فَاِذَا نُفِخَ فِى الصُّوْرِ فَلَآ اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَىِٕذٍ وَّلَا يَتَسَاۤءَلُوْنَ ١٠١
- fa-idhā
- فَإِذَا
- zaman
- nufikha
- نُفِخَ
- üflendiği
- fī l-ṣūri
- فِى ٱلصُّورِ
- Sur'a
- falā
- فَلَآ
- artık yoktur
- ansāba
- أَنسَابَ
- soylar
- baynahum
- بَيْنَهُمْ
- aralarında
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- o gün
- walā
- وَلَا
- ve
- yatasāalūna
- يَتَسَآءَلُونَ
- sormazlar
Sura üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de birşey soramazlar. ([23] Muminun: 101)Tefsir
فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِيْنُهٗ فَاُولٰۤىِٕكَ هُمُ الْمُفْلِحُوْنَ ١٠٢
- faman
- فَمَن
- kimlerin
- thaqulat
- ثَقُلَتْ
- ağır gelirse
- mawāzīnuhu
- مَوَٰزِينُهُۥ
- tartıları
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- humu
- هُمُ
- onlar
- l-muf'liḥūna
- ٱلْمُفْلِحُونَ
- kurtuluşa erenlerdir
Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır. ([23] Muminun: 102)Tefsir
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِيْنُهٗ فَاُولٰۤىِٕكَ الَّذِيْنَ خَسِرُوْٓا اَنْفُسَهُمْ فِيْ جَهَنَّمَ خٰلِدُوْنَ ۚ ١٠٣
- waman
- وَمَنْ
- ve kimlerin
- khaffat
- خَفَّتْ
- hafif gelirse
- mawāzīnuhu
- مَوَٰزِينُهُۥ
- tartıları
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerdir
- khasirū
- خَسِرُوٓا۟
- ziyana sokan(lar)
- anfusahum
- أَنفُسَهُمْ
- kendilerini
- fī jahannama
- فِى جَهَنَّمَ
- cehennemde
- khālidūna
- خَٰلِدُونَ
- sürekli kalanlardır
Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edendir, cehennemde temellidirler. ([23] Muminun: 103)Tefsir
تَلْفَحُ وُجُوْهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيْهَا كَالِحُوْنَ ١٠٤
- talfaḥu
- تَلْفَحُ
- yalar
- wujūhahumu
- وُجُوهَهُمُ
- yüzlerini
- l-nāru
- ٱلنَّارُ
- ateş
- wahum
- وَهُمْ
- ve onların
- fīhā
- فِيهَا
- (ateşin) içinde
- kāliḥūna
- كَٰلِحُونَ
- dişleri açıkta kalır
Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır. ([23] Muminun: 104)Tefsir
اَلَمْ تَكُنْ اٰيٰتِيْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُوْنَ ١٠٥
- alam takun
- أَلَمْ تَكُنْ
- değil mi?
- āyātī
- ءَايَٰتِى
- ayetlerim
- tut'lā
- تُتْلَىٰ
- okunurdu
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- fakuntum
- فَكُنتُم
- oysa siz
- bihā
- بِهَا
- onları
- tukadhibūna
- تُكَذِّبُونَ
- yalanlardınız
Allah: "Ayetlerim size okunurken onları yalanlıyordunuz değil mi?" der. ([23] Muminun: 105)Tefsir
قَالُوْا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَاۤلِّيْنَ ١٠٦
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- rabbanā
- رَبَّنَا
- Rabbimiz
- ghalabat
- غَلَبَتْ
- yendi
- ʿalaynā
- عَلَيْنَا
- bizi
- shiq'watunā
- شِقْوَتُنَا
- bahtsızlığımız
- wakunnā
- وَكُنَّا
- ve biz olduk
- qawman
- قَوْمًا
- bir topluluk
- ḍāllīna
- ضَآلِّينَ
- sapık
Şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız yenmişti; sapık bir millet olmuştuk." ([23] Muminun: 106)Tefsir
رَبَّنَآ اَخْرِجْنَا مِنْهَا فَاِنْ عُدْنَا فَاِنَّا ظٰلِمُوْنَ ١٠٧
- rabbanā
- رَبَّنَآ
- Rabbimiz
- akhrij'nā
- أَخْرِجْنَا
- bizi çıkar
- min'hā
- مِنْهَا
- bundan
- fa-in
- فَإِنْ
- eğer
- ʿud'nā
- عُدْنَا
- bir daha dönersek
- fa-innā
- فَإِنَّا
- artık biz gerçekten
- ẓālimūna
- ظَٰلِمُونَ
- zalimleriz
"Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, tekrar günaha dönersek, doğrusu zulmetmiş oluruz." ([23] Muminun: 107)Tefsir
قَالَ اخْسَـُٔوْا فِيْهَا وَلَا تُكَلِّمُوْنِ ١٠٨
- qāla
- قَالَ
- buyurdu ki
- ikh'saū
- ٱخْسَـُٔوا۟
- sinin
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- walā
- وَلَا
- ve
- tukallimūni
- تُكَلِّمُونِ
- bana bir şey söylemeyin
Allah: "Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: "Rabbimiz! inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin" diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanlardır" der. ([23] Muminun: 108)Tefsir
اِنَّهٗ كَانَ فَرِيْقٌ مِّنْ عِبَادِيْ يَقُوْلُوْنَ رَبَّنَآ اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرّٰحِمِيْنَ ۚ ١٠٩
- innahu
- إِنَّهُۥ
- gerçek şu ki
- kāna
- كَانَ
- idi
- farīqun
- فَرِيقٌ
- bir zümre
- min ʿibādī
- مِّنْ عِبَادِى
- kullarımdan
- yaqūlūna
- يَقُولُونَ
- diyorlar
- rabbanā
- رَبَّنَآ
- Rabbimiz
- āmannā
- ءَامَنَّا
- inandık
- fa-igh'fir
- فَٱغْفِرْ
- bağışla
- lanā
- لَنَا
- bizi
- wa-ir'ḥamnā
- وَٱرْحَمْنَا
- ve bize acı
- wa-anta
- وَأَنتَ
- ve sen
- khayru
- خَيْرُ
- en hayırlısısın
- l-rāḥimīna
- ٱلرَّٰحِمِينَ
- acıyanların
Allah: "Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: "Rabbimiz! inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin" diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanlardır" der. ([23] Muminun: 109)Tefsir
فَاتَّخَذْتُمُوْهُمْ سِخْرِيًّا حَتّٰٓى اَنْسَوْكُمْ ذِكْرِيْ وَكُنْتُمْ مِّنْهُمْ تَضْحَكُوْنَ ١١٠
- fa-ittakhadhtumūhum
- فَٱتَّخَذْتُمُوهُمْ
- siz onları aldınız
- sikh'riyyan
- سِخْرِيًّا
- alaya
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- nihayet
- ansawkum
- أَنسَوْكُمْ
- size unutturdular
- dhik'rī
- ذِكْرِى
- beni anmayı
- wakuntum
- وَكُنتُم
- ve siz
- min'hum
- مِّنْهُمْ
- onlara
- taḍḥakūna
- تَضْحَكُونَ
- daima gülüyordunuz
Allah: "Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: "Rabbimiz! inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin" diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanlardır" der. ([23] Muminun: 110)Tefsir