يٰٓاَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوْا رَبَّكُمُ الَّذِيْ خَلَقَكُمْ وَالَّذِيْنَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُوْنَۙ ٢١
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey!
- l-nāsu
- ٱلنَّاسُ
- insanlar
- uʿ'budū
- ٱعْبُدُوا۟
- kulluk edin
- rabbakumu
- رَبَّكُمُ
- Rabbinize
- alladhī
- ٱلَّذِى
- o ki;
- khalaqakum
- خَلَقَكُمْ
- sizi yarattı
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve o ki;
- min qablikum
- مِن قَبْلِكُمْ
- sizden öncekileri
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- belki
- tattaqūna
- تَتَّقُونَ
- korunursunuz
Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki, O'na karşı gelmekten korunmuş olabilesiniz. ([2] Bakara: 21)Tefsir
الَّذِيْ جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَّالسَّمَاۤءَ بِنَاۤءً ۖوَّاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً فَاَخْرَجَ بِهٖ مِنَ الثَّمَرٰتِ رِزْقًا لَّكُمْ ۚ فَلَا تَجْعَلُوْا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَّاَنْتُمْ تَعْلَمُوْنَ ٢٢
- alladhī
- ٱلَّذِى
- O (Rabb) ki
- jaʿala
- جَعَلَ
- kıldı
- lakumu
- لَكُمُ
- sizin için
- l-arḍa
- ٱلْأَرْضَ
- yeri
- firāshan
- فِرَٰشًا
- döşek
- wal-samāa
- وَٱلسَّمَآءَ
- ve göğü
- bināan
- بِنَآءً
- bina
- wa-anzala
- وَأَنزَلَ
- ve indirdi
- mina l-samāi
- مِنَ ٱلسَّمَآءِ
- gökten
- māan
- مَآءً
- su
- fa-akhraja
- فَأَخْرَجَ
- çıkardı
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- mina l-thamarāti
- مِنَ ٱلثَّمَرَٰتِ
- çeşitli ürünlerden
- riz'qan
- رِزْقًا
- rızık olarak
- lakum
- لَّكُمْۖ
- sizin için
- falā
- فَلَا
- öyleyse
- tajʿalū
- تَجْعَلُوا۟
- koşmayın
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'a
- andādan
- أَندَادًا
- eşler (denk)
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- ve siz de
- taʿlamūna
- تَعْلَمُونَ
- bile bile
O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı. Gökten su indirip onunla size rızık olmak üzere ürünler meydana getirdi; artık Allah'a, bile bile eş koşmayın. ([2] Bakara: 22)Tefsir
وَاِنْ كُنْتُمْ فِيْ رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوْا بِسُوْرَةٍ مِّنْ مِّثْلِهٖ ۖ وَادْعُوْا شُهَدَاۤءَكُمْ مِّنْ دُوْنِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صٰدِقِيْنَ ٢٣
- wa-in
- وَإِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- iseniz
- fī
- فِى
- içinde
- raybin
- رَيْبٍ
- şüphe
- mimmā nazzalnā
- مِّمَّا نَزَّلْنَا
- sana indirdiğimizden
- ʿalā ʿabdinā
- عَلَىٰ عَبْدِنَا
- kulumuz (Muhammed)e
- fatū
- فَأْتُوا۟
- haydi getirin
- bisūratin
- بِسُورَةٍ
- bir sure
- min mith'lihi
- مِّن مِّثْلِهِۦ
- onun gibi
- wa-id'ʿū
- وَٱدْعُوا۟
- ve çağırın
- shuhadāakum
- شُهَدَآءَكُم
- şahitlerinizi
- min dūni
- مِّن دُونِ
- başkadan
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- iseniz
- ṣādiqīna
- صَٰدِقِينَ
- doğru
Kulumuza indirdiğimiz Kuran'dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah'tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın. ([2] Bakara: 23)Tefsir
فَاِنْ لَّمْ تَفْعَلُوْا وَلَنْ تَفْعَلُوْا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِيْ وَقُوْدُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ ۖ اُعِدَّتْ لِلْكٰفِرِيْنَ ٢٤
- fa-in
- فَإِن
- yok eğer
- lam tafʿalū
- لَّمْ تَفْعَلُوا۟
- yapmadınızsa
- walan
- وَلَن
- ki asla
- tafʿalū
- تَفْعَلُوا۟
- yapamayacaksınız
- fa-ittaqū
- فَٱتَّقُوا۟
- o halde sakının
- l-nāra
- ٱلنَّارَ
- ateşten
- allatī
- ٱلَّتِى
- ki
- waqūduhā
- وَقُودُهَا
- onun yakıtı
- l-nāsu
- ٱلنَّاسُ
- insanlar
- wal-ḥijāratu
- وَٱلْحِجَارَةُۖ
- ve taşlardır
- uʿiddat
- أُعِدَّتْ
- hazırlanmış
- lil'kāfirīna
- لِلْكَٰفِرِينَ
- inkarcılar için
Yapamazsanız ki yapamayacaksınız o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının. ([2] Bakara: 24)Tefsir
وَبَشِّرِ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ اَنَّ لَهُمْ جَنّٰتٍ تَجْرِيْ مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهٰرُ ۗ كُلَّمَا رُزِقُوْا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِّزْقًا ۙ قَالُوْا هٰذَا الَّذِيْ رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوْا بِهٖ مُتَشَابِهًا ۗوَلَهُمْ فِيْهَآ اَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَّهُمْ فِيْهَا خٰلِدُوْنَ ٢٥
- wabashiri
- وَبَشِّرِ
- ve müjdele
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan
- waʿamilū
- وَعَمِلُوا۟
- ve işleyen
- l-ṣāliḥāti
- ٱلصَّٰلِحَٰتِ
- salih işler
- anna
- أَنَّ
- muhakkak
- lahum
- لَهُمْ
- onlar için vardır
- jannātin
- جَنَّٰتٍ
- cennetler
- tajrī
- تَجْرِى
- akan
- min taḥtihā
- مِن تَحْتِهَا
- altlarından
- l-anhāru
- ٱلْأَنْهَٰرُۖ
- ırmaklar
- kullamā
- كُلَّمَا
- her
- ruziqū
- رُزِقُوا۟
- rızıklandırıldıklarında
- min'hā
- مِنْهَا
- onlardaki
- min thamaratin
- مِن ثَمَرَةٍ
- meyveden
- riz'qan
- رِّزْقًاۙ
- rızk olarak
- qālū
- قَالُوا۟
- derler
- hādhā
- هَٰذَا
- Bu
- alladhī
- ٱلَّذِى
- şeydir
- ruziq'nā
- رُزِقْنَا
- rızıklandığımız
- min qablu
- مِن قَبْلُۖ
- daha önceden
- wa-utū
- وَأُتُوا۟
- verilmiştir
- bihi
- بِهِۦ
- onlara
- mutashābihan
- مُتَشَٰبِهًاۖ
- ona benzer
- walahum
- وَلَهُمْ
- Onlar için vardır
- fīhā
- فِيهَآ
- orada
- azwājun
- أَزْوَٰجٌ
- eşler
- muṭahharatun
- مُّطَهَّرَةٌۖ
- tertemiz
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- khālidūna
- خَٰلِدُونَ
- ebedi kalacaklardır
İnananlar ve yararlı işler yapanlara, kendilerine altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Onlara buranın bir ürünü rızık olarak verildiğinde, "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur. Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar. ([2] Bakara: 25)Tefsir
۞ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْيٖٓ اَنْ يَّضْرِبَ مَثَلًا مَّا بَعُوْضَةً فَمَا فَوْقَهَا ۗ فَاَمَّا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا فَيَعْلَمُوْنَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَّبِّهِمْ ۚ وَاَمَّا الَّذِيْنَ كَفَرُوْا فَيَقُوْلُوْنَ مَاذَآ اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًا ۘ يُضِلُّ بِهٖ كَثِيْرًا وَّيَهْدِيْ بِهٖ كَثِيْرًا ۗ وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا الْفٰسِقِيْنَۙ ٢٦
- inna
- إِنَّ
- muhakkak
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā
- لَا
- değildir
- yastaḥyī
- يَسْتَحْىِۦٓ
- çekinecek
- an yaḍriba
- أَن يَضْرِبَ
- misal vermekten
- mathalan
- مَثَلًا
- bir örneği
- mā
- مَّا
- gibi
- baʿūḍatan
- بَعُوضَةً
- bir sivrisineği
- famā
- فَمَا
- hatta olanı
- fawqahā
- فَوْقَهَاۚ
- onun da üstünde
- fa-ammā
- فَأَمَّا
- gerçekten
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan
- fayaʿlamūna
- فَيَعْلَمُونَ
- bilirler
- annahu
- أَنَّهُ
- kesinlikle o
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّ
- haktır (gerçektir)
- min rabbihim
- مِن رَّبِّهِمْۖ
- Rablerinden
- wa-ammā
- وَأَمَّا
- ve ise
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- edenler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar
- fayaqūlūna
- فَيَقُولُونَ
- derler ki
- mādhā
- مَاذَآ
- neyi
- arāda
- أَرَادَ
- istedi (kasdetti)
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bihādhā
- بِهَٰذَا
- bu
- mathalan
- مَثَلاًۘ
- misalle
- yuḍillu
- يُضِلُّ
- saptırır
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- kathīran
- كَثِيرًا
- bir çoğunu
- wayahdī
- وَيَهْدِى
- ve yine yola getirir
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- kathīran
- كَثِيرًاۚ
- bir çoğunu
- wamā yuḍillu
- وَمَا يُضِلُّ
- saptırmaz
- bihi
- بِهِۦٓ
- onunla
- illā
- إِلَّا
- başkasını
- l-fāsiqīna
- ٱلْفَٰسِقِينَ
- fasıklardan
Allah sivrisineği ve onun üstününü misal olarak vermekten çekinmez. İnananlar bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. İnkar edenler ise "Allah bu misalle neyi murad etti?" derler, O, bu misalle birçoğunu saptırır, birçoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır ki onlar Allah'la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; zarara uğrayanlar işte onlardır. ([2] Bakara: 26)Tefsir
الَّذِيْنَ يَنْقُضُوْنَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْۢ بَعْدِ مِيْثَاقِهٖۖ وَيَقْطَعُوْنَ مَآ اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَنْ يُّوْصَلَ وَيُفْسِدُوْنَ فِى الْاَرْضِۗ اُولٰۤىِٕكَ هُمُ الْخٰسِرُوْنَ ٢٧
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- onlar ki
- yanquḍūna
- يَنقُضُونَ
- bozarlar
- ʿahda
- عَهْدَ
- (verdikleri) sözü
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonradan
- mīthāqihi
- مِيثَٰقِهِۦ
- söz verip bağlandıktan
- wayaqṭaʿūna
- وَيَقْطَعُونَ
- ve keserler
- mā
- مَآ
- şeyi
- amara
- أَمَرَ
- emrettiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- bihi
- بِهِۦٓ
- kendisiyle
- an yūṣala
- أَن يُوصَلَ
- birleştirmesini
- wayuf'sidūna
- وَيُفْسِدُونَ
- ve bozgunculuk yaparlar
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِۚ
- yeryüzünde
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- humu
- هُمُ
- onlardır
- l-khāsirūna
- ٱلْخَٰسِرُونَ
- ziyana uğrayanlar
Allah sivrisineği ve onun üstününü misal olarak vermekten çekinmez. İnananlar bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. İnkar edenler ise "Allah bu misalle neyi murad etti?" derler, O, bu misalle birçoğunu saptırır, birçoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır ki onlar Allah'la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; zarara uğrayanlar işte onlardır. ([2] Bakara: 27)Tefsir
كَيْفَ تَكْفُرُوْنَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُمِيْتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيْكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُوْنَ ٢٨
- kayfa
- كَيْفَ
- nasıl
- takfurūna
- تَكْفُرُونَ
- inkar edersiniz
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- wakuntum
- وَكُنتُمْ
- siz iken
- amwātan
- أَمْوَٰتًا
- ölüler
- fa-aḥyākum
- فَأَحْيَٰكُمْۖ
- O sizi diriltti
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yumītukum
- يُمِيتُكُمْ
- öldürecek
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yuḥ'yīkum
- يُحْيِيكُمْ
- diriltecek
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- O'na
- tur'jaʿūna
- تُرْجَعُونَ
- döndürüleceksiniz
Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek sonra tekrar diriltecek ve sonunda O'na döneceksiniz; öyleyken Allah'ı nasıl inkar edersiniz? ([2] Bakara: 28)Tefsir
هُوَ الَّذِيْ خَلَقَ لَكُمْ مَّا فِى الْاَرْضِ جَمِيْعًا ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَاۤءِ فَسَوّٰىهُنَّ سَبْعَ سَمٰوٰتٍ ۗ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيْمٌ ࣖ ٢٩
- huwa
- هُوَ
- O
- alladhī
- ٱلَّذِى
- ki
- khalaqa
- خَلَقَ
- yarattı
- lakum
- لَكُم
- sizin için
- mā
- مَّا
- ne
- fī
- فِى
- varsa
- l-arḍi
- ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- jamīʿan
- جَمِيعًا
- hepsini
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- is'tawā
- ٱسْتَوَىٰٓ
- yöneldi
- ilā l-samāi
- إِلَى ٱلسَّمَآءِ
- göke
- fasawwāhunna
- فَسَوَّىٰهُنَّ
- onları düzenledi
- sabʿa
- سَبْعَ
- yedi
- samāwātin
- سَمَٰوَٰتٍۚ
- gök (olarak)
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O
- bikulli
- بِكُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilir
Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O'dur. Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir. ([2] Bakara: 29)Tefsir
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰۤىِٕكَةِ ِانِّيْ جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَلِيْفَةً ۗ قَالُوْٓا اَتَجْعَلُ فِيْهَا مَنْ يُّفْسِدُ فِيْهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاۤءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ ۗ قَالَ اِنِّيْٓ اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُوْنَ ٣٠
- wa-idh
- وَإِذْ
- bir zamanlar
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- rabbuka
- رَبُّكَ
- Rabbin
- lil'malāikati
- لِلْمَلَٰٓئِكَةِ
- meleklere
- innī
- إِنِّى
- şüphesiz ben
- jāʿilun
- جَاعِلٌ
- yaratacağım
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- khalīfatan
- خَلِيفَةًۖ
- bir halife
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler (melekler)
- atajʿalu
- أَتَجْعَلُ
- mi yaratacaksın?
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- man
- مَن
- kimse
- yuf'sidu
- يُفْسِدُ
- bozgunculuk yapan
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- wayasfiku
- وَيَسْفِكُ
- döken
- l-dimāa
- ٱلدِّمَآءَ
- kan
- wanaḥnu
- وَنَحْنُ
- oysa biz
- nusabbiḥu
- نُسَبِّحُ
- tesbih ediyor
- biḥamdika
- بِحَمْدِكَ
- seni överek
- wanuqaddisu
- وَنُقَدِّسُ
- ve takdis ediyoruz
- laka
- لَكَۖ
- seni
- qāla
- قَالَ
- dedi
- innī
- إِنِّىٓ
- şüphesiz ben
- aʿlamu
- أَعْلَمُ
- bilirim
- mā
- مَا
- şeyleri
- lā
- لَا
- değilsiniz
- taʿlamūna
- تَعْلَمُونَ
- siz biliyor
Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti; melekler, "Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" dediler; Allah "Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi. ([2] Bakara: 30)Tefsir