اِنَّ الَّذِيْنَ جَاۤءُوْ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِّنْكُمْۗ لَا تَحْسَبُوْهُ شَرًّا لَّكُمْۗ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْۗ لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ مَّا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ وَالَّذِيْ تَوَلّٰى كِبْرَهٗ مِنْهُمْ لَهٗ عَذَابٌ عَظِيْمٌ ١١
- inna
- إِنَّ
- kuşkusuz
- alladhīna jāū
- ٱلَّذِينَ جَآءُو
- getirenler
- bil-if'ki
- بِٱلْإِفْكِ
- iftirayı
- ʿuṣ'batun
- عُصْبَةٌ
- bir topluluktur
- minkum
- مِّنكُمْۚ
- içinizden
- lā taḥsabūhu
- لَا تَحْسَبُوهُ
- onu sanmayın
- sharran
- شَرًّا
- şer
- lakum
- لَّكُمۖ
- sizin için
- bal
- بَلْ
- bilakis
- huwa
- هُوَ
- o
- khayrun
- خَيْرٌ
- hayırdır
- lakum
- لَّكُمْۚ
- sizin için
- likulli
- لِكُلِّ
- her (karşılığını görecektir)
- im'ri-in
- ٱمْرِئٍ
- kişi
- min'hum
- مِّنْهُم
- onlardan
- mā
- مَّا
- ne
- ik'tasaba
- ٱكْتَسَبَ
- işledi (ise)
- mina l-ith'mi
- مِنَ ٱلْإِثْمِۚ
- günahının
- wa-alladhī
- وَٱلَّذِى
- kimseye
- tawallā
- تَوَلَّىٰ
- yüklenen
- kib'rahu
- كِبْرَهُۥ
- en büyüğünü
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- lahu
- لَهُۥ
- onun (yalanın)
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab (vardır)
- ʿaẓīmun
- عَظِيمٌ
- büyük
(Peygamber'in eşi hakkında) o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır; içlerinden elebaşılık yapana ise büyük azap vardır. ([24] Nur: 11)Tefsir
لَوْلَآ اِذْ سَمِعْتُمُوْهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُوْنَ وَالْمُؤْمِنٰتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْرًاۙ وَّقَالُوْا هٰذَآ اِفْكٌ مُّبِيْنٌ ١٢
- lawlā
- لَّوْلَآ
- gerekmez miydi?
- idh
- إِذْ
- zaman
- samiʿ'tumūhu
- سَمِعْتُمُوهُ
- onu işittiğiniz
- ẓanna
- ظَنَّ
- zanda bulunup
- l-mu'minūna
- ٱلْمُؤْمِنُونَ
- inanan erkeklerin
- wal-mu'minātu
- وَٱلْمُؤْمِنَٰتُ
- ve inanan kadınların
- bi-anfusihim
- بِأَنفُسِهِمْ
- kendiliklerinden
- khayran
- خَيْرًا
- güzel
- waqālū
- وَقَالُوا۟
- ve demeleri
- hādhā
- هَٰذَآ
- bu
- if'kun
- إِفْكٌ
- bir iftiradır
- mubīnun
- مُّبِينٌ
- apaçık
Onu işittiğiniz zaman, erkek kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: "Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi? ([24] Nur: 12)Tefsir
لَوْلَا جَاۤءُوْ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَاۤءَۚ فَاِذْ لَمْ يَأْتُوْا بِالشُّهَدَاۤءِ فَاُولٰۤىِٕكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكٰذِبُوْنَ ١٣
- lawlā
- لَّوْلَا
- gerekmez miydi?
- jāū
- جَآءُو
- getirmeleri
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- ona
- bi-arbaʿati
- بِأَرْبَعَةِ
- dört
- shuhadāa
- شُهَدَآءَۚ
- şahid
- fa-idh
- فَإِذْ
- madem ki
- lam yatū
- لَمْ يَأْتُوا۟
- getirmediler
- bil-shuhadāi
- بِٱلشُّهَدَآءِ
- şahidleri
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- o halde onlar
- ʿinda
- عِندَ
- yanında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- humu
- هُمُ
- onlar
- l-kādhibūna
- ٱلْكَٰذِبُونَ
- yalancılardır
Dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar, şahit getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır. ([24] Nur: 13)Tefsir
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهٗ فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ فِيْ مَآ اَفَضْتُمْ فِيْهِ عَذَابٌ عَظِيْمٌ ١٤
- walawlā
- وَلَوْلَا
- ve eğer olmasaydı
- faḍlu
- فَضْلُ
- lutfu
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- waraḥmatuhu
- وَرَحْمَتُهُۥ
- ve rahmeti
- fī l-dun'yā
- فِى ٱلدُّنْيَا
- dünyada
- wal-ākhirati
- وَٱلْءَاخِرَةِ
- ve ahirette
- lamassakum
- لَمَسَّكُمْ
- size mutlaka dokunurdu
- fī
- فِى
- hakkında
- mā
- مَآ
- şey (iftira)
- afaḍtum
- أَفَضْتُمْ
- daldığınız
- fīhi
- فِيهِ
- içine
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- ʿaẓīmun
- عَظِيمٌ
- büyük
Allah'ın dünya ve ahirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız. ([24] Nur: 14)Tefsir
اِذْ تَلَقَّوْنَهٗ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُوْلُوْنَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَّا لَيْسَ لَكُمْ بِهٖ عِلْمٌ وَّتَحْسَبُوْنَهٗ هَيِّنًاۙ وَّهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظِيْمٌ ۚ ١٥
- idh
- إِذْ
- çünkü
- talaqqawnahu
- تَلَقَّوْنَهُۥ
- siz onu alıveriyorsunuz
- bi-alsinatikum
- بِأَلْسِنَتِكُمْ
- dillerinizle
- wataqūlūna
- وَتَقُولُونَ
- ve söylüyorsunuz
- bi-afwāhikum
- بِأَفْوَاهِكُم
- ağızlarınızla
- mā
- مَّا
- bir şeyi
- laysa
- لَيْسَ
- hiç olmayan
- lakum
- لَكُم
- sizin
- bihi
- بِهِۦ
- hakkında
- ʿil'mun
- عِلْمٌ
- bilgi(niz)
- wataḥsabūnahu
- وَتَحْسَبُونَهُۥ
- ve onu sanıyorsunuz
- hayyinan
- هَيِّنًا
- önemsiz bir iş
- wahuwa
- وَهُوَ
- oysa o
- ʿinda
- عِندَ
- yanında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- ʿaẓīmun
- عَظِيمٌ
- büyüktür
Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktü. ([24] Nur: 15)Tefsir
وَلَوْلَآ اِذْ سَمِعْتُمُوْهُ قُلْتُمْ مَّا يَكُوْنُ لَنَآ اَنْ نَّتَكَلَّمَ بِهٰذَاۖ سُبْحٰنَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظِيْمٌ ١٦
- walawlā
- وَلَوْلَآ
- gerekmez miydi?
- idh
- إِذْ
- zaman
- samiʿ'tumūhu
- سَمِعْتُمُوهُ
- onu işittiğiniz
- qul'tum
- قُلْتُم
- demeniz
- mā yakūnu
- مَّا يَكُونُ
- yakışmaz
- lanā
- لَنَآ
- bize
- an natakallama
- أَن نَّتَكَلَّمَ
- konuşmamız
- bihādhā
- بِهَٰذَا
- bunu
- sub'ḥānaka
- سُبْحَٰنَكَ
- Seni tenzih ederiz
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- buh'tānun
- بُهْتَٰنٌ
- bir iftiradır
- ʿaẓīmun
- عَظِيمٌ
- büyük
O'nu işittiğinizde: "Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa, bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi? ([24] Nur: 16)Tefsir
يَعِظُكُمُ اللّٰهُ اَنْ تَعُوْدُوْا لِمِثْلِهٖٓ اَبَدًا اِنْ كُنْتُمْ مُّؤْمِنِيْنَ ۚ ١٧
- yaʿiẓukumu
- يَعِظُكُمُ
- size öğüt veriyor
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- an taʿūdū
- أَن تَعُودُوا۟
- dönmemeniz için
- limith'lihi
- لِمِثْلِهِۦٓ
- böyle bir şeye
- abadan
- أَبَدًا
- bir daha asla
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُم
- iseniz
- mu'minīna
- مُّؤْمِنِينَ
- inananlar
Eğer mümin kişilerdenseniz, Allah buna benzer bir şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder. ([24] Nur: 17)Tefsir
وَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيٰتِۗ وَاللّٰهُ عَلِيْمٌ حَكِيْمٌ ١٨
- wayubayyinu
- وَيُبَيِّنُ
- ve açıklıyor
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lakumu
- لَكُمُ
- size
- l-āyāti
- ٱلْءَايَٰتِۚ
- ayetleri(ni)
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
- ḥakīmun
- حَكِيمٌ
- hüküm ve hikmet sahibidir
Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir. ([24] Nur: 18)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ يُحِبُّوْنَ اَنْ تَشِيْعَ الْفَاحِشَةُ فِى الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا لَهُمْ عَذَابٌ اَلِيْمٌۙ فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۗ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُوْنَ ١٩
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselere
- yuḥibbūna
- يُحِبُّونَ
- isteyenlere
- an tashīʿa
- أَن تَشِيعَ
- yayılmasını
- l-fāḥishatu
- ٱلْفَٰحِشَةُ
- edepsizliğin
- fī
- فِى
- içinde
- alladhīna āmanū
- ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟
- inananlar
- lahum
- لَهُمْ
- vardır
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- alīmun
- أَلِيمٌ
- acıklı
- fī l-dun'yā
- فِى ٱلدُّنْيَا
- dünyada
- wal-ākhirati
- وَٱلْءَاخِرَةِۚ
- ve ahirette
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- ancak siz
- lā taʿlamūna
- لَا تَعْلَمُونَ
- bilmezsiniz
Müminler arasından hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. ([24] Nur: 19)Tefsir
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهٗ وَاَنَّ اللّٰهَ رَءُوْفٌ رَّحِيْمٌ ࣖ ٢٠
- walawlā
- وَلَوْلَا
- ve eğer olmasaydı
- faḍlu
- فَضْلُ
- lutfu
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- waraḥmatuhu
- وَرَحْمَتُهُۥ
- ve rahmeti
- wa-anna
- وَأَنَّ
- ve kuşkusuz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- raūfun
- رَءُوفٌ
- çok şefkatlidir
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- merhametlidir
Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, Allah şefkatli ve merhametli olmasaydı hemen cezanızı verirdi. ([24] Nur: 20)Tefsir