِّنَ الَّذِيْنَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِيْنَ ࣖ ٣٤
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun ki
- anzalnā
- أَنزَلْنَآ
- indirdik
- ilaykum
- إِلَيْكُمْ
- size
- āyātin
- ءَايَٰتٍ
- ayetler
- mubayyinātin
- مُّبَيِّنَٰتٍ
- açıklayıcı
- wamathalan
- وَمَثَلًا
- ve bir temsil
- mina alladhīna
- مِّنَ ٱلَّذِينَ
- kimselerden
- khalaw
- خَلَوْا۟
- gelip geçen
- min qablikum
- مِن قَبْلِكُمْ
- sizden önce
- wamawʿiẓatan
- وَمَوْعِظَةً
- ve bir öğüt
- lil'muttaqīna
- لِّلْمُتَّقِينَ
- muttakiler için
And olsun ki, size apaçık ayetler, sizden önce geçenlerden misal ve sakınanlara öğüt indirdik. ([24] Nur: 34)Tefsir
۞ اَللّٰهُ نُوْرُ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِۗ مَثَلُ نُوْرِهٖ كَمِشْكٰوةٍ فِيْهَا مِصْبَاحٌۗ اَلْمِصْبَاحُ فِيْ زُجَاجَةٍۗ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُّوْقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُّبٰرَكَةٍ زَيْتُوْنَةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَّلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَّكَادُ زَيْتُهَا يُضِيْۤءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۗ نُوْرٌ عَلٰى نُوْرٍۗ يَهْدِى اللّٰهُ لِنُوْرِهٖ مَنْ يَّشَاۤءُۗ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۗ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيْمٌ ۙ ٣٥
- al-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- nūru
- نُورُ
- nurudur
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerin
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِۚ
- ve yerin
- mathalu
- مَثَلُ
- benzer
- nūrihi
- نُورِهِۦ
- O'nun nuru
- kamish'katin
- كَمِشْكَوٰةٍ
- bir kandile
- fīhā
- فِيهَا
- içinde bulunan
- miṣ'bāḥun
- مِصْبَاحٌۖ
- lamba
- l-miṣ'bāḥu
- ٱلْمِصْبَاحُ
- lamba
- fī
- فِى
- içerisindedir
- zujājatin
- زُجَاجَةٍۖ
- cam
- l-zujājatu
- ٱلزُّجَاجَةُ
- cam
- ka-annahā
- كَأَنَّهَا
- sanki (gibidir)
- kawkabun
- كَوْكَبٌ
- bir yıldız
- durriyyun
- دُرِّىٌّ
- inciden
- yūqadu
- يُوقَدُ
- yakılır
- min shajaratin
- مِن شَجَرَةٍ
- bir ağacı(nın yağı)ndan
- mubārakatin
- مُّبَٰرَكَةٍ
- mübarek
- zaytūnatin
- زَيْتُونَةٍ
- zeytin
- lā
- لَّا
- ne
- sharqiyyatin
- شَرْقِيَّةٍ
- doğudan
- walā
- وَلَا
- ve ne de
- gharbiyyatin
- غَرْبِيَّةٍ
- batıdan
- yakādu
- يَكَادُ
- öyle ki neredeyse
- zaytuhā
- زَيْتُهَا
- onun yağı
- yuḍīu
- يُضِىٓءُ
- ışık verir
- walaw
- وَلَوْ
- ve eğer
- lam tamsashu
- لَمْ تَمْسَسْهُ
- değmese (bile)
- nārun
- نَارٌۚ
- ateş
- nūrun
- نُّورٌ
- nur
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üstüne
- nūrin
- نُورٍۗ
- nur
- yahdī
- يَهْدِى
- hidayet eder
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- linūrihi
- لِنُورِهِۦ
- nuruna
- man
- مَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُۚ
- dilediği
- wayaḍribu
- وَيَضْرِبُ
- misaller verir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-amthāla
- ٱلْأَمْثَٰلَ
- benzetmelerle
- lilnnāsi
- لِلنَّاسِۗ
- insanlara
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- bikulli
- بِكُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilir
Allah göklerin ve yerin Nur'udur. O'nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak! Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O, herşeyi bilir. ([24] Nur: 35)Tefsir
فِيْ بُيُوْتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيْهَا اسْمُهٗۙ يُسَبِّحُ لَهٗ فِيْهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ ۙ ٣٦
- fī buyūtin
- فِى بُيُوتٍ
- evlerdedir
- adhina
- أَذِنَ
- izin verdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- an tur'faʿa
- أَن تُرْفَعَ
- yükseltilmesine
- wayudh'kara
- وَيُذْكَرَ
- ve anılmasına
- fīhā
- فِيهَا
- içlerinde
- us'muhu
- ٱسْمُهُۥ
- adının
- yusabbiḥu
- يُسَبِّحُ
- tesbih ederler
- lahu
- لَهُۥ
- O'nu
- fīhā
- فِيهَا
- onların içinde
- bil-ghuduwi
- بِٱلْغُدُوِّ
- sabah
- wal-āṣāli
- وَٱلْءَاصَالِ
- ve akşam
Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O'nu tesbih ederler. ([24] Nur: 36)Tefsir
رِجَالٌ لَّا تُلْهِيْهِمْ تِجَارَةٌ وَّلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَاِيْتَاۤءِ الزَّكٰوةِ ۙيَخَافُوْنَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيْهِ الْقُلُوْبُ وَالْاَبْصَارُ ۙ ٣٧
- rijālun
- رِجَالٌ
- erkekler (ki)
- lā tul'hīhim
- لَّا تُلْهِيهِمْ
- kendilerini alıkoymaz
- tijāratun
- تِجَٰرَةٌ
- ticaret
- walā
- وَلَا
- ve ne de
- bayʿun
- بَيْعٌ
- alışveriş
- ʿan dhik'ri
- عَن ذِكْرِ
- anmaktan
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ı
- wa-iqāmi
- وَإِقَامِ
- ve kılmaktan
- l-ṣalati
- ٱلصَّلَوٰةِ
- namaz
- waītāi
- وَإِيتَآءِ
- ve vermekten
- l-zakati
- ٱلزَّكَوٰةِۙ
- zekat
- yakhāfūna
- يَخَافُونَ
- onlar korkarlar
- yawman
- يَوْمًا
- günden
- tataqallabu
- تَتَقَلَّبُ
- ters döneceği
- fīhi
- فِيهِ
- onda
- l-qulūbu
- ٱلْقُلُوبُ
- yüreklerin
- wal-abṣāru
- وَٱلْأَبْصَٰرُ
- ve gözlerin
Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar. Bunlar, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar. ([24] Nur: 37)Tefsir
لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوْا وَيَزِيْدَهُمْ مِّنْ فَضْلِهٖۗ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَّشَاۤءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ٣٨
- liyajziyahumu
- لِيَجْزِيَهُمُ
- karşılığını vermesi için
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- aḥsana
- أَحْسَنَ
- en güzel
- mā
- مَا
- şeylerin
- ʿamilū
- عَمِلُوا۟
- yaptıkları
- wayazīdahum
- وَيَزِيدَهُم
- ve daha fazlası için
- min faḍlihi
- مِّن فَضْلِهِۦۗ
- lutfundan
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- yarzuqu
- يَرْزُقُ
- rızıklandırır
- man
- مَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilediği
- bighayri ḥisābin
- بِغَيْرِ حِسَابٍ
- hesapsız olarak
Allah, onları işlediklerinin en güzeliyle mükafatlandırır ve lütfundan onlara fazlasıyla verir. Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır. ([24] Nur: 38)Tefsir
وَالَّذِيْنَ كَفَرُوْٓا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍۢ بِقِيْعَةٍ يَّحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَاۤءًۗ حَتّٰٓى اِذَا جَاۤءَهٗ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـًٔا وَّوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهٗ فَوَفّٰىهُ حِسَابَهٗ ۗ وَاللّٰهُ سَرِيْعُ الْحِسَابِ ۙ ٣٩
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- kafarū
- كَفَرُوٓا۟
- inkar eden(ler)
- aʿmāluhum
- أَعْمَٰلُهُمْ
- onların işleri
- kasarābin
- كَسَرَابٍۭ
- serap gibidir
- biqīʿatin
- بِقِيعَةٍ
- düz arazideki
- yaḥsabuhu
- يَحْسَبُهُ
- onu sanır
- l-ẓamānu
- ٱلظَّمْـَٔانُ
- susayan
- māan
- مَآءً
- su
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- fakat
- idhā
- إِذَا
- ne zaman ki
- jāahu
- جَآءَهُۥ
- yanına gelince
- lam yajid'hu
- لَمْ يَجِدْهُ
- bulamaz
- shayan
- شَيْـًٔا
- hiçbir şey
- wawajada
- وَوَجَدَ
- ve bulur
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'ı
- ʿindahu
- عِندَهُۥ
- yanında
- fawaffāhu
- فَوَفَّىٰهُ
- tam görür
- ḥisābahu
- حِسَابَهُۥۗ
- onun hesabını
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- sarīʿu
- سَرِيعُ
- çabuk görendir
- l-ḥisābi
- ٱلْحِسَابِ
- hesabı
İnkar edenlerin işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder, fakat oraya geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Orada Allah'ı bulur ve O da hesabını görür. Allah hesabı çabuk görendir. ([24] Nur: 39)Tefsir
اَوْ كَظُلُمٰتٍ فِيْ بَحْرٍ لُّجِّيٍّ يَّغْشٰىهُ مَوْجٌ مِّنْ فَوْقِهٖ مَوْجٌ مِّنْ فَوْقِهٖ سَحَابٌۗ ظُلُمٰتٌۢ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍۗ اِذَآ اَخْرَجَ يَدَهٗ لَمْ يَكَدْ يَرٰىهَاۗ وَمَنْ لَّمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهٗ نُوْرًا فَمَا لَهٗ مِنْ نُّوْرٍ ࣖ ٤٠
- aw
- أَوْ
- yahut
- kaẓulumātin
- كَظُلُمَٰتٍ
- karanlıklar gibidir
- fī
- فِى
- içindeki
- baḥrin
- بَحْرٍ
- bir deniz
- lujjiyyin
- لُّجِّىٍّ
- derin
- yaghshāhu
- يَغْشَىٰهُ
- ki üstünü örten
- mawjun
- مَوْجٌ
- bir dalga
- min fawqihi
- مِّن فَوْقِهِۦ
- onun üstünden
- mawjun
- مَوْجٌ
- bir dalga
- min fawqihi
- مِّن فَوْقِهِۦ
- onun üstünden
- saḥābun
- سَحَابٌۚ
- bir bulut
- ẓulumātun
- ظُلُمَٰتٌۢ
- karanlıklar
- baʿḍuhā
- بَعْضُهَا
- onun biri
- fawqa
- فَوْقَ
- üstüne
- baʿḍin
- بَعْضٍ
- diğerinin
- idhā
- إِذَآ
- ne zaman ki
- akhraja
- أَخْرَجَ
- çıkarsa
- yadahu
- يَدَهُۥ
- elini
- lam yakad
- لَمْ يَكَدْ
- neredeyse
- yarāhā
- يَرَىٰهَاۗ
- onu dahi göremez
- waman
- وَمَن
- bir kimseye
- lam yajʿali
- لَّمْ يَجْعَلِ
- vermemişse
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lahu
- لَهُۥ
- ona
- nūran
- نُورًا
- bir nur
- famā
- فَمَا
- artık olmaz
- lahu
- لَهُۥ
- onun
- min
- مِن
- hiçbir
- nūrin
- نُّورٍ
- nuru
Veya derin denizin karanlıklarına benzer. Onu üstüste dalgalar ve dalgaların üstünde de bulutlar örter; karanlıklar üstünde karanlıklar; insan elini uzattığı zaman, nerdeyse onu bile göremez. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz. ([24] Nur: 40)Tefsir