سَلْ بَنِيْٓ اِسْرَاۤءِيْلَ كَمْ اٰتَيْنٰهُمْ مِّنْ اٰيَةٍ ۢ بَيِّنَةٍ ۗ وَمَنْ يُّبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْۢ بَعْدِ مَا جَاۤءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَدِيْدُ الْعِقَابِ ٢١١
- sal
- سَلْ
- sor
- banī
- بَنِىٓ
- oğullarına
- is'rāīla
- إِسْرَٰٓءِيلَ
- İsrail
- kam
- كَمْ
- nice
- ātaynāhum
- ءَاتَيْنَٰهُم
- onlara verdik
- min āyatin
- مِّنْ ءَايَةٍۭ
- ayetlerden
- bayyinatin
- بَيِّنَةٍۗ
- açık
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yubaddil
- يُبَدِّلْ
- değiştirirse
- niʿ'mata
- نِعْمَةَ
- ni'metini
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonra
- mā jāathu
- مَا جَآءَتْهُ
- geldikten
- fa-inna
- فَإِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'ın
- shadīdu
- شَدِيدُ
- çetindir
- l-ʿiqābi
- ٱلْعِقَابِ
- cezası
İsrailoğullarına sor; onlara apaçık nice ayetler verdik, Allah'ın nimetini, kendisine geldikten sonra kim değiştirirse, bilsin ki, Allah'ın cezası şüphesiz şiddetlidir. ([2] Bakara: 211)Tefsir
زُيِّنَ لِلَّذِيْنَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُوْنَ مِنَ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا ۘ وَالَّذِيْنَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ۗ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَّشَاۤءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ٢١٢
- zuyyina
- زُيِّنَ
- süslü gösterildi
- lilladhīna
- لِلَّذِينَ
- kimselere
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar edenlere
- l-ḥayatu
- ٱلْحَيَوٰةُ
- hayatı
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- wayaskharūna
- وَيَسْخَرُونَ
- ve alay ederler
- mina alladhīna
- مِنَ ٱلَّذِينَ
- kimselerle
- āmanū
- ءَامَنُواۘ
- inanan(lar)
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimselerle
- ittaqaw
- ٱتَّقَوْا۟
- takva sahipleri
- fawqahum
- فَوْقَهُمْ
- onlardan üstündürler
- yawma
- يَوْمَ
- gününde
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِۗ
- kıyamet
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- yarzuqu
- يَرْزُقُ
- rızık verir
- man
- مَن
- kimseye
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilediği
- bighayri ḥisābin
- بِغَيْرِ حِسَابٍ
- hesapsız
İnkar edenlere, dünya hayatı güzel görünür, onlar, inananlarla alay ederler, oysa, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar kıyamet günü onların üstünde olacaklardır. Allah dilediğini hesabsız şekilde rızıklandırır. ([2] Bakara: 212)Tefsir
كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَّاحِدَةً ۗ فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّٖنَ مُبَشِّرِيْنَ وَمُنْذِرِيْنَ ۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتٰبَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيْمَا اخْتَلَفُوْا فِيْهِ ۗ وَمَا اخْتَلَفَ فِيْهِ اِلَّا الَّذِيْنَ اُوْتُوْهُ مِنْۢ بَعْدِ مَا جَاۤءَتْهُمُ الْبَيِّنٰتُ بَغْيًا ۢ بَيْنَهُمْ ۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا لِمَا اخْتَلَفُوْا فِيْهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِهٖ ۗ وَاللّٰهُ يَهْدِيْ مَنْ يَّشَاۤءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيْمٍ ٢١٣
- kāna
- كَانَ
- idi
- l-nāsu
- ٱلنَّاسُ
- insanlar
- ummatan
- أُمَّةً
- ümmet
- wāḥidatan
- وَٰحِدَةً
- bir tek
- fabaʿatha
- فَبَعَثَ
- sonra gönderdi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-nabiyīna
- ٱلنَّبِيِّۦنَ
- peygamberleri
- mubashirīna
- مُبَشِّرِينَ
- müjdeciler
- wamundhirīna
- وَمُنذِرِينَ
- ve uyarıcılar olarak
- wa-anzala
- وَأَنزَلَ
- ve indirdi
- maʿahumu
- مَعَهُمُ
- onlarla beraber
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- Kitabı
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّ
- hak olarak
- liyaḥkuma
- لِيَحْكُمَ
- hükmetmek üzere
- bayna
- بَيْنَ
- arasında
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanlar
- fīmā
- فِيمَا
- (konularda)
- ikh'talafū
- ٱخْتَلَفُوا۟
- anlaşmazlığa düştükleri
- fīhi
- فِيهِۚ
- onda
- wamā
- وَمَا
- ve
- ikh'talafa
- ٱخْتَلَفَ
- anlaşmazlığa düştü(ler)
- fīhi
- فِيهِ
- o(Kitap hakkı)nda
- illā
- إِلَّا
- dışında
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kendilerine
- ūtūhu
- أُوتُوهُ
- (Kitap) verilmiş olanlar
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonra
- mā jāathumu
- مَا جَآءَتْهُمُ
- kendilerine geldikten
- l-bayinātu
- ٱلْبَيِّنَٰتُ
- açık deliller
- baghyan
- بَغْيًۢا
- sırf kıskançlıktan ötürü
- baynahum
- بَيْنَهُمْۖ
- aralarındaki
- fahadā
- فَهَدَى
- bunun üzerine iletti
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- iman eden
- limā ikh'talafū
- لِمَا ٱخْتَلَفُوا۟
- ayrılığa düştükleri
- fīhi
- فِيهِ
- kendisinde
- mina l-ḥaqi
- مِنَ ٱلْحَقِّ
- gerçeğe
- bi-idh'nihi
- بِإِذْنِهِۦۗ
- kendi izniyle
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- yahdī
- يَهْدِى
- iletir
- man
- مَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilediği
- ilā ṣirāṭin
- إِلَىٰ صِرَٰطٍ
- yola
- mus'taqīmin
- مُّسْتَقِيمٍ
- doğru
İnsanlar bir tek ümmetti. Allah peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak Kitaplar indirdi. Ancak Kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah dilediğini doğru yola eriştirir. ([2] Bakara: 213)Tefsir
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَّثَلُ الَّذِيْنَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ ۗ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَاۤءُ وَالضَّرَّاۤءُ وَزُلْزِلُوْا حَتّٰى يَقُوْلَ الرَّسُوْلُ وَالَّذِيْنَ اٰمَنُوْا مَعَهٗ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِ ۗ اَلَآ اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَرِيْبٌ ٢١٤
- am
- أَمْ
- yoksa
- ḥasib'tum
- حَسِبْتُمْ
- sandınız (mı)
- an
- أَن
- ki
- tadkhulū
- تَدْخُلُوا۟
- gireceksiniz
- l-janata
- ٱلْجَنَّةَ
- cennete
- walammā yatikum
- وَلَمَّا يَأْتِكُم
- başınıza gelmeden
- mathalu
- مَّثَلُ
- durumu
- alladhīna khalaw
- ٱلَّذِينَ خَلَوْا۟
- geçenlerin
- min qablikum
- مِن قَبْلِكُمۖ
- sizden önce
- massathumu
- مَّسَّتْهُمُ
- onlara dokunmuştu
- l-basāu
- ٱلْبَأْسَآءُ
- sıkıntı
- wal-ḍarāu
- وَٱلضَّرَّآءُ
- ve yoksulluk
- wazul'zilū
- وَزُلْزِلُوا۟
- ve sarsılmışlardı ki
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- nihayet
- yaqūla
- يَقُولَ
- diyorlardı
- l-rasūlu
- ٱلرَّسُولُ
- peygamber
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan
- maʿahu
- مَعَهُۥ
- onunla birlikte
- matā
- مَتَىٰ
- ne zaman
- naṣru
- نَصْرُ
- yardımı
- l-lahi
- ٱللَّهِۗ
- Allah'ın
- alā
- أَلَآ
- İyi bilin ki
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- naṣra
- نَصْرَ
- yardımı
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- qarībun
- قَرِيبٌ
- yakındır
Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır. ([2] Bakara: 214)Tefsir
يَسْـَٔلُوْنَكَ مَاذَا يُنْفِقُوْنَ ۗ قُلْ مَآ اَنْفَقْتُمْ مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبِيْنَ وَالْيَتٰمٰى وَالْمَسٰكِيْنِ وَابْنِ السَّبِيْلِ ۗ وَمَا تَفْعَلُوْا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِهٖ عَلِيْمٌ ٢١٥
- yasalūnaka
- يَسْـَٔلُونَكَ
- sana soruyorlar
- mādhā
- مَاذَا
- ne
- yunfiqūna
- يُنفِقُونَۖ
- (Allah yolunda) harcayacaklarını
- qul
- قُلْ
- de ki
- mā
- مَآ
- şey
- anfaqtum
- أَنفَقْتُم
- vereceğiniz
- min khayrin
- مِّنْ خَيْرٍ
- hayırdan
- falil'wālidayni
- فَلِلْوَٰلِدَيْنِ
- ana-baba içindir
- wal-aqrabīna
- وَٱلْأَقْرَبِينَ
- ve yakınlar
- wal-yatāmā
- وَٱلْيَتَٰمَىٰ
- ve öksüzler
- wal-masākīni
- وَٱلْمَسَٰكِينِ
- ve yoksullar
- wa-ib'ni l-sabīli
- وَٱبْنِ ٱلسَّبِيلِۗ
- ve yolda kalmış(lar)
- wamā
- وَمَا
- ve ne
- tafʿalū
- تَفْعَلُوا۟
- yaparsanız
- min khayrin
- مِنْ خَيْرٍ
- hayırdan
- fa-inna
- فَإِنَّ
- muhakkak
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- bihi
- بِهِۦ
- onunla birlikte
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilir
Sana, ne sarfedeceklerini sorarlar, de ki: "Sarfedeceğiniz mal, ana baba, yakınlar, yetimler, düşkünler, yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği Allah şüphesiz bilir". ([2] Bakara: 215)Tefsir
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ ۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوْا شَيْـًٔا وَّهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ ۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوْا شَيْـًٔا وَّهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ ۗ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُوْنَ ࣖ ٢١٦
- kutiba
- كُتِبَ
- yazıldı (farz kılındı)
- ʿalaykumu
- عَلَيْكُمُ
- size
- l-qitālu
- ٱلْقِتَالُ
- savaş
- wahuwa
- وَهُوَ
- halbuki o
- kur'hun
- كُرْهٌ
- hoşunuza gitmez
- lakum
- لَّكُمْۖ
- sizin
- waʿasā
- وَعَسَىٰٓ
- olur ki bazen
- an takrahū
- أَن تَكْرَهُوا۟
- hoşlanmadığınız
- shayan
- شَيْـًٔا
- bir şey
- wahuwa
- وَهُوَ
- o
- khayrun
- خَيْرٌ
- hayırlıdır
- lakum
- لَّكُمْۖ
- sizin için
- waʿasā
- وَعَسَىٰٓ
- ve olur ki
- an tuḥibbū
- أَن تُحِبُّوا۟
- hoşlandığınız
- shayan
- شَيْـًٔا
- bir şey (de)
- wahuwa
- وَهُوَ
- o
- sharrun
- شَرٌّ
- kötüdür
- lakum
- لَّكُمْۗ
- sizin için
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- siz ise
- lā taʿlamūna
- لَا تَعْلَمُونَ
- bilmezsiniz
Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir. ([2] Bakara: 216)Tefsir
يَسْـَٔلُوْنَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيْهِۗ قُلْ قِتَالٌ فِيْهِ كَبِيْرٌ ۗ وَصَدٌّ عَنْ سَبِيْلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌۢ بِهٖ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِهٖ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِ ۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ ۗ وَلَا يَزَالُوْنَ يُقَاتِلُوْنَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوْكُمْ عَنْ دِيْنِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُوْا ۗ وَمَنْ يَّرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دِيْنِهٖ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُولٰۤىِٕكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ ۚ وَاُولٰۤىِٕكَ اَصْحٰبُ النَّارِۚ هُمْ فِيْهَا خٰلِدُوْنَ ٢١٧
- yasalūnaka
- يَسْـَٔلُونَكَ
- sana soruyorlar
- ʿani l-shahri
- عَنِ ٱلشَّهْرِ
- ayında
- l-ḥarāmi
- ٱلْحَرَامِ
- haram
- qitālin
- قِتَالٍ
- savaşmaktan
- fīhi
- فِيهِۖ
- onda
- qul
- قُلْ
- de ki
- qitālun
- قِتَالٌ
- savaş
- fīhi
- فِيهِ
- O (aylar)da
- kabīrun
- كَبِيرٌۖ
- büyük bir günahtır
- waṣaddun
- وَصَدٌّ
- ve alıkoymak
- ʿan sabīli
- عَن سَبِيلِ
- yolundan
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- wakuf'run
- وَكُفْرٌۢ
- ve inkar etmek
- bihi
- بِهِۦ
- O'nu
- wal-masjidi
- وَٱلْمَسْجِدِ
- ve Mescid-i
- l-ḥarāmi
- ٱلْحَرَامِ
- Haram(dan)
- wa-ikh'rāju
- وَإِخْرَاجُ
- sürüp çıkarmak
- ahlihi
- أَهْلِهِۦ
- halkını
- min'hu
- مِنْهُ
- ondan (Mekke'den)
- akbaru
- أَكْبَرُ
- daha büyük (bir günahtır)
- ʿinda
- عِندَ
- yanında
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah
- wal-fit'natu
- وَٱلْفِتْنَةُ
- ve fitne
- akbaru
- أَكْبَرُ
- daha büyük(bir günah)tır
- mina l-qatli
- مِنَ ٱلْقَتْلِۗ
- öldürmekten
- walā yazālūna
- وَلَا يَزَالُونَ
- vazgeçmezler
- yuqātilūnakum
- يُقَٰتِلُونَكُمْ
- sizinle savaşmaktan
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- yaruddūkum
- يَرُدُّوكُمْ
- sizi döndürünceye
- ʿan dīnikum
- عَن دِينِكُمْ
- dininizden
- ini
- إِنِ
- eğer
- is'taṭāʿū
- ٱسْتَطَٰعُوا۟ۚ
- güçleri yetse
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yartadid
- يَرْتَدِدْ
- döner
- minkum
- مِنكُمْ
- sizden
- ʿan dīnihi
- عَن دِينِهِۦ
- dininden
- fayamut
- فَيَمُتْ
- ve ölürse
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve o
- kāfirun
- كَافِرٌ
- kafir olarak
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- ḥabiṭat
- حَبِطَتْ
- boşa çıkmıştır
- aʿmāluhum
- أَعْمَٰلُهُمْ
- onların bütün yaptıkları
- fī l-dun'yā
- فِى ٱلدُّنْيَا
- dünyada (da)
- wal-ākhirati
- وَٱلْءَاخِرَةِۖ
- ahirette (de)
- wa-ulāika
- وَأُو۟لَٰٓئِكَ
- ve onlar
- aṣḥābu
- أَصْحَٰبُ
- halkıdır
- l-nāri
- ٱلنَّارِۖ
- ateş
- hum
- هُمْ
- ve onlar
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- khālidūna
- خَٰلِدُونَ
- sürekli kalacaklardır
Sana hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük suçtur. Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, Mescidi Haram'a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak Allah katında daha büyük suçtur. Fitne çıkarmak ise öldürmekten daha büyüktür". Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler. İçinizden dininden dönüp kafir olarak ölen olursa, bunların işleri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, onlar orada temellidirler. ([2] Bakara: 217)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَالَّذِيْنَ هَاجَرُوْا وَجَاهَدُوْا فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ۙ اُولٰۤىِٕكَ يَرْجُوْنَ رَحْمَتَ اللّٰهِ ۗوَاللّٰهُ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ٢١٨
- inna
- إِنَّ
- muhakkak
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- iman edenler
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- hājarū
- هَاجَرُوا۟
- ve hicret edenler
- wajāhadū
- وَجَٰهَدُوا۟
- ve cihat edenler
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar
- yarjūna
- يَرْجُونَ
- umarlar
- raḥmata
- رَحْمَتَ
- rahmetini
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah'ın
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- çok bağışlayan
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- çok merhamet edendir
İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlar ve merhamet eder. ([2] Bakara: 218)Tefsir
۞ يَسْـَٔلُوْنَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۗ قُلْ فِيْهِمَآ اِثْمٌ كَبِيْرٌ وَّمَنَافِعُ لِلنَّاسِۖ وَاِثْمُهُمَآ اَكْبَرُ مِنْ نَّفْعِهِمَاۗ وَيَسْـَٔلُوْنَكَ مَاذَا يُنْفِقُوْنَ ەۗ قُلِ الْعَفْوَۗ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيٰتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُوْنَۙ ٢١٩
- yasalūnaka
- يَسْـَٔلُونَكَ
- sana soruyorlar
- ʿani l-khamri
- عَنِ ٱلْخَمْرِ
- şaraptan
- wal-maysiri
- وَٱلْمَيْسِرِۖ
- ve kumardan
- qul
- قُلْ
- de ki
- fīhimā
- فِيهِمَآ
- o ikisinde vardır
- ith'mun
- إِثْمٌ
- günah
- kabīrun
- كَبِيرٌ
- büyük
- wamanāfiʿu
- وَمَنَٰفِعُ
- ve bazı yararlar
- lilnnāsi
- لِلنَّاسِ
- insanlar için
- wa-ith'muhumā
- وَإِثْمُهُمَآ
- fakat onların günahı
- akbaru
- أَكْبَرُ
- daha büyüktür
- min nafʿihimā
- مِن نَّفْعِهِمَاۗ
- yararından
- wayasalūnaka
- وَيَسْـَٔلُونَكَ
- ve sana soruyorlar
- mādhā
- مَاذَا
- ne
- yunfiqūna
- يُنفِقُونَ
- infak edeceklerini
- quli
- قُلِ
- de ki
- l-ʿafwa
- ٱلْعَفْوَۗ
- Af (ihtiyaçlarınızdan fazlasını)
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- böyle
- yubayyinu
- يُبَيِّنُ
- açıklıyor
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lakumu
- لَكُمُ
- size
- l-āyāti
- ٱلْءَايَٰتِ
- ayetleri
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki
- tatafakkarūna
- تَتَفَكَّرُونَ
- düşünürsünüz
Sana içki ve kumarı sorarlar, de ki: "İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı faydalar vardır. Günahları faydasından daha büyüktür". Ne sarfedeceklerini sana sorarlar, de ki: "Artanı". Böylece Allah, dünya ve ahiret hususunda düşünesiniz diye size ayetleri açıklar. ([2] Bakara: 219)Tefsir
فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ ۗ وَيَسْـَٔلُوْنَكَ عَنِ الْيَتٰمٰىۗ قُلْ اِصْلَاحٌ لَّهُمْ خَيْرٌ ۗ وَاِنْ تُخَالِطُوْهُمْ فَاِخْوَانُكُمْ ۗ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ ۗ وَلَوْ شَاۤءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْ اِنَّ اللّٰهَ عَزِيْزٌ حَكِيْمٌ ٢٢٠
- fī
- فِى
- (hakkında)
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- wal-ākhirati
- وَٱلْءَاخِرَةِۗ
- ve ahiret
- wayasalūnaka
- وَيَسْـَٔلُونَكَ
- ve sana soruyarlar
- ʿani l-yatāmā
- عَنِ ٱلْيَتَٰمَىٰۖ
- öksüzlerden
- qul
- قُلْ
- de ki
- iṣ'lāḥun
- إِصْلَاحٌ
- ıslah etmek
- lahum
- لَّهُمْ
- onları(n durumlarını)
- khayrun
- خَيْرٌۖ
- hayırlıdır
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- tukhāliṭūhum
- تُخَالِطُوهُمْ
- onlara karışırsanız
- fa-ikh'wānukum
- فَإِخْوَٰنُكُمْۚ
- sizin kardeşlerinizdir
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir
- l-muf'sida
- ٱلْمُفْسِدَ
- bozanı
- mina l-muṣ'liḥi
- مِنَ ٱلْمُصْلِحِۚ
- ıslah edenden
- walaw
- وَلَوْ
- ve eğer
- shāa
- شَآءَ
- dileseydi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- la-aʿnatakum
- لَأَعْنَتَكُمْۚ
- sizi zora sokardı
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ʿazīzun
- عَزِيزٌ
- daima üstündür
- ḥakīmun
- حَكِيمٌ
- hüküm ve hikmet sahibidir
Sana yetimleri sorarlar, de ki: "Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır". Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah düzeltenden bozanı ayırdetmesini bilir. Allah dileseydi sizi zora sokardı. Allah şüphesiz güçlüdür, Hakim'dir. ([2] Bakara: 220)Tefsir