قَالَ لَهُمْ مُّوْسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوْا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى ٦١
- qāla
- قَالَ
- dedi
- lahum
- لَهُم
- onlara
- mūsā
- مُّوسَىٰ
- Musa
- waylakum
- وَيْلَكُمْ
- yazık size
- lā taftarū
- لَا تَفْتَرُوا۟
- uydurmayın
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- kadhiban
- كَذِبًا
- yalan
- fayus'ḥitakum
- فَيُسْحِتَكُم
- sonra kökünüzü keser
- biʿadhābin
- بِعَذَابٍۖ
- bir azab ile
- waqad
- وَقَدْ
- ve doğrusu
- khāba
- خَابَ
- perişan olmuştur
- mani
- مَنِ
- kimse
- if'tarā
- ٱفْتَرَىٰ
- iftira eden
Musa onlara: "Size yazıklar olsun! Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azabla yok eder. Allah'a iftira eden hüsrana uğrar" dedi. ([20] Taha: 61)Tefsir
فَتَنَازَعُوْٓا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى ٦٢
- fatanāzaʿū
- فَتَنَٰزَعُوٓا۟
- sonra tartıştılar
- amrahum
- أَمْرَهُم
- işlerini
- baynahum
- بَيْنَهُمْ
- kendi aralarında
- wa-asarrū
- وَأَسَرُّوا۟
- ve gizlice
- l-najwā
- ٱلنَّجْوَىٰ
- konuştular
Sihirbazlar işi aralarında tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular. ([20] Taha: 62)Tefsir
قَالُوْٓا اِنْ هٰذٰنِ لَسٰحِرَانِ يُرِيْدَانِ اَنْ يُّخْرِجٰكُمْ مِّنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرِيْقَتِكُمُ الْمُثْلٰى ٦٣
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler ki
- in
- إِنْ
- gerçekten
- hādhāni
- هَٰذَٰنِ
- bunlar
- lasāḥirāni
- لَسَٰحِرَٰنِ
- iki büyücüdür
- yurīdāni
- يُرِيدَانِ
- istiyorlar
- an
- أَن
- ki
- yukh'rijākum
- يُخْرِجَاكُم
- sizi çıkarsınlar
- min arḍikum
- مِّنْ أَرْضِكُم
- yurdunuzdan
- bisiḥ'rihimā
- بِسِحْرِهِمَا
- büyüleriyle
- wayadhhabā
- وَيَذْهَبَا
- ve gidersinler
- biṭarīqatikumu
- بِطَرِيقَتِكُمُ
- sizin yolunuzu
- l-muth'lā
- ٱلْمُثْلَىٰ
- örnek
Musa ile Harun'u göstererek: "Bu iki sihirbaz, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak, sizin en üstün dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar; onun için tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sırayla gelin. Bugün üstün gelen başarıya erecektir" dediler. ([20] Taha: 63)Tefsir
فَاَجْمِعُوْا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوْا صَفًّاۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى ٦٤
- fa-ajmiʿū
- فَأَجْمِعُوا۟
- siz toplayın
- kaydakum
- كَيْدَكُمْ
- hilenizi
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- i'tū
- ٱئْتُوا۟
- gelin
- ṣaffan
- صَفًّاۚ
- sıra halinde
- waqad
- وَقَدْ
- ve muhakkak
- aflaḥa
- أَفْلَحَ
- başarmıştır
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- bugün
- mani
- مَنِ
- kimse
- is'taʿlā
- ٱسْتَعْلَىٰ
- üstün gelen
Musa ile Harun'u göstererek: "Bu iki sihirbaz, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak, sizin en üstün dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar; onun için tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sırayla gelin. Bugün üstün gelen başarıya erecektir" dediler. ([20] Taha: 64)Tefsir
قَالُوْا يٰمُوْسٰٓى اِمَّآ اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّآ اَنْ نَّكُوْنَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى ٦٥
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- yāmūsā
- يَٰمُوسَىٰٓ
- Ey Musa
- immā
- إِمَّآ
- ya
- an
- أَن
- (ki)
- tul'qiya
- تُلْقِىَ
- sen at
- wa-immā
- وَإِمَّآ
- yahut
- an
- أَن
- (ki)
- nakūna
- نَّكُونَ
- biz olalım
- awwala
- أَوَّلَ
- önce
- man
- مَنْ
- kimse
- alqā
- أَلْقَىٰ
- atan
"Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy, ya da önce biz koyalım" dediler. ([20] Taha: 65)Tefsir
قَالَ بَلْ اَلْقُوْاۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى ٦٦
- qāla
- قَالَ
- (Musa) dedi ki
- bal
- بَلْ
- hayır
- alqū
- أَلْقُوا۟ۖ
- siz atın
- fa-idhā
- فَإِذَا
- (bir de ne görsün)
- ḥibāluhum
- حِبَالُهُمْ
- onların ipleri
- waʿiṣiyyuhum
- وَعِصِيُّهُمْ
- ve sopaları
- yukhayyalu
- يُخَيَّلُ
- gibi görünüyor
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- ona
- min
- مِن
- ötürü
- siḥ'rihim
- سِحْرِهِمْ
- büyülerinden
- annahā
- أَنَّهَا
- gerçekten
- tasʿā
- تَسْعَىٰ
- koşuyor
Musa: "Siz koyun" dedi. Hemen, değnekleri ve ipleri, sihirleri yüzünden, Musa'ya sanki yürüyorlarmış gibi geldi. ([20] Taha: 66)Tefsir
فَاَوْجَسَ فِيْ نَفْسِهٖ خِيْفَةً مُّوْسٰى ٦٧
- fa-awjasa
- فَأَوْجَسَ
- bu yüzden duydu
- fī nafsihi
- فِى نَفْسِهِۦ
- içinde
- khīfatan
- خِيفَةً
- bir korku
- mūsā
- مُّوسَىٰ
- Musa
Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti. ([20] Taha: 67)Tefsir
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى ٦٨
- qul'nā
- قُلْنَا
- dedik
- lā takhaf
- لَا تَخَفْ
- korkma
- innaka
- إِنَّكَ
- şüphesiz sensin
- anta
- أَنتَ
- sen
- l-aʿlā
- ٱلْأَعْلَىٰ
- üstün gelecek
"Korkma, sen muhakkak daha üstünsün" dedik. ([20] Taha: 68)Tefsir
وَاَلْقِ مَا فِيْ يَمِيْنِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوْاۗ اِنَّمَا صَنَعُوْا كَيْدُ سٰحِرٍۗ وَلَا يُفْلِحُ السّٰحِرُ حَيْثُ اَتٰى ٦٩
- wa-alqi
- وَأَلْقِ
- ve at
- mā
- مَا
- olanı
- fī yamīnika
- فِى يَمِينِكَ
- sağ elinde
- talqaf
- تَلْقَفْ
- yutsun
- mā
- مَا
- şeyleri
- ṣanaʿū
- صَنَعُوٓا۟ۖ
- onların yaptıkları
- innamā
- إِنَّمَا
- çünkü
- ṣanaʿū
- صَنَعُوا۟
- onların yaptıkları
- kaydu
- كَيْدُ
- hilesidir
- sāḥirin
- سَٰحِرٍۖ
- bir büyücünün
- walā
- وَلَا
- ve asla
- yuf'liḥu
- يُفْلِحُ
- iflah olmaz
- l-sāḥiru
- ٱلسَّاحِرُ
- büyücü
- ḥaythu
- حَيْثُ
- nereye
- atā
- أَتَىٰ
- varsa
"Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun, yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz." ([20] Taha: 69)Tefsir
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوْٓا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُوْنَ وَمُوْسٰى ٧٠
- fa-ul'qiya
- فَأُلْقِىَ
- sonra kapandılar
- l-saḥaratu
- ٱلسَّحَرَةُ
- büyücüler
- sujjadan
- سُجَّدًا
- secdeye
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler
- āmannā
- ءَامَنَّا
- inandık
- birabbi
- بِرَبِّ
- Rabbine
- hārūna
- هَٰرُونَ
- Harun'un
- wamūsā
- وَمُوسَىٰ
- ve Musa'nın
Sonunda sihirbazlar: "Biz Musa ve Harun'un Rabbine inandık" deyip secdeye kapandılar. ([20] Taha: 70)Tefsir