وَلِلْمُطَلَّقٰتِ مَتَاعٌ ۢبِالْمَعْرُوْفِۗ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِيْنَ ٢٤١
- walil'muṭallaqāti
- وَلِلْمُطَلَّقَٰتِ
- ve boşanmış kadınların
- matāʿun
- مَتَٰعٌۢ
- geçimlerini sağlamak
- bil-maʿrūfi
- بِٱلْمَعْرُوفِۖ
- uygun olan şekilde
- ḥaqqan
- حَقًّا
- bir haktır (borçtur)
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-mutaqīna
- ٱلْمُتَّقِينَ
- müttakiler
Boşanan kadınları, haksızlıktan sakınanlara bir borç olmak üzere, uygun bir surette faydalandırma vardır. ([2] Bakara: 241)Tefsir
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيٰتِهٖ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُوْنَ ࣖ ٢٤٢
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- böyle
- yubayyinu
- يُبَيِّنُ
- açıklamaktadır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lakum
- لَكُمْ
- size
- āyātihi
- ءَايَٰتِهِۦ
- ayetlerini
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki
- taʿqilūna
- تَعْقِلُونَ
- düşünürsünüz
Allah ayetlerini düşünesiniz diye böylece açıklamaktadır. ([2] Bakara: 242)Tefsir
۞ اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذِيْنَ خَرَجُوْا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ اُلُوْفٌ حَذَرَ الْمَوْتِۖ فَقَالَ لَهُمُ اللّٰهُ مُوْتُوْا ۗ ثُمَّ اَحْيَاهُمْ ۗ اِنَّ اللّٰهَ لَذُوْ فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُوْنَ ٢٤٣
- alam tara
- أَلَمْ تَرَ
- görmedin mi?
- ilā alladhīna
- إِلَى ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- kharajū
- خَرَجُوا۟
- çıkanları
- min diyārihim
- مِن دِيَٰرِهِمْ
- yurtlarından
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- ulūfun
- أُلُوفٌ
- binlerce kişi iken
- ḥadhara
- حَذَرَ
- korkusuyla
- l-mawti
- ٱلْمَوْتِ
- ölüm
- faqāla
- فَقَالَ
- demişti
- lahumu
- لَهُمُ
- onlara
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- mūtū
- مُوتُوا۟
- Ölün!
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- aḥyāhum
- أَحْيَٰهُمْۚ
- kendilerini diriltmişti
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ladhū
- لَذُو
- sahibidir
- faḍlin
- فَضْلٍ
- ikram
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanlara
- walākinna
- وَلَٰكِنَّ
- ama
- akthara
- أَكْثَرَ
- çoğu
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanların
- lā yashkurūna
- لَا يَشْكُرُونَ
- şükretmezler
Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara "Ölün" dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler. ([2] Bakara: 243)Tefsir
وَقَاتِلُوْا فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ وَاعْلَمُوْٓا اَنَّ اللّٰهَ سَمِيْعٌ عَلِيْمٌ ٢٤٤
- waqātilū
- وَقَٰتِلُوا۟
- ve savaşın
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- wa-iʿ'lamū
- وَٱعْلَمُوٓا۟
- ve bilin ki
- anna
- أَنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- samīʿun
- سَمِيعٌ
- işitendir
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
Allah yolunda savaşın; bilin ki Allah işitir ve bilir. ([2] Bakara: 244)Tefsir
مَنْ ذَا الَّذِيْ يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضٰعِفَهٗ لَهٗٓ اَضْعَافًا كَثِيْرَةً ۗوَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُوْنَ ٢٤٥
- man
- مَّن
- kimdir
- dhā alladhī
- ذَا ٱلَّذِى
- o kimse
- yuq'riḍu
- يُقْرِضُ
- borç olarak verecek
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- qarḍan
- قَرْضًا
- bir borcu
- ḥasanan
- حَسَنًا
- güzel
- fayuḍāʿifahu
- فَيُضَٰعِفَهُۥ
- arttırması karşılığnda
- lahu
- لَهُۥٓ
- ona
- aḍʿāfan
- أَضْعَافًا
- fazlasıyla
- kathīratan
- كَثِيرَةًۚ
- kat kat
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- yaqbiḍu
- يَقْبِضُ
- (rızkı) kısar da
- wayabṣuṭu
- وَيَبْصُۜطُ
- açar da
- wa-ilayhi
- وَإِلَيْهِ
- ve hep O'na
- tur'jaʿūna
- تُرْجَعُونَ
- döndürüleceksiniz
Allah'a, kat kat karşılığını arttıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur? Allah hem darlaştırır, hem bollaştırır; O'na döneceksiniz. ([2] Bakara: 245)Tefsir
اَلَمْ تَرَ اِلَى الْمَلَاِ مِنْۢ بَنِيْٓ اِسْرَاۤءِيْلَ مِنْۢ بَعْدِ مُوْسٰىۘ اِذْ قَالُوْا لِنَبِيٍّ لَّهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُّقَاتِلْ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ۗ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ اَلَّا تُقَاتِلُوْا ۗ قَالُوْا وَمَا لَنَآ اَلَّا نُقَاتِلَ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ وَقَدْاُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَاَبْنَاۤىِٕنَا ۗ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا اِلَّا قَلِيْلًا مِّنْهُمْ ۗوَاللّٰهُ عَلِيْمٌ ۢبِالظّٰلِمِيْنَ ٢٤٦
- alam tara
- أَلَمْ تَرَ
- görmedin mi?
- ilā l-mala-i
- إِلَى ٱلْمَلَإِ
- ileri gelenlerini
- min banī
- مِنۢ بَنِىٓ
- oğullarının
- is'rāīla
- إِسْرَٰٓءِيلَ
- İsrail
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonra
- mūsā
- مُوسَىٰٓ
- Musa'dan
- idh
- إِذْ
- hani
- qālū
- قَالُوا۟
- demişlerdi
- linabiyyin
- لِنَبِىٍّ
- Peygamberlerine
- lahumu
- لَّهُمُ
- onlar
- ib'ʿath
- ٱبْعَثْ
- gönder
- lanā
- لَنَا
- bize
- malikan
- مَلِكًا
- bir hükümdar
- nuqātil
- نُّقَٰتِلْ
- (onun önderliğinde) savaşalım
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِۖ
- Allah
- qāla
- قَالَ
- dedi
- hal ʿasaytum
- هَلْ عَسَيْتُمْ
- olurmu ki?
- in
- إِن
- eğer
- kutiba
- كُتِبَ
- yazılınca (farz kılınınca)
- ʿalaykumu
- عَلَيْكُمُ
- size
- l-qitālu
- ٱلْقِتَالُ
- savaş
- allā tuqātilū
- أَلَّا تُقَٰتِلُوا۟ۖ
- savaşmazsanız
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- wamā lanā
- وَمَا لَنَآ
- bizler
- allā nuqātila
- أَلَّا نُقَٰتِلَ
- neden savaşmayalım
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- waqad
- وَقَدْ
- oysa
- ukh'rij'nā
- أُخْرِجْنَا
- biz çıkarılıp sürüldük
- min diyārinā
- مِن دِيَٰرِنَا
- yurtlarımızdan
- wa-abnāinā
- وَأَبْنَآئِنَاۖ
- ve oğullarımız(ın arasın)dan
- falammā
- فَلَمَّا
- fakat
- kutiba
- كُتِبَ
- yazılınca
- ʿalayhimu
- عَلَيْهِمُ
- kendilerine
- l-qitālu
- ٱلْقِتَالُ
- savaş
- tawallaw
- تَوَلَّوْا۟
- yüz çevirdiler
- illā
- إِلَّا
- hariç
- qalīlan
- قَلِيلًا
- pek azı
- min'hum
- مِّنْهُمْۗ
- içlerinden
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌۢ
- bilir
- bil-ẓālimīna
- بِٱلظَّٰلِمِينَ
- zalimleri
Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerinden birine, "Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. "Ya savaş size farz kılındığında gitmeyecek olursanız?" demişti. "Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmıyalım?" demişlerdi. Ama savaş onlara farz kılınınca, az bir kısmı müstesna yüz cevirdiler. Allah zalimleri bilir. ([2] Bakara: 246)Tefsir
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّٰهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوْتَ مَلِكًا ۗ قَالُوْٓا اَنّٰى يَكُوْنُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِۗ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰىهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهٗ بَسْطَةً فِى الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ ۗ وَاللّٰهُ يُؤْتِيْ مُلْكَهٗ مَنْ يَّشَاۤءُ ۗ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلِيْمٌ ٢٤٧
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- lahum
- لَهُمْ
- onlara
- nabiyyuhum
- نَبِيُّهُمْ
- peygamberleri
- inna
- إِنَّ
- gerçekten
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- qad
- قَدْ
- elbette
- baʿatha
- بَعَثَ
- gönderdi
- lakum
- لَكُمْ
- size
- ṭālūta
- طَالُوتَ
- Talut'u
- malikan
- مَلِكًاۚ
- hükümdar
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler ki
- annā
- أَنَّىٰ
- nasıl
- yakūnu
- يَكُونُ
- olabilir
- lahu
- لَهُ
- onun
- l-mul'ku
- ٱلْمُلْكُ
- hükümdarlık (mülk)
- ʿalaynā
- عَلَيْنَا
- bizim üzerimize
- wanaḥnu
- وَنَحْنُ
- biz
- aḥaqqu
- أَحَقُّ
- daha layıkız
- bil-mul'ki
- بِٱلْمُلْكِ
- hükümdarlığa
- min'hu
- مِنْهُ
- ondan
- walam yu'ta
- وَلَمْ يُؤْتَ
- ve verilmemiştir
- saʿatan
- سَعَةً
- genişlik
- mina l-māli
- مِّنَ ٱلْمَالِۚ
- maldan
- qāla
- قَالَ
- dedi
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- iṣ'ṭafāhu
- ٱصْطَفَىٰهُ
- onu (hükümdar) seçti
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- sizin üzerinize
- wazādahu
- وَزَادَهُۥ
- ve onun artırdı
- basṭatan
- بَسْطَةً
- gücünü
- fī l-ʿil'mi
- فِى ٱلْعِلْمِ
- bilgisinin
- wal-jis'mi
- وَٱلْجِسْمِۖ
- ve cisminin
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- yu'tī
- يُؤْتِى
- verir
- mul'kahu
- مُلْكَهُۥ
- mülkünü
- man
- مَن
- kimseye
- yashāu
- يَشَآءُۚ
- dilediği
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah(ın)
- wāsiʿun
- وَٰسِعٌ
- (lutfu) geniştir
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- (O herşeyi) bilendir
Peygamberleri onlara "Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi" dedi. "Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?" dediler, "Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı" dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir. ([2] Bakara: 247)Tefsir
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِهٖٓ اَنْ يَّأْتِيَكُمُ التَّابُوْتُ فِيْهِ سَكِيْنَةٌ مِّنْ رَّبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِّمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوْسٰى وَاٰلُ هٰرُوْنَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰۤىِٕكَةُ ۗ اِنَّ فِيْ ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَّكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُّؤْمِنِيْنَ ࣖ ٢٤٨
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- lahum
- لَهُمْ
- onlara
- nabiyyuhum
- نَبِيُّهُمْ
- peygamberleri
- inna
- إِنَّ
- muhakkak
- āyata
- ءَايَةَ
- alameti
- mul'kihi
- مُلْكِهِۦٓ
- onun hükümdarlığının
- an yatiyakumu
- أَن يَأْتِيَكُمُ
- size gelmesidir
- l-tābūtu
- ٱلتَّابُوتُ
- (Allah'ın Ahid sandığı) Tabut'un
- fīhi
- فِيهِ
- onun içinde
- sakīnatun
- سَكِينَةٌ
- bir huzur bulunan
- min rabbikum
- مِّن رَّبِّكُمْ
- Rabbinizden
- wabaqiyyatun
- وَبَقِيَّةٌ
- ve bir kalıntı
- mimmā taraka
- مِّمَّا تَرَكَ
- geriye bıraktığından
- ālu
- ءَالُ
- ailesinin
- mūsā
- مُوسَىٰ
- Musa
- waālu
- وَءَالُ
- ve ailesinin
- hārūna
- هَٰرُونَ
- Harun
- taḥmiluhu
- تَحْمِلُهُ
- taşıdığı
- l-malāikatu
- ٱلْمَلَٰٓئِكَةُۚ
- meleklerin
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- fī dhālika
- فِى ذَٰلِكَ
- bunda
- laāyatan
- لَءَايَةً
- kesin bir alamet vardır
- lakum
- لَّكُمْ
- sizin için
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُم
- iseniz
- mu'minīna
- مُّؤْمِنِينَ
- inanan kimseler
Peygamberleri onlara, "Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır, eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır" dedi. ([2] Bakara: 248)Tefsir
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوْتُ بِالْجُنُوْدِ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَلِيْكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّيْۚ وَمَنْ لَّمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهٗ مِنِّيْٓ اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً ۢبِيَدِهٖ ۚ فَشَرِبُوْا مِنْهُ اِلَّا قَلِيْلًا مِّنْهُمْ ۗ فَلَمَّا جَاوَزَهٗ هُوَ وَالَّذِيْنَ اٰمَنُوْا مَعَهٗۙ قَالُوْا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوْتَ وَجُنُوْدِهٖ ۗ قَالَ الَّذِيْنَ يَظُنُّوْنَ اَنَّهُمْ مُّلٰقُوا اللّٰهِ ۙ كَمْ مِّنْ فِئَةٍ قَلِيْلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيْرَةً ۢبِاِذْنِ اللّٰهِ ۗ وَاللّٰهُ مَعَ الصّٰبِرِيْنَ ٢٤٩
- falammā
- فَلَمَّا
- ne zaman ki
- faṣala
- فَصَلَ
- ayrıldığında
- ṭālūtu
- طَالُوتُ
- Talut
- bil-junūdi
- بِٱلْجُنُودِ
- ordularla
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- mub'talīkum
- مُبْتَلِيكُم
- sizi deneyecektir
- binaharin
- بِنَهَرٍ
- bir ırmakla
- faman
- فَمَن
- kim
- shariba
- شَرِبَ
- içerse
- min'hu
- مِنْهُ
- ondan
- falaysa
- فَلَيْسَ
- değildir
- minnī
- مِنِّى
- benden
- waman
- وَمَن
- ve kim
- lam yaṭʿamhu
- لَّمْ يَطْعَمْهُ
- ondan tadmazsa
- fa-innahu
- فَإِنَّهُۥ
- şüphesiz o
- minnī
- مِنِّىٓ
- bendendir;
- illā
- إِلَّا
- dışında
- mani
- مَنِ
- kimsenin
- igh'tarafa
- ٱغْتَرَفَ
- avuçlayan
- ghur'fatan
- غُرْفَةًۢ
- bir avuç
- biyadihi
- بِيَدِهِۦۚ
- eliyle
- fasharibū
- فَشَرِبُوا۟
- hepsi içtiler
- min'hu
- مِنْهُ
- ondan
- illā
- إِلَّا
- hariç
- qalīlan
- قَلِيلًا
- pek azı
- min'hum
- مِّنْهُمْۚ
- içlerinden
- falammā
- فَلَمَّا
- nihayet
- jāwazahu
- جَاوَزَهُۥ
- (ırmağı) geçince
- huwa
- هُوَ
- o (Talut)
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- iman eden
- maʿahu
- مَعَهُۥ
- beraberindekiler
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- lā ṭāqata
- لَا طَاقَةَ
- gücümüz yok
- lanā
- لَنَا
- bizim
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- bugün
- bijālūta
- بِجَالُوتَ
- Calut'a
- wajunūdihi
- وَجُنُودِهِۦۚ
- ve askerlerine karşı
- qāla
- قَالَ
- dedi
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yaẓunnūna
- يَظُنُّونَ
- kanaat getiren
- annahum
- أَنَّهُم
- elbette onların
- mulāqū
- مُّلَٰقُوا۟
- kavuşacaklarına
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- kam
- كَم
- nice
- min fi-atin
- مِّن فِئَةٍ
- topluluk
- qalīlatin
- قَلِيلَةٍ
- az olan
- ghalabat
- غَلَبَتْ
- galib gelmiştir
- fi-atan
- فِئَةً
- topluluğa
- kathīratan
- كَثِيرَةًۢ
- çok olan
- bi-idh'ni
- بِإِذْنِ
- izniyle
- l-lahi
- ٱللَّهِۗ
- Allah'ın
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- maʿa
- مَعَ
- beraberdir
- l-ṣābirīna
- ٱلصَّٰبِرِينَ
- sabredenlerle
Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir" dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: "Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" dediler. ([2] Bakara: 249)Tefsir
وَلَمَّا بَرَزُوْا لِجَالُوْتَ وَجُنُوْدِهٖ قَالُوْا رَبَّنَآ اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَّثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكٰفِرِيْنَ ۗ ٢٥٠
- walammā
- وَلَمَّا
- ne zaman
- barazū
- بَرَزُوا۟
- karşılaşsalar
- lijālūta
- لِجَالُوتَ
- Calut
- wajunūdihi
- وَجُنُودِهِۦ
- ve askerleriyle
- qālū
- قَالُوا۟
- şöyle dediler
- rabbanā
- رَبَّنَآ
- Rabbimiz
- afrigh
- أَفْرِغْ
- dök
- ʿalaynā
- عَلَيْنَا
- üzerimize
- ṣabran
- صَبْرًا
- sabır
- wathabbit
- وَثَبِّتْ
- ve sağlam tut
- aqdāmanā
- أَقْدَامَنَا
- ayaklarımızı
- wa-unṣur'nā
- وَٱنصُرْنَا
- ve bize yardım et
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- l-qawmi
- ٱلْقَوْمِ
- topluluğuna
- l-kāfirīna
- ٱلْكَٰفِرِينَ
- kafirler
Calut ve ordusuna karşı çıktıklarında, "Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden millete karşı bize yardım et" dediler. ([2] Bakara: 250)Tefsir