اشْدُدْ بِهٖٓ اَزْرِيْ ۙ ٣١
- ush'dud
- ٱشْدُدْ
- kuvvetlendir
- bihi
- بِهِۦٓ
- onunla
- azrī
- أَزْرِى
- arkamı
Musa: "Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin" dedi. ([20] Taha: 31)Tefsir
وَاَشْرِكْهُ فِيْٓ اَمْرِيْ ۙ ٣٢
- wa-ashrik'hu
- وَأَشْرِكْهُ
- ve onu ortak yap
- fī amrī
- فِىٓ أَمْرِى
- işime
Musa: "Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin" dedi. ([20] Taha: 32)Tefsir
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيْرًا ۙ ٣٣
- kay
- كَىْ
- ki
- nusabbiḥaka
- نُسَبِّحَكَ
- seni tesbih edelim
- kathīran
- كَثِيرًا
- çok
Musa: "Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin" dedi. ([20] Taha: 33)Tefsir
وَّنَذْكُرَكَ كَثِيْرًا ۗ ٣٤
- wanadhkuraka
- وَنَذْكُرَكَ
- ve seni analım
- kathīran
- كَثِيرًا
- çok
Musa: "Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin" dedi. ([20] Taha: 34)Tefsir
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَصِيْرًا ٣٥
- innaka
- إِنَّكَ
- şüphesiz sen
- kunta
- كُنتَ
- sensin
- binā
- بِنَا
- bizi
- baṣīran
- بَصِيرًا
- gören
Musa: "Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin" dedi. ([20] Taha: 35)Tefsir
قَالَ قَدْ اُوْتِيْتَ سُؤْلَكَ يٰمُوْسٰى ٣٦
- qāla
- قَالَ
- buyurdu ki
- qad
- قَدْ
- muhakkak
- ūtīta
- أُوتِيتَ
- sana verildi
- su'laka
- سُؤْلَكَ
- istediğin
- yāmūsā
- يَٰمُوسَىٰ
- Ey Musa
Allah: "Ey Musa! İstediğin sana verildi" dedi, "Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım." ([20] Taha: 36)Tefsir
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىٓ ۙ ٣٧
- walaqad
- وَلَقَدْ
- zaten
- manannā
- مَنَنَّا
- biz lutufta bulunmuştuk
- ʿalayka
- عَلَيْكَ
- sana
- marratan
- مَرَّةً
- bir kez
- ukh'rā
- أُخْرَىٰٓ
- daha
Allah: "Ey Musa! İstediğin sana verildi" dedi, "Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım." ([20] Taha: 37)Tefsir
اِذْ اَوْحَيْنَآ اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوْحٰىٓ ۙ ٣٨
- idh
- إِذْ
- hani
- awḥaynā
- أَوْحَيْنَآ
- vahyetmiştik
- ilā ummika
- إِلَىٰٓ أُمِّكَ
- annene
- mā
- مَا
- şeyi
- yūḥā
- يُوحَىٰٓ
- vahyedilen
Allah: "Ey Musa! İstediğin sana verildi" dedi, "Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım." ([20] Taha: 38)Tefsir
اَنِ اقْذِفِيْهِ فِى التَّابُوْتِ فَاقْذِفِيْهِ فِى الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّيْ وَعَدُوٌّ لَّهٗ ۗوَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّيْ ەۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْنِيْ ۘ ٣٩
- ani
- أَنِ
- ki
- iq'dhifīhi
- ٱقْذِفِيهِ
- onu koy
- fī l-tābūti
- فِى ٱلتَّابُوتِ
- sandığa
- fa-iq'dhifīhi
- فَٱقْذِفِيهِ
- ve at
- fī l-yami
- فِى ٱلْيَمِّ
- suya
- falyul'qihi
- فَلْيُلْقِهِ
- onu bıraksın
- l-yamu
- ٱلْيَمُّ
- su
- bil-sāḥili
- بِٱلسَّاحِلِ
- sahile
- yakhudh'hu
- يَأْخُذْهُ
- onu alacaktır
- ʿaduwwun
- عَدُوٌّ
- düşman olan
- lī
- لِّى
- bana
- waʿaduwwun
- وَعَدُوٌّ
- ve düşman olan
- lahu
- لَّهُۥۚ
- ona
- wa-alqaytu
- وَأَلْقَيْتُ
- ve koydum
- ʿalayka
- عَلَيْكَ
- senin üzerine
- maḥabbatan
- مَحَبَّةً
- bir sevgi
- minnī
- مِّنِّى
- benden
- walituṣ'naʿa
- وَلِتُصْنَعَ
- yetiştirilmen için
- ʿalā
- عَلَىٰ
- önünde
- ʿaynī
- عَيْنِىٓ
- gözümün
Allah: "Ey Musa! İstediğin sana verildi" dedi, "Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım." ([20] Taha: 39)Tefsir
اِذْ تَمْشِيْٓ اُخْتُكَ فَتَقُوْلُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَّكْفُلُهٗ ۗفَرَجَعْنٰكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ ەۗ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنٰكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنّٰكَ فُتُوْنًا ەۗ فَلَبِثْتَ سِنِيْنَ فِيْٓ اَهْلِ مَدْيَنَ ەۙ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يّٰمُوْسٰى ٤٠
- idh
- إِذْ
- hani
- tamshī
- تَمْشِىٓ
- gidiyordu
- ukh'tuka
- أُخْتُكَ
- kızkardeşin
- fataqūlu
- فَتَقُولُ
- ve diyordu
- hal
- هَلْ
- mi?
- adullukum
- أَدُلُّكُمْ
- size göstereyim
- ʿalā man
- عَلَىٰ مَن
- birini
- yakfuluhu
- يَكْفُلُهُۥۖ
- ona bakacak
- farajaʿnāka
- فَرَجَعْنَٰكَ
- böylece seni geri verdik
- ilā ummika
- إِلَىٰٓ أُمِّكَ
- annene
- kay
- كَىْ
- ki
- taqarra
- تَقَرَّ
- aydın olsun
- ʿaynuhā
- عَيْنُهَا
- gözü
- walā
- وَلَا
- ve asla
- taḥzana
- تَحْزَنَۚ
- üzülmesin
- waqatalta
- وَقَتَلْتَ
- ve sen öldürmüştün
- nafsan
- نَفْسًا
- bir adam
- fanajjaynāka
- فَنَجَّيْنَٰكَ
- seni kurtarmıştık
- mina l-ghami
- مِنَ ٱلْغَمِّ
- tasadan
- wafatannāka
- وَفَتَنَّٰكَ
- ve seni denemiştik
- futūnan
- فُتُونًاۚ
- (iyi bir) deneyişle
- falabith'ta
- فَلَبِثْتَ
- sonra kaldın
- sinīna
- سِنِينَ
- yıllarca
- fī
- فِىٓ
- arasında
- ahli
- أَهْلِ
- halkı
- madyana
- مَدْيَنَ
- Medyen
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- ji'ta
- جِئْتَ
- bize geldin
- ʿalā qadarin
- عَلَىٰ قَدَرٍ
- belirlediğimiz vakitte
- yāmūsā
- يَٰمُوسَىٰ
- ey Musa
Kızkardeşin Firavun'un sarayına giderek: "Ona bakacak birini size göstereyim mi?" diyordu. Böylece, annen üzülmesin, sevinsin diye, seni ona iade etmiştik. Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmış ve seni birçok musibetlerle denemiştik. Bunun için, Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra, ey Musa, peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa gelince dönüp geldin. ([20] Taha: 40)Tefsir