111
اِنِّيْ جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوْٓاۙ اَنَّهُمْ هُمُ الْفَاۤىِٕزُوْنَ ١١١
- innī
- إِنِّى
- şüphesiz ben
- jazaytuhumu
- جَزَيْتُهُمُ
- onlara verdim
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- bugün
- bimā
- بِمَا
- karşılığını
- ṣabarū
- صَبَرُوٓا۟
- sabretmelerinin
- annahum
- أَنَّهُمْ
- işte onlardır
- humu
- هُمُ
- onlar
- l-fāizūna
- ٱلْفَآئِزُونَ
- kurtulup murada erenler
Allah: "Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: "Rabbimiz! inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin" diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanlardır" der. ([23] Muminun: 111)Tefsir
112
قٰلَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِى الْاَرْضِ عَدَدَ سِنِيْنَ ١١٢
- qāla
- قَٰلَ
- ve buyurdu
- kam
- كَمْ
- ne kadar?
- labith'tum
- لَبِثْتُمْ
- kaldınız
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- ʿadada
- عَدَدَ
- sayısınca
- sinīna
- سِنِينَ
- yıllar
Allah onlara yine: "Yeryüzünde kaç yıl kaldınız" der. ([23] Muminun: 112)Tefsir
113
قَالُوْا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ الْعَاۤدِّيْنَ ١١٣
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- labith'nā
- لَبِثْنَا
- kaldık
- yawman
- يَوْمًا
- bir gün
- aw
- أَوْ
- yahut
- baʿḍa
- بَعْضَ
- bir kısmı kadar
- yawmin
- يَوْمٍ
- günün
- fasali
- فَسْـَٔلِ
- sor
- l-ʿādīna
- ٱلْعَآدِّينَ
- sayanlara
"Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor" derler. ([23] Muminun: 113)Tefsir
114
قٰلَ اِنْ لَّبِثْتُمْ اِلَّا قَلِيْلًا لَّوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُوْنَ ١١٤
- qāla
- قَٰلَ
- buyurdu ki
- in labith'tum
- إِن لَّبِثْتُمْ
- kalmadınız
- illā
- إِلَّا
- başka
- qalīlan
- قَلِيلًاۖ
- az bir (zamandan)
- law
- لَّوْ
- keşke
- annakum
- أَنَّكُمْ
- siz
- kuntum
- كُنتُمْ
- bilseydiniz
- taʿlamūna
- تَعْلَمُونَ
- bizim-mi sandınız?
Allah' "Pek az kaldınız, keşke bilseydiniz! Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" der. ([23] Muminun: 114)Tefsir
115
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنٰكُمْ عَبَثًا وَّاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُوْنَ ١١٥
- afaḥasib'tum
- أَفَحَسِبْتُمْ
- bizim
- annamā khalaqnākum
- أَنَّمَا خَلَقْنَٰكُمْ
- sizi yarattığımızı
- ʿabathan
- عَبَثًا
- boş yere
- wa-annakum
- وَأَنَّكُمْ
- ve sizin
- ilaynā
- إِلَيْنَا
- bize
- lā
- لَا
- asla
- tur'jaʿūna
- تُرْجَعُونَ
- döndürülmeyeceğinizi
Allah' "Pek az kaldınız, keşke bilseydiniz! Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" der. ([23] Muminun: 115)Tefsir
116
فَتَعٰلَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيْمِ ١١٦
- fataʿālā
- فَتَعَٰلَى
- pek yücedir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-maliku
- ٱلْمَلِكُ
- mutlak hakim
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّۖ
- hak
- lā
- لَآ
- yoktur
- ilāha
- إِلَٰهَ
- tanrı
- illā
- إِلَّا
- başka
- huwa
- هُوَ
- O'ndan
- rabbu
- رَبُّ
- rabbidir
- l-ʿarshi
- ٱلْعَرْشِ
- Arş'ın
- l-karīmi
- ٱلْكَرِيمِ
- Kerim
Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, yüce arşın Rabbidir. ([23] Muminun: 116)Tefsir
117
وَمَنْ يَّدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ لَا بُرْهَانَ لَهٗ بِهٖۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهٗ عِنْدَ رَبِّهٖۗ اِنَّهٗ لَا يُفْلِحُ الْكٰفِرُوْنَ ١١٧
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yadʿu
- يَدْعُ
- taparsa
- maʿa
- مَعَ
- ile beraber
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- ilāhan
- إِلَٰهًا
- bir tanrıya
- ākhara
- ءَاخَرَ
- başka
- lā
- لَا
- bulunmayan
- bur'hāna
- بُرْهَٰنَ
- hiçbir delil
- lahu
- لَهُۥ
- hakkında
- bihi
- بِهِۦ
- onun
- fa-innamā
- فَإِنَّمَا
- şüphesiz
- ḥisābuhu
- حِسَابُهُۥ
- onun hesabı
- ʿinda
- عِندَ
- yanındadır
- rabbihi
- رَبِّهِۦٓۚ
- Rabbinin
- innahu
- إِنَّهُۥ
- çünkü (o)
- lā
- لَا
- asla
- yuf'liḥu
- يُفْلِحُ
- iflah olmazlar
- l-kāfirūna
- ٱلْكَٰفِرُونَ
- kafirler
Allah'la beraber, varlığına hiçbir delili olmadığı halde başka tanrıya tapanın hesabını Rabbi görecektir. İnkarcılar elbette kurtulamazlar. ([23] Muminun: 117)Tefsir
118
وَقُلْ رَّبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَاَنْتَ خَيْرُ الرّٰحِمِيْنَ ࣖ ١١٨
- waqul
- وَقُل
- ve de ki
- rabbi
- رَّبِّ
- Rabbim
- igh'fir
- ٱغْفِرْ
- bağışla
- wa-ir'ḥam
- وَٱرْحَمْ
- ve acı
- wa-anta
- وَأَنتَ
- ve sen
- khayru
- خَيْرُ
- en hayırlısısın
- l-rāḥimīna
- ٱلرَّٰحِمِينَ
- acıyanların
De ki: "Rabbim! Bağışla, merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın." ([23] Muminun: 118)Tefsir