اِنَّ الَّذِيْنَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِّنَّا الْحُسْنٰىٓۙ اُولٰۤىِٕكَ عَنْهَا مُبْعَدُوْنَ ۙ ١٠١
- inna
- إِنَّ
- kuşkusuz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- sabaqat
- سَبَقَتْ
- geçmiş olan(lar)
- lahum
- لَهُم
- kendilerine
- minnā
- مِّنَّا
- bizden
- l-ḥus'nā
- ٱلْحُسْنَىٰٓ
- güzellik
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar
- ʿanhā
- عَنْهَا
- ondan (cehennemden)
- mub'ʿadūna
- مُبْعَدُونَ
- uzaklaştırılmışlardır
Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar cehennemden uzak tutulanlardır. ([21] Enbiya: 101)Tefsir
لَا يَسْمَعُوْنَ حَسِيْسَهَاۚ وَهُمْ فِيْ مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خٰلِدُوْنَ ۚ ١٠٢
- lā yasmaʿūna
- لَا يَسْمَعُونَ
- duymazlar
- ḥasīsahā
- حَسِيسَهَاۖ
- onun uğultusunu
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- fī
- فِى
- içinde
- mā ish'tahat
- مَا ٱشْتَهَتْ
- çektiği (ni'metler)
- anfusuhum
- أَنفُسُهُمْ
- canlarının
- khālidūna
- خَٰلِدُونَ
- ebedi kalırlar
Cehennemin uğultusunu duymazlar. Canlarının istediği şeyler içinde temelli kalırlar. ([21] Enbiya: 102)Tefsir
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰىهُمُ الْمَلٰۤىِٕكَةُۗ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذِيْ كُنْتُمْ تُوْعَدُوْنَ ١٠٣
- lā
- لَا
- asla
- yaḥzunuhumu
- يَحْزُنُهُمُ
- onları tasalandırmaz
- l-fazaʿu
- ٱلْفَزَعُ
- korku
- l-akbaru
- ٱلْأَكْبَرُ
- en büyük
- watatalaqqāhumu
- وَتَتَلَقَّىٰهُمُ
- onları şöyle karşılar
- l-malāikatu
- ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ
- melekler
- hādhā
- هَٰذَا
- işte bu
- yawmukumu
- يَوْمُكُمُ
- gününüzdür
- alladhī kuntum
- ٱلَّذِى كُنتُمْ
- size
- tūʿadūna
- تُوعَدُونَ
- va'dedilen
En büyük korku bile onları üzmez; kendilerini melekler: "Size söz verilen gün işte bugündür" diye karşılarlar. ([21] Enbiya: 103)Tefsir
يَوْمَ نَطْوِى السَّمَاۤءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۗ كَمَا بَدَأْنَآ اَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيْدُهٗۗ وَعْدًا عَلَيْنَاۗ اِنَّا كُنَّا فٰعِلِيْنَ ١٠٤
- yawma
- يَوْمَ
- o gün
- naṭwī
- نَطْوِى
- düreriz
- l-samāa
- ٱلسَّمَآءَ
- göğü
- kaṭayyi
- كَطَىِّ
- dürer gibi
- l-sijili
- ٱلسِّجِلِّ
- tomarlarını
- lil'kutubi
- لِلْكُتُبِۚ
- yazı
- kamā
- كَمَا
- gibi
- badanā
- بَدَأْنَآ
- başladığımız
- awwala
- أَوَّلَ
- ilk
- khalqin
- خَلْقٍ
- yaratmaya
- nuʿīduhu
- نُّعِيدُهُۥۚ
- onu iade ederiz
- waʿdan
- وَعْدًا
- sözdür
- ʿalaynā
- عَلَيْنَآۚ
- üzerimize
- innā
- إِنَّا
- şüphesiz
- kunnā
- كُنَّا
- biz bunu
- fāʿilīna
- فَٰعِلِينَ
- yapacağız
Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yaparız. ([21] Enbiya: 104)Tefsir
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِى الزَّبُوْرِ مِنْۢ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصّٰلِحُوْنَ ١٠٥
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- katabnā
- كَتَبْنَا
- yazmıştık
- fī l-zabūri
- فِى ٱلزَّبُورِ
- Zebur'da
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonra
- l-dhik'ri
- ٱلذِّكْرِ
- Zikir'den (Tevrat'tan)
- anna
- أَنَّ
- mutlaka
- l-arḍa
- ٱلْأَرْضَ
- arza
- yarithuhā
- يَرِثُهَا
- varis olacak
- ʿibādiya
- عِبَادِىَ
- kullarım
- l-ṣāliḥūna
- ٱلصَّٰلِحُونَ
- iyi
And olsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık. ([21] Enbiya: 105)Tefsir
اِنَّ فِيْ هٰذَا لَبَلٰغًا لِّقَوْمٍ عٰبِدِيْنَ ۗ ١٠٦
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- fī
- فِى
- vardır
- hādhā
- هَٰذَا
- bunda
- labalāghan
- لَبَلَٰغًا
- elbette bir öğüt
- liqawmin
- لِّقَوْمٍ
- kavimler için
- ʿābidīna
- عَٰبِدِينَ
- kulluk eden
Doğrusu bu Kuran'da, kulluk eden kimselere bildiri vardır. ([21] Enbiya: 106)Tefsir
وَمَآ اَرْسَلْنٰكَ اِلَّا رَحْمَةً لِّلْعٰلَمِيْنَ ١٠٧
- wamā
- وَمَآ
- ve
- arsalnāka
- أَرْسَلْنَٰكَ
- biz seni göndermedik
- illā
- إِلَّا
- başka sebeple
- raḥmatan
- رَحْمَةً
- rahmetten
- lil'ʿālamīna
- لِّلْعَٰلَمِينَ
- alemler için
Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. ([21] Enbiya: 107)Tefsir
قُلْ اِنَّمَا يُوْحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَآ اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَّاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُّسْلِمُوْنَ ١٠٨
- qul
- قُلْ
- de ki
- innamā
- إِنَّمَا
- şüphesiz
- yūḥā
- يُوحَىٰٓ
- vahyolunur
- ilayya
- إِلَىَّ
- bana
- annamā
- أَنَّمَآ
- ancak
- ilāhukum
- إِلَٰهُكُمْ
- Tanrınız
- ilāhun
- إِلَٰهٌ
- Tanrıdır
- wāḥidun
- وَٰحِدٌۖ
- bir tek
- fahal
- فَهَلْ
- siz-mısınız?
- antum mus'limūna
- أَنتُم مُّسْلِمُونَ
- siz
De ki: "Doğrusu tanrınızın tek bir Tanrı olduğu bana şüphesiz vahyolundu. Artık müslüman olacak mısınız?" ([21] Enbiya: 108)Tefsir
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَاۤءٍۗ وَاِنْ اَدْرِيْٓ اَقَرِيْبٌ اَمْ بَعِيْدٌ مَّا تُوْعَدُوْنَ ١٠٩
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- tawallaw
- تَوَلَّوْا۟
- yüz çevirirlerse
- faqul
- فَقُلْ
- de ki
- ādhantukum
- ءَاذَنتُكُمْ
- ben size açıkladım
- ʿalā sawāin
- عَلَىٰ سَوَآءٍۖ
- eşit biçimde
- wa-in
- وَإِنْ
- artık
- adrī
- أَدْرِىٓ
- bilmem
- aqarībun
- أَقَرِيبٌ
- yakın mı (olduğunu)
- am
- أَم
- yoksa
- baʿīdun
- بَعِيدٌ
- uzak (mı olduğunu)
- mā
- مَّا
- şeyin
- tūʿadūna
- تُوعَدُونَ
- tehdid edildiğiniz
Eğer yüz çevirirlerse, de ki: "Size düpedüz açıkladım; tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem." ([21] Enbiya: 109)Tefsir
اِنَّهٗ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُوْنَ ١١٠
- innahu
- إِنَّهُۥ
- şüphesiz O
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir
- l-jahra
- ٱلْجَهْرَ
- açığını
- mina l-qawli
- مِنَ ٱلْقَوْلِ
- sözün
- wayaʿlamu
- وَيَعْلَمُ
- ve bilir
- mā
- مَا
- ne
- taktumūna
- تَكْتُمُونَ
- gizliyorsanız
"Doğrusu O, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediklerinizi de bilir." ([21] Enbiya: 110)Tefsir