وَالَّذِيْنَ سَعَوْا فِيْٓ اٰيٰتِنَا مُعٰجِزِيْنَ اُولٰۤىِٕكَ اَصْحٰبُ الْجَحِيْمِ ٥١
- wa-alladhīna saʿaw
- وَٱلَّذِينَ سَعَوْا۟
- çalışanlara gelince
- fī āyātinā
- فِىٓ ءَايَٰتِنَا
- eyetlerimizi
- muʿājizīna
- مُعَٰجِزِينَ
- etkisiz bırakmak için
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- onlar
- aṣḥābu
- أَصْحَٰبُ
- ashabıdır
- l-jaḥīmi
- ٱلْجَحِيمِ
- cehennem
Ayetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar, işte onlar cehennemliklerdir. ([22] Hac: 51)Tefsir
وَمَآ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَّسُوْلٍ وَّلَا نَبِيٍّ اِلَّآ اِذَا تَمَنّٰىٓ اَلْقَى الشَّيْطٰنُ فِيْٓ اُمْنِيَّتِهٖۚ فَيَنْسَخُ اللّٰهُ مَا يُلْقِى الشَّيْطٰنُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللّٰهُ اٰيٰتِهٖۗ وَاللّٰهُ عَلِيْمٌ حَكِيْمٌ ۙ ٥٢
- wamā
- وَمَآ
- ve
- arsalnā
- أَرْسَلْنَا
- göndermemiştik
- min qablika
- مِن قَبْلِكَ
- senden önce
- min
- مِن
- hiçbir
- rasūlin
- رَّسُولٍ
- resul
- walā
- وَلَا
- ve ne de
- nabiyyin
- نَبِىٍّ
- nebi
- illā
- إِلَّآ
- olmayan
- idhā
- إِذَا
- zaman
- tamannā
- تَمَنَّىٰٓ
- temenni ettiği
- alqā
- أَلْقَى
- (bir düşünce) atmış
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُ
- şeytan
- fī um'niyyatihi
- فِىٓ أُمْنِيَّتِهِۦ
- onun temennisine
- fayansakhu
- فَيَنسَخُ
- fakat siler
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- mā
- مَا
- şeyi
- yul'qī
- يُلْقِى
- attığı
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُ
- şeytanın
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yuḥ'kimu
- يُحْكِمُ
- sağlamlaştırır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- āyātihi
- ءَايَٰتِهِۦۗ
- kendi ayetlerini
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- alim(bilen)dir
- ḥakīmun
- حَكِيمٌ
- hakimdir
Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. ([22] Hac: 52)Tefsir
لِّيَجْعَلَ مَا يُلْقِى الشَّيْطٰنُ فِتْنَةً لِّلَّذِيْنَ فِيْ قُلُوْبِهِمْ مَّرَضٌ وَّالْقَاسِيَةِ قُلُوْبُهُمْۗ وَاِنَّ الظّٰلِمِيْنَ لَفِيْ شِقَاقٍۢ بَعِيْدٍ ۙ ٥٣
- liyajʿala
- لِّيَجْعَلَ
- yapmak için
- mā
- مَا
- şeyi
- yul'qī
- يُلْقِى
- attığı
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُ
- şeytanın
- fit'natan
- فِتْنَةً
- bir imtihan
- lilladhīna
- لِّلَّذِينَ
- olanlara
- fī qulūbihim
- فِى قُلُوبِهِم
- kalblerinde
- maraḍun
- مَّرَضٌ
- bir hastalık
- wal-qāsiyati
- وَٱلْقَاسِيَةِ
- ve katılaşanlara
- qulūbuhum
- قُلُوبُهُمْۗ
- kalbleri
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve şüphesiz
- l-ẓālimīna
- ٱلظَّٰلِمِينَ
- zalimler
- lafī
- لَفِى
- içindedirler
- shiqāqin
- شِقَاقٍۭ
- bir ayrılık
- baʿīdin
- بَعِيدٍ
- uzak
/. Allah şeytanın karıştırdığını, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler. ([22] Hac: 53)Tefsir
وَّلِيَعْلَمَ الَّذِيْنَ اُوْتُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَّبِّكَ فَيُؤْمِنُوْا بِهٖ فَتُخْبِتَ لَهٗ قُلُوْبُهُمْۗ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهَادِ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْٓا اِلٰى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيْمٍ ٥٤
- waliyaʿlama
- وَلِيَعْلَمَ
- ve bilsinler diye
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kendilerine
- ūtū
- أُوتُوا۟
- verilenler
- l-ʿil'ma
- ٱلْعِلْمَ
- ilim
- annahu
- أَنَّهُ
- onun (Kur'an'ın)
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّ
- bir hak (gerçek) olduğunu
- min rabbika
- مِن رَّبِّكَ
- Rabbinden
- fayu'minū
- فَيُؤْمِنُوا۟
- ve inansınlar diye
- bihi
- بِهِۦ
- ona
- fatukh'bita
- فَتُخْبِتَ
- böylece saygı duysun
- lahu
- لَهُۥ
- ona
- qulūbuhum
- قُلُوبُهُمْۗ
- kalbleri
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lahādi
- لَهَادِ
- mutlaka iletir
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- āmanū
- ءَامَنُوٓا۟
- inanan(ları)
- ilā ṣirāṭin
- إِلَىٰ صِرَٰطٍ
- yola
- mus'taqīmin
- مُّسْتَقِيمٍ
- doğru
Bu, kendilerine ilim verilenlerin Kuran'ın, senin Rabbin'den bir gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları ve gönüllerini bağlamaları içindir. Allah inananları şüphesiz doğru yola eriştirir. ([22] Hac: 54)Tefsir
وَلَا يَزَالُ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا فِيْ مِرْيَةٍ مِّنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَقِيْمٍ ٥٥
- walā
- وَلَا
- ve
- yazālu
- يَزَالُ
- bitmez
- alladhīna kafarū
- ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟
- inkar edenlerin
- fī
- فِى
- içinde (olmaları)
- mir'yatin
- مِرْيَةٍ
- kuşku
- min'hu
- مِّنْهُ
- o(Kur'a)ndan
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- tatiyahumu
- تَأْتِيَهُمُ
- kendilerine gelinceye
- l-sāʿatu
- ٱلسَّاعَةُ
- o sa'at
- baghtatan
- بَغْتَةً
- ansızın
- aw
- أَوْ
- yahut
- yatiyahum
- يَأْتِيَهُمْ
- kendilerine gelinceye kadar
- ʿadhābu
- عَذَابُ
- azabı
- yawmin
- يَوْمٍ
- günün
- ʿaqīmin
- عَقِيمٍ
- kısır (hayırsız)
İnkar edenler, ceza saati kendilerine ansızın gelene veya gecesi olmayan günün azabı çatana kadar Kuran'dan şüphe etmekte devam ederler. ([22] Hac: 55)Tefsir
اَلْمُلْكُ يَوْمَىِٕذٍ لِّلّٰهِ ۗيَحْكُمُ بَيْنَهُمْۗ فَالَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ فِيْ جَنّٰتِ النَّعِيْمِ ٥٦
- al-mul'ku
- ٱلْمُلْكُ
- mülk
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- o gün
- lillahi
- لِّلَّهِ
- Allah'ındır
- yaḥkumu
- يَحْكُمُ
- hükmeder
- baynahum
- بَيْنَهُمْۚ
- onların aralarında
- fa-alladhīna
- فَٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inananlar
- waʿamilū
- وَعَمِلُوا۟
- ve yapanlar
- l-ṣāliḥāti
- ٱلصَّٰلِحَٰتِ
- iyi işler
- fī jannāti
- فِى جَنَّٰتِ
- cennetlerindedirler
- l-naʿīmi
- ٱلنَّعِيمِ
- ni'met
İşte o gün hükümranlık Allah'ındır. O aralarında hükmeder. İnanıp yararlı iş işleyenler nimet cennetlerindedirler. ([22] Hac: 56)Tefsir
وَالَّذِيْنَ كَفَرُوْا وَكَذَّبُوْا بِاٰيٰتِنَا فَاُولٰۤىِٕكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِيْنٌ ࣖ ٥٧
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar edenler
- wakadhabū
- وَكَذَّبُوا۟
- ve yalanlayanlar
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَا
- ayetlerimizi
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar
- lahum
- لَهُمْ
- onlara vardır
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- muhīnun
- مُّهِينٌ
- alçaltan
İnkar edenler, ayetlerimizi yalan sayan kimseler, işte onlar için hakir düşüren azap vardır. ([22] Hac: 57)Tefsir
وَالَّذِيْنَ هَاجَرُوْا فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ثُمَّ قُتِلُوْٓا اَوْ مَاتُوْا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللّٰهُ رِزْقًا حَسَنًاۗ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ خَيْرُ الرّٰزِقِيْنَ ٥٨
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- hājarū
- هَاجَرُوا۟
- hicret eden(ler)
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- qutilū
- قُتِلُوٓا۟
- öldürülenler
- aw
- أَوْ
- veya
- mātū
- مَاتُوا۟
- ölenler
- layarzuqannahumu
- لَيَرْزُقَنَّهُمُ
- onları rızıklandıracaktır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- riz'qan
- رِزْقًا
- bir rızıkla
- ḥasanan
- حَسَنًاۚ
- en güzel
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve doğrusu
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lahuwa
- لَهُوَ
- elbette o
- khayru
- خَيْرُ
- en hayırlısıdır
- l-rāziqīna
- ٱلرَّٰزِقِينَ
- rızık verenlerin
Allah yolunda hicret edenlere, sonra öldürülen veya ölenlere Allah, elbette onlara güzel bir rızık verecektir. Rızık verenlerin en hayırlısı yalnız Allah'tır. ([22] Hac: 58)Tefsir
لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُّدْخَلًا يَّرْضَوْنَهٗۗ وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَلِيْمٌ حَلِيْمٌ ٥٩
- layud'khilannahum
- لَيُدْخِلَنَّهُم
- elbette onları sokacaktır
- mud'khalan
- مُّدْخَلًا
- bir yere
- yarḍawnahu
- يَرْضَوْنَهُۥۗ
- razı olacakları
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve doğrusu
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- laʿalīmun
- لَعَلِيمٌ
- bilendir
- ḥalīmun
- حَلِيمٌ
- halimdir
And olsun ki, onları hoşnut olacakları bir yere koyar. Şüphesiz Allah bilendir, Halim'dir. ([22] Hac: 59)Tefsir
۞ ذٰلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوْقِبَ بِهٖ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللّٰهُ ۗاِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُوْرٌ ٦٠
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- işte böyle
- waman
- وَمَنْ
- ve kim
- ʿāqaba
- عَاقَبَ
- ceza verir de
- bimith'li
- بِمِثْلِ
- dengiyle
- mā ʿūqiba
- مَا عُوقِبَ
- yapılan cezanın
- bihi
- بِهِۦ
- kendisine
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- bughiya
- بُغِىَ
- tekrar saldırılırsa
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- kendisine
- layanṣurannahu
- لَيَنصُرَنَّهُ
- elbette ona yardım eder
- l-lahu
- ٱللَّهُۗ
- Allah
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- laʿafuwwun
- لَعَفُوٌّ
- affedendir
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- bağışlayındır
Bu böyledir; kim kendisine verilen kadar ceza verirse ve kendisine yine de saldırılırsa, Allah ona, and olsun ki yardım edecektir. Allah şüphesiz, affeder ve bağışlar. ([22] Hac: 60)Tefsir