فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنٰهُمْ غُثَاۤءًۚ فَبُعْدًا لِّلْقَوْمِ الظّٰلِمِيْنَ ٤١
- fa-akhadhathumu
- فَأَخَذَتْهُمُ
- derken onları yakaladı
- l-ṣayḥatu
- ٱلصَّيْحَةُ
- o korkunç ses
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّ
- gerçekten
- fajaʿalnāhum
- فَجَعَلْنَٰهُمْ
- ve onları getirdik
- ghuthāan
- غُثَآءًۚ
- sel süprüntüsü haline
- fabuʿ'dan
- فَبُعْدًا
- uzak olsun
- lil'qawmi
- لِّلْقَوْمِ
- kavim
- l-ẓālimīna
- ٱلظَّٰلِمِينَ
- o zalim
Gerçekten, onları bir çığlık yakaladı ve onları süprüntü yığını haline getirdik. Haksızlık eden millet, rahmetden ırak olsun! ([23] Muminun: 41)Tefsir
ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْۢ بَعْدِهِمْ قُرُوْنًا اٰخَرِيْنَ ۗ ٤٢
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- anshanā
- أَنشَأْنَا
- yetiştirdik
- min baʿdihim
- مِنۢ بَعْدِهِمْ
- onların ardından
- qurūnan
- قُرُونًا
- nesiller
- ākharīna
- ءَاخَرِينَ
- başka
Ardlarından başka nesiller varettik. ([23] Muminun: 42)Tefsir
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُوْنَ ۗ ٤٣
- mā tasbiqu
- مَا تَسْبِقُ
- ileri geçemez
- min
- مِنْ
- hiçbir
- ummatin
- أُمَّةٍ
- ümmet
- ajalahā
- أَجَلَهَا
- süresinden
- wamā
- وَمَا
- ve
- yastakhirūna
- يَسْتَـْٔخِرُونَ
- geri kalamaz
Hiçbir ümmet, kendi süresini ne çabuklaştırabilir ve ne de geciktirebilir. ([23] Muminun: 43)Tefsir
ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۗ كُلَّمَا جَاۤءَ اُمَّةً رَّسُوْلُهَا كَذَّبُوْهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضًا وَّجَعَلْنٰهُمْ اَحَادِيْثَۚ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُوْنَ ٤٤
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- arsalnā
- أَرْسَلْنَا
- gönderdik
- rusulanā
- رُسُلَنَا
- elçilerimizi
- tatrā
- تَتْرَاۖ
- ardı ardına
- kulla mā
- كُلَّ مَا
- ne zaman
- jāa
- جَآءَ
- geldiyse
- ummatan
- أُمَّةً
- bir ümmete
- rasūluhā
- رَّسُولُهَا
- elçileri
- kadhabūhu
- كَذَّبُوهُۚ
- onlar onu yalanladılar
- fa-atbaʿnā
- فَأَتْبَعْنَا
- biz de onları devirdik
- baʿḍahum
- بَعْضَهُم
- birbiri ardınca
- baʿḍan
- بَعْضًا
- birbiri ardınca
- wajaʿalnāhum
- وَجَعَلْنَٰهُمْ
- ve hepsini yaptık
- aḥādītha
- أَحَادِيثَۚ
- birer ibret hikayesi
- fabuʿ'dan
- فَبُعْدًا
- uzak olsun
- liqawmin
- لِّقَوْمٍ
- toplum
- lā yu'minūna
- لَّا يُؤْمِنُونَ
- inanmayan
Sonra birbiri peşinden peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete peygamberi geldikçe onu yalancı saydılar. Onları birbiri peşinden yok edip hepsini birer efsane yaptık. İnanmayan millet, rahmetden ırak olsun! ([23] Muminun: 44)Tefsir
ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوْسٰى وَاَخَاهُ هٰرُوْنَ ەۙ بِاٰيٰتِنَا وَسُلْطٰنٍ مُّبِيْنٍۙ ٤٥
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- arsalnā
- أَرْسَلْنَا
- gönderdik
- mūsā
- مُوسَىٰ
- Musa'yı
- wa-akhāhu
- وَأَخَاهُ
- ve kardeşi
- hārūna
- هَٰرُونَ
- Harun'u
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَا
- ayetlerimizle
- wasul'ṭānin
- وَسُلْطَٰنٍ
- ve bir delille
- mubīnin
- مُّبِينٍ
- apaçık
Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve erkanına mucizelerimiz ve apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular. ([23] Muminun: 45)Tefsir
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۟ىِٕهٖ فَاسْتَكْبَرُوْا وَكَانُوْا قَوْمًا عَالِيْنَ ۚ ٤٦
- ilā fir'ʿawna
- إِلَىٰ فِرْعَوْنَ
- Fir'avn'e
- wamala-ihi
- وَمَلَإِي۟هِۦ
- ve ileri gelen adamlarına
- fa-is'takbarū
- فَٱسْتَكْبَرُوا۟
- onlar büyüklük tasladılar
- wakānū
- وَكَانُوا۟
- ve oldular
- qawman
- قَوْمًا
- bir topluluk
- ʿālīna
- عَالِينَ
- böbürlenen
Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve erkanına mucizelerimiz ve apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular. ([23] Muminun: 46)Tefsir
فَقَالُوْٓا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عٰبِدُوْنَ ۚ ٤٧
- faqālū
- فَقَالُوٓا۟
- dediler
- anu'minu
- أَنُؤْمِنُ
- inanacak mıyız?
- libasharayni
- لِبَشَرَيْنِ
- şu iki insana
- mith'linā
- مِثْلِنَا
- bizim gibi
- waqawmuhumā
- وَقَوْمُهُمَا
- iki adamın kavmi
- lanā
- لَنَا
- bize
- ʿābidūna
- عَٰبِدُونَ
- kölelik ederken
Bu yüzden: "Milletleri bize kul iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız?" deyip onları yalancı saydılar. Bu yüzden yok edildiler. ([23] Muminun: 47)Tefsir
فَكَذَّبُوْهُمَا فَكَانُوْا مِنَ الْمُهْلَكِيْنَ ٤٨
- fakadhabūhumā
- فَكَذَّبُوهُمَا
- onları yalanladılar
- fakānū
- فَكَانُوا۟
- ve oldular
- mina l-muh'lakīna
- مِنَ ٱلْمُهْلَكِينَ
- helak edilenlerden
Bu yüzden: "Milletleri bize kul iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız?" deyip onları yalancı saydılar. Bu yüzden yok edildiler. ([23] Muminun: 48)Tefsir
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوْسَى الْكِتٰبَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُوْنَ ٤٩
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- ātaynā
- ءَاتَيْنَا
- biz verdik
- mūsā
- مُوسَى
- Musa'ya
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- Kitabı (Tevrat'ı)
- laʿallahum
- لَعَلَّهُمْ
- belki onlar
- yahtadūna
- يَهْتَدُونَ
- doğru yolu bulurlar diye
And olsun ki Musa'ya, doğru yola girsinler diye Kitap verdik. ([23] Muminun: 49)Tefsir
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهٗٓ اٰيَةً وَّاٰوَيْنٰهُمَآ اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَّمَعِيْنٍ ࣖ ٥٠
- wajaʿalnā
- وَجَعَلْنَا
- ve kıldık
- ib'na
- ٱبْنَ
- oğlunu
- maryama
- مَرْيَمَ
- Meryem
- wa-ummahu
- وَأُمَّهُۥٓ
- ve annesini
- āyatan
- ءَايَةً
- bir mu'cize
- waāwaynāhumā
- وَءَاوَيْنَٰهُمَآ
- ve onları yerleştirdik
- ilā rabwatin
- إِلَىٰ رَبْوَةٍ
- bir tepeye
- dhāti qarārin
- ذَاتِ قَرَارٍ
- oturmaya uygun
- wamaʿīnin
- وَمَعِينٍ
- ve suyu bulunan
Meryem oğlunu da, annesini de mucize kıldık. Her ikisini de, pınarı bulunan, oturmaya elverişli yüksek bir yere yerleştirdik. ([23] Muminun: 50)Tefsir