فَمَنْۢ بَدَّلَهٗ بَعْدَمَا سَمِعَهٗ فَاِنَّمَآ اِثْمُهٗ عَلَى الَّذِيْنَ يُبَدِّلُوْنَهٗ ۗ اِنَّ اللّٰهَ سَمِيْعٌ عَلِيْمٌ ۗ ١٨١
- faman
- فَمَنۢ
- artık kim
- baddalahu
- بَدَّلَهُۥ
- (vasiyyeti) değiştirirse
- baʿdamā
- بَعْدَمَا
- sonra bir şey
- samiʿahu
- سَمِعَهُۥ
- işittikten
- fa-innamā
- فَإِنَّمَآ
- elbette
- ith'muhu
- إِثْمُهُۥ
- günahı
- ʿalā
- عَلَى
- üzerinedir
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- yubaddilūnahu
- يُبَدِّلُونَهُۥٓۚ
- onu değiştiren
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- samīʿun
- سَمِيعٌ
- işitendir
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
Vasiyeti işittikten sonra değiştiren olursa, bunun günahı değiştirenin üzerinedir. Allah şüphesiz işitir ve bilir. ([2] Bakara: 181)Tefsir
فَمَنْ خَافَ مِنْ مُّوْصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَآ اِثْمَ عَلَيْهِ ۗ اِنَّ اللّٰهَ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ࣖ ١٨٢
- faman
- فَمَنْ
- her kim de
- khāfa
- خَافَ
- korkar da
- min mūṣin
- مِن مُّوصٍ
- vasiyyet edenden
- janafan
- جَنَفًا
- hata(sından)
- aw
- أَوْ
- veya
- ith'man
- إِثْمًا
- günah(ından)
- fa-aṣlaḥa
- فَأَصْلَحَ
- ve düzeltirse
- baynahum
- بَيْنَهُمْ
- aralarını
- falā
- فَلَآ
- yoktur
- ith'ma
- إِثْمَ
- günah
- ʿalayhi
- عَلَيْهِۚ
- ona
- inna
- إِنَّ
- elbette
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- bağışlayandır
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- esirgeyendir
Vasiyet edenin yanılacağından veya günaha gireceğinden endişe duyan kimse, ilgililerin arasını düzeltirse ona günah yoktur. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder. ([2] Bakara: 182)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِيْنَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُوْنَۙ ١٨٣
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- iman eden
- kutiba
- كُتِبَ
- yazıldı
- ʿalaykumu
- عَلَيْكُمُ
- sizin üzerinize de
- l-ṣiyāmu
- ٱلصِّيَامُ
- oruç
- kamā
- كَمَا
- gibi
- kutiba
- كُتِبَ
- yazıldığı
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- min qablikum
- مِن قَبْلِكُمْ
- sizden önceki(ler)
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki siz
- tattaqūna
- تَتَّقُونَ
- korunursunuz
Ey İnananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamıyanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir. Oruç tutmanız eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır. ([2] Bakara: 183)Tefsir
اَيَّامًا مَّعْدُوْدٰتٍۗ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَّرِيْضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ اَيَّامٍ اُخَرَ ۗ وَعَلَى الَّذِيْنَ يُطِيْقُوْنَهٗ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِيْنٍۗ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهٗ ۗ وَاَنْ تَصُوْمُوْا خَيْرٌ لَّكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُوْنَ ١٨٤
- ayyāman
- أَيَّامًا
- günlerdir
- maʿdūdātin
- مَّعْدُودَٰتٍۚ
- sayılı
- faman
- فَمَن
- kim
- kāna
- كَانَ
- olursa
- minkum
- مِنكُم
- sizden
- marīḍan
- مَّرِيضًا
- hasta
- aw
- أَوْ
- veya
- ʿalā safarin
- عَلَىٰ سَفَرٍ
- seferde
- faʿiddatun
- فَعِدَّةٌ
- sayısınca tutar
- min ayyāmin
- مِّنْ أَيَّامٍ
- günlerde
- ukhara
- أُخَرَۚ
- başka
- waʿalā
- وَعَلَى
- ve (lazımdır)
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- yuṭīqūnahu
- يُطِيقُونَهُۥ
- ona (güç) dayanan(lar)
- fid'yatun
- فِدْيَةٌ
- fidye vermesi
- ṭaʿāmu
- طَعَامُ
- doyuracak
- mis'kīnin
- مِسْكِينٍۖ
- bir yoksulu
- faman
- فَمَن
- artık kim
- taṭawwaʿa
- تَطَوَّعَ
- gönülden
- khayran
- خَيْرًا
- bir iyilik yaparsa
- fahuwa
- فَهُوَ
- o
- khayrun
- خَيْرٌ
- hayırlıdır
- lahu
- لَّهُۥۚ
- kendisi için
- wa-an
- وَأَن
- ve
- taṣūmū
- تَصُومُوا۟
- oruç tutmanız
- khayrun
- خَيْرٌ
- daha hayırlıdır
- lakum
- لَّكُمْۖ
- sizin için
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- siz
- taʿlamūna
- تَعْلَمُونَ
- bilirseniz
Ey İnananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamıyanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir. Oruç tutmanız eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır. ([2] Bakara: 184)Tefsir
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيْٓ اُنْزِلَ فِيْهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنٰتٍ مِّنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ ۗ وَمَنْ كَانَ مَرِيْضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ اَيَّامٍ اُخَرَ ۗ يُرِيْدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرِيْدُ بِكُمُ الْعُسْرَ ۖ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰىكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُوْنَ ١٨٥
- shahru
- شَهْرُ
- ayı
- ramaḍāna
- رَمَضَانَ
- ramazan
- alladhī
- ٱلَّذِىٓ
- ki
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilmiştir
- fīhi
- فِيهِ
- onda
- l-qur'ānu
- ٱلْقُرْءَانُ
- Kur'an
- hudan
- هُدًى
- hidayet olarak
- lilnnāsi
- لِّلنَّاسِ
- insanlara
- wabayyinātin
- وَبَيِّنَٰتٍ
- ve açıklayıcı
- mina l-hudā
- مِّنَ ٱلْهُدَىٰ
- hidayeti
- wal-fur'qāni
- وَٱلْفُرْقَانِۚ
- doğruyu ve yanlışı ayırdetmeyi
- faman
- فَمَن
- kim
- shahida
- شَهِدَ
- şahit olursa
- minkumu
- مِنكُمُ
- içinizden
- l-shahra
- ٱلشَّهْرَ
- o aya
- falyaṣum'hu
- فَلْيَصُمْهُۖ
- oruç tutsun
- waman
- وَمَن
- kim
- kāna
- كَانَ
- olur
- marīḍan
- مَرِيضًا
- hasta
- aw
- أَوْ
- yahut
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzere olursa
- safarin
- سَفَرٍ
- sefer
- faʿiddatun
- فَعِدَّةٌ
- sayısınca tutsun
- min ayyāmin
- مِّنْ أَيَّامٍ
- günlerde
- ukhara
- أُخَرَۗ
- başka
- yurīdu
- يُرِيدُ
- ister
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bikumu
- بِكُمُ
- sizin için
- l-yus'ra
- ٱلْيُسْرَ
- kolaylık
- walā yurīdu
- وَلَا يُرِيدُ
- istemez
- bikumu
- بِكُمُ
- sizin için
- l-ʿus'ra
- ٱلْعُسْرَ
- güçlük
- walituk'milū
- وَلِتُكْمِلُوا۟
- ve tamamlamanızı (ister)
- l-ʿidata
- ٱلْعِدَّةَ
- sayıyı
- walitukabbirū
- وَلِتُكَبِّرُوا۟
- ve yüceltmenizi (ister)
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'ı
- ʿalā
- عَلَىٰ
- dolayı
- mā hadākum
- مَا هَدَىٰكُمْ
- size doğru yolu gösterdiğinden
- walaʿallakum
- وَلَعَلَّكُمْ
- ve umulur ki siz
- tashkurūna
- تَشْكُرُونَ
- şükredersiniz
Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık O'nu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz. ([2] Bakara: 185)Tefsir
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَادِيْ عَنِّيْ فَاِنِّيْ قَرِيْبٌ ۗ اُجِيْبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَجِيْبُوْا لِيْ وَلْيُؤْمِنُوْا بِيْ لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُوْنَ ١٨٦
- wa-idhā
- وَإِذَا
- ve ne zaman
- sa-alaka
- سَأَلَكَ
- sana sorar(lar)sa
- ʿibādī
- عِبَادِى
- kullarım
- ʿannī
- عَنِّى
- benden
- fa-innī
- فَإِنِّى
- şüphesiz ben
- qarībun
- قَرِيبٌۖ
- (onlara) yakınım
- ujību
- أُجِيبُ
- karşılık veririm
- daʿwata
- دَعْوَةَ
- du'asına
- l-dāʿi
- ٱلدَّاعِ
- du'a edenin
- idhā
- إِذَا
- zaman
- daʿāni
- دَعَانِۖ
- bana du'a ettiği
- falyastajībū
- فَلْيَسْتَجِيبُوا۟
- O halde onlar da karşılık versinler
- lī
- لِى
- bana
- walyu'minū
- وَلْيُؤْمِنُوا۟
- inansınlar ki
- bī
- بِى
- bana
- laʿallahum
- لَعَلَّهُمْ
- böylece onlar
- yarshudūna
- يَرْشُدُونَ
- doğru yola erişirler
Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar. ([2] Bakara: 186)Tefsir
اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَاۤىِٕكُمْ ۗ هُنَّ لِبَاسٌ لَّكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَّهُنَّ ۗ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُوْنَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْ ۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوْهُنَّ وَابْتَغُوْا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ ۗ وَكُلُوْا وَاشْرَبُوْا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوْهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُوْنَۙ فِى الْمَسٰجِدِ ۗ تِلْكَ حُدُوْدُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوْهَاۗ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيٰتِهٖ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُوْنَ ١٨٧
- uḥilla
- أُحِلَّ
- helal kılındı
- lakum
- لَكُمْ
- size
- laylata
- لَيْلَةَ
- gecesi
- l-ṣiyāmi
- ٱلصِّيَامِ
- oruç
- l-rafathu
- ٱلرَّفَثُ
- yaklaşmak
- ilā nisāikum
- إِلَىٰ نِسَآئِكُمْۚ
- kadınlarınıza
- hunna
- هُنَّ
- onlar
- libāsun
- لِبَاسٌ
- elbisenizdir
- lakum
- لَّكُمْ
- sizin
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- ve siz de
- libāsun
- لِبَاسٌ
- elbisesisiniz
- lahunna
- لَّهُنَّۗ
- onların
- ʿalima
- عَلِمَ
- bildi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- annakum
- أَنَّكُمْ
- gerçekten siz
- kuntum
- كُنتُمْ
- olduğunuzu
- takhtānūna
- تَخْتَانُونَ
- yazık ediyorsunuz
- anfusakum
- أَنفُسَكُمْ
- kendinize
- fatāba
- فَتَابَ
- tevbenizi kabul etti
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- sizden
- waʿafā
- وَعَفَا
- ve affetti
- ʿankum
- عَنكُمْۖ
- sizi
- fal-āna
- فَٱلْـَٰٔنَ
- artık şimdi
- bāshirūhunna
- بَٰشِرُوهُنَّ
- onlara yaklaşın
- wa-ib'taghū
- وَٱبْتَغُوا۟
- ve arayın
- mā
- مَا
- şeyleri
- kataba
- كَتَبَ
- yaz(ıp takdir etmiş ol)duğu
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- lakum
- لَكُمْۚ
- sizin için
- wakulū
- وَكُلُوا۟
- ve yiyin
- wa-ish'rabū
- وَٱشْرَبُوا۟
- ve için
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- yatabayyana
- يَتَبَيَّنَ
- ayırdelinceye
- lakumu
- لَكُمُ
- sizce
- l-khayṭu
- ٱلْخَيْطُ
- iplik
- l-abyaḍu
- ٱلْأَبْيَضُ
- beyaz
- mina l-khayṭi
- مِنَ ٱلْخَيْطِ
- iplikten
- l-aswadi
- ٱلْأَسْوَدِ
- siyah
- mina l-fajri
- مِنَ ٱلْفَجْرِۖ
- şafağın
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- atimmū
- أَتِمُّوا۟
- tamamlayın
- l-ṣiyāma
- ٱلصِّيَامَ
- orucu
- ilā
- إِلَى
- dek
- al-layli
- ٱلَّيْلِۚ
- gece (oluncaya)
- walā tubāshirūhunna
- وَلَا تُبَٰشِرُوهُنَّ
- (kadınlara) yaklaşmayın
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- siz
- ʿākifūna
- عَٰكِفُونَ
- ibadete çekilmiş iken
- fī l-masājidi
- فِى ٱلْمَسَٰجِدِۗ
- mescidlerde
- til'ka
- تِلْكَ
- bunlar
- ḥudūdu
- حُدُودُ
- sınırlarıdır
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- falā taqrabūhā
- فَلَا تَقْرَبُوهَاۗ
- bunlara yaklaşmayın
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- işte böyle
- yubayyinu
- يُبَيِّنُ
- açıklar ki
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- āyātihi
- ءَايَٰتِهِۦ
- ayetlerini
- lilnnāsi
- لِلنَّاسِ
- insanlara
- laʿallahum
- لَعَلَّهُمْ
- umulur ki
- yattaqūna
- يَتَّقُونَ
- korunup sakınırlar
Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tevbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın. Allah insanlara yasaklardan sakınsınlar diye ayetlerini böylece apaçık bildirir. ([2] Bakara: 187)Tefsir
وَلَا تَأْكُلُوْٓا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوْا بِهَآ اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوْا فَرِيْقًا مِّنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُوْنَ ࣖ ١٨٨
- walā takulū
- وَلَا تَأْكُلُوٓا۟
- yemeyin
- amwālakum
- أَمْوَٰلَكُم
- mallarınızı
- baynakum
- بَيْنَكُم
- aranızda
- bil-bāṭili
- بِٱلْبَٰطِلِ
- batıl (sebepler) ile
- watud'lū
- وَتُدْلُوا۟
- ve atmayın
- bihā
- بِهَآ
- onları
- ilā l-ḥukāmi
- إِلَى ٱلْحُكَّامِ
- hakimler(in önün)e
- litakulū
- لِتَأْكُلُوا۟
- yemeniz için
- farīqan
- فَرِيقًا
- bir kısmını
- min amwāli
- مِّنْ أَمْوَٰلِ
- mallarından
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanların
- bil-ith'mi
- بِٱلْإِثْمِ
- günah bir biçimde
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- ve siz
- taʿlamūna
- تَعْلَمُونَ
- bildiğiniz halde
Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin; bildiğiniz halde günaha girerek insanların mallarından bir kısmını yemek için onu hakimlere aktarmayın. ([2] Bakara: 188)Tefsir
۞ يَسـَٔلُوْنَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِ ۗ قُلْ هِيَ مَوَاقِيْتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ ۗ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوْتَ مِنْ ظُهُوْرِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ وَأْتُوا الْبُيُوْتَ مِنْ اَبْوَابِهَا ۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُوْنَ ١٨٩
- yasalūnaka
- يَسْـَٔلُونَكَ
- sana soruyorlar
- ʿani l-ahilati
- عَنِ ٱلْأَهِلَّةِۖ
- hilallerden
- qul
- قُلْ
- de ki
- hiya
- هِىَ
- onlar
- mawāqītu
- مَوَٰقِيتُ
- vakit ölçüleridir
- lilnnāsi
- لِلنَّاسِ
- insanlar için
- wal-ḥaji
- وَٱلْحَجِّۗ
- ve hac
- walaysa
- وَلَيْسَ
- ve değildir
- l-biru
- ٱلْبِرُّ
- iyilik
- bi-an tatū
- بِأَن تَأْتُوا۟
- girmek
- l-buyūta
- ٱلْبُيُوتَ
- evlere
- min ẓuhūrihā
- مِن ظُهُورِهَا
- arkalarından
- walākinna
- وَلَٰكِنَّ
- fakat
- l-bira
- ٱلْبِرَّ
- iyilik
- mani
- مَنِ
- kişinin
- ittaqā
- ٱتَّقَىٰۗ
- takvasıdır
- watū
- وَأْتُوا۟
- ve girin
- l-buyūta
- ٱلْبُيُوتَ
- evlere
- min abwābihā
- مِنْ أَبْوَٰبِهَاۚ
- kapılarından
- wa-ittaqū
- وَٱتَّقُوا۟
- ve sakının
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'tan
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki
- tuf'liḥūna
- تُفْلِحُونَ
- kurtuluşa erersiniz
Sana hilal halindeki ayları sorarlar. De ki: "Onlar, insanların ve hac vakitlerinin ölçüsüdür". Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza erersiniz. ([2] Bakara: 189)Tefsir
وَقَاتِلُوْا فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ الَّذِيْنَ يُقَاتِلُوْنَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوْا ۗ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِيْنَ ١٩٠
- waqātilū
- وَقَٰتِلُوا۟
- ve savaşın
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerle
- yuqātilūnakum
- يُقَٰتِلُونَكُمْ
- sizinle savaşan(lar)
- walā taʿtadū
- وَلَا تَعْتَدُوٓا۟ۚ
- aşırı gitmeyin
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā yuḥibbu
- لَا يُحِبُّ
- sevmez
- l-muʿ'tadīna
- ٱلْمُعْتَدِينَ
- aşırı gidenleri
Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. ([2] Bakara: 190)Tefsir