وَالَّتِيْٓ اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيْهَا مِنْ رُّوْحِنَا وَجَعَلْنٰهَا وَابْنَهَآ اٰيَةً لِّلْعٰلَمِيْنَ ٩١
- wa-allatī
- وَٱلَّتِىٓ
- olanı (Meryemi)
- aḥṣanat
- أَحْصَنَتْ
- korumuş
- farjahā
- فَرْجَهَا
- ırzını
- fanafakhnā
- فَنَفَخْنَا
- ve üflemiştik
- fīhā
- فِيهَا
- ona
- min rūḥinā
- مِن رُّوحِنَا
- ruhumuzdan
- wajaʿalnāhā
- وَجَعَلْنَٰهَا
- ve onu yapmıştık
- wa-ib'nahā
- وَٱبْنَهَآ
- ve oğlunu
- āyatan
- ءَايَةً
- bir ibret
- lil'ʿālamīna
- لِّلْعَٰلَمِينَ
- alemlere
Mahrem yerini koruyan Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, alemler için bir mucize kılmıştık. ([21] Enbiya: 91)Tefsir
اِنَّ هٰذِهٖٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَّاحِدَةًۖ وَّاَنَا۠ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوْنِ ٩٢
- inna
- إِنَّ
- işte
- hādhihi
- هَٰذِهِۦٓ
- bu
- ummatukum
- أُمَّتُكُمْ
- sizin ümmetiniz
- ummatan
- أُمَّةً
- ümmettir
- wāḥidatan
- وَٰحِدَةً
- bir tek
- wa-anā
- وَأَنَا۠
- şüphesiz benim
- rabbukum
- رَبُّكُمْ
- sizin Rabbiniz
- fa-uʿ'budūni
- فَٱعْبُدُونِ
- yalnız bana kulluk edin
Doğrusu tevhid dini olan Müslümanlık, bir tek din olarak sizin dininizdir ve Ben de Rabbinizim, artık Bana kulluk edin. ([21] Enbiya: 92)Tefsir
وَتَقَطَّعُوْٓا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۗ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُوْنَ ࣖ ٩٣
- wataqaṭṭaʿū
- وَتَقَطَّعُوٓا۟
- ve parçaladılar
- amrahum
- أَمْرَهُم
- işlerini
- baynahum
- بَيْنَهُمْۖ
- aralarında
- kullun
- كُلٌّ
- hepsi
- ilaynā
- إِلَيْنَا
- bize
- rājiʿūna
- رَٰجِعُونَ
- döneceklerdir
Ama insanlar, din konusunda aralarında bölüklere ayrıldılar, hepsi Bize döneceklerdir. ([21] Enbiya: 93)Tefsir
فَمَنْ يَّعْمَلْ مِنَ الصّٰلِحٰتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهٖۚ وَاِنَّا لَهٗ كَاتِبُوْنَ ٩٤
- faman
- فَمَن
- kim
- yaʿmal
- يَعْمَلْ
- yaparsa
- mina l-ṣāliḥāti
- مِنَ ٱلصَّٰلِحَٰتِ
- iyi işlerden
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve o
- mu'minun
- مُؤْمِنٌ
- inanmış olarak
- falā
- فَلَا
- asla
- kuf'rāna
- كُفْرَانَ
- nankörlük edilmez
- lisaʿyihi
- لِسَعْيِهِۦ
- onun çabasına
- wa-innā
- وَإِنَّا
- şüphesiz biz
- lahu
- لَهُۥ
- onu (çalışmasını)
- kātibūna
- كَٰتِبُونَ
- yazmaktayız
İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız. ([21] Enbiya: 94)Tefsir
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنٰهَآ اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُوْنَ ٩٥
- waḥarāmun
- وَحَرَٰمٌ
- ve (yaşamak) haramdır
- ʿalā qaryatin
- عَلَىٰ قَرْيَةٍ
- bir ülkeye
- ahlaknāhā
- أَهْلَكْنَٰهَآ
- helak ettiğimiz
- annahum
- أَنَّهُمْ
- onlar
- lā yarjiʿūna
- لَا يَرْجِعُونَ
- bir daha geri dönemezler
Yok ettiğimiz kasaba halkının ahirette ceza görmek üzere Bize dönmemesi imkansızdır. ([21] Enbiya: 95)Tefsir
حَتّٰىٓ اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوْجُ وَمَأْجُوْجُ وَهُمْ مِّنْ كُلِّ حَدَبٍ يَّنْسِلُوْنَ ٩٦
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- nihayet
- idhā
- إِذَا
- zaman
- futiḥat
- فُتِحَتْ
- önü açıldığı
- yajūju
- يَأْجُوجُ
- Ye'cuc'un
- wamajūju
- وَمَأْجُوجُ
- ve Me'cuc'un
- wahum
- وَهُم
- ve onlar
- min kulli
- مِّن كُلِّ
- her
- ḥadabin
- حَدَبٍ
- tepeden
- yansilūna
- يَنسِلُونَ
- akın etmeye başladıkları
Yecüc ve Mecüc'ün seddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşanırlar. ([21] Enbiya: 96)Tefsir
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذِيْنَ كَفَرُوْاۗ يٰوَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فِيْ غَفْلَةٍ مِّنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظٰلِمِيْنَ ٩٧
- wa-iq'taraba
- وَٱقْتَرَبَ
- ve yaklaşır
- l-waʿdu
- ٱلْوَعْدُ
- va'd
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّ
- gerçek
- fa-idhā
- فَإِذَا
- birden
- hiya
- هِىَ
- o
- shākhiṣatun
- شَٰخِصَةٌ
- donup kalır
- abṣāru
- أَبْصَٰرُ
- gözleri
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(lerin)
- yāwaylanā
- يَٰوَيْلَنَا
- vah bize
- qad
- قَدْ
- gerçekten
- kunnā
- كُنَّا
- biz idik
- fī
- فِى
- içinde
- ghaflatin
- غَفْلَةٍ
- gaflet
- min hādhā
- مِّنْ هَٰذَا
- bundan
- bal
- بَلْ
- meğer
- kunnā
- كُنَّا
- biz
- ẓālimīna
- ظَٰلِمِينَ
- zulmediyormuşuz
Gerçek vaad yaklaştığında, inkar edenlerin gözleri beleriverir: "Vah bize! Bundan önce gaflet içindeydik, hem de zalimdik" derler. ([21] Enbiya: 97)Tefsir
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُوْنَ مِنْ دُوْنِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۗ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُوْنَ ٩٨
- innakum
- إِنَّكُمْ
- şüphesiz siz
- wamā
- وَمَا
- ve
- taʿbudūna
- تَعْبُدُونَ
- taptıklarınız
- min dūni
- مِن دُونِ
- başka
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- ḥaṣabu
- حَصَبُ
- odunusunuz
- jahannama
- جَهَنَّمَ
- cehennemin
- antum
- أَنتُمْ
- siz
- lahā
- لَهَا
- oraya
- wāridūna
- وَٰرِدُونَ
- gireceksiniz
Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, cehennemin yakıtısınız; oraya gireceksiniz. ([21] Enbiya: 98)Tefsir
لَوْ كَانَ هٰٓؤُلَاۤءِ اٰلِهَةً مَّا وَرَدُوْهَاۗ وَكُلٌّ فِيْهَا خٰلِدُوْنَ ٩٩
- law
- لَوْ
- eğer
- kāna
- كَانَ
- olsalardı
- hāulāi
- هَٰٓؤُلَآءِ
- onlar
- ālihatan
- ءَالِهَةً
- tanrılar
- mā waradūhā
- مَّا وَرَدُوهَاۖ
- oraya girmezlerdi
- wakullun
- وَكُلٌّ
- oysa hepsi
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- khālidūna
- خَٰلِدُونَ
- sürekli kalacaklardır
Eğer bunlar tanrı olsaydı cehenneme girmezlerdi; hepsi orada temelli kalacaktır. ([21] Enbiya: 99)Tefsir
لَهُمْ فِيْهَا زَفِيْرٌ وَّهُمْ فِيْهَا لَا يَسْمَعُوْنَ ١٠٠
- lahum
- لَهُمْ
- onlar için vardır
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- zafīrun
- زَفِيرٌ
- bir inleme
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- lā
- لَا
- hiçbir şey
- yasmaʿūna
- يَسْمَعُونَ
- işitmezler
Orada onlara ah etmek vardır; birşey de işitemezler. ([21] Enbiya: 100)Tefsir