وَمَثَلُ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا كَمَثَلِ الَّذِيْ يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَاۤءً وَّنِدَاۤءً ۗ صُمٌّ ۢ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُوْنَ ١٧١
- wamathalu
- وَمَثَلُ
- durumu
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden
- kamathali
- كَمَثَلِ
- haline benzer
- alladhī
- ٱلَّذِى
- kimsenin
- yanʿiqu
- يَنْعِقُ
- haykıran
- bimā
- بِمَا
- şeylere(hayvanlara)
- lā yasmaʿu
- لَا يَسْمَعُ
- bir şey işitmeyen
- illā
- إِلَّا
- başka
- duʿāan
- دُعَآءً
- çağırmadan
- wanidāan
- وَنِدَآءًۚ
- ve bağırtıdan
- ṣummun
- صُمٌّۢ
- sağırdırlar
- buk'mun
- بُكْمٌ
- dilsizdirler
- ʿum'yun
- عُمْىٌ
- kördürler
- fahum
- فَهُمْ
- onun için onlar
- lā yaʿqilūna
- لَا يَعْقِلُونَ
- düşünmezler
İnkar edenlerin durumu, çağırma ve bağırmadan başkasını duymayarak haykıran gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akledemezler. ([2] Bakara: 171)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا كُلُوْا مِنْ طَيِّبٰتِ مَا رَزَقْنٰكُمْ وَاشْكُرُوْا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُوْنَ ١٧٢
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inananlar
- kulū
- كُلُوا۟
- yeyin
- min ṭayyibāti
- مِن طَيِّبَٰتِ
- iyilerinden
- mā
- مَا
- ne ki
- razaqnākum
- رَزَقْنَٰكُمْ
- size rızık olarak verdik
- wa-ush'kurū
- وَٱشْكُرُوا۟
- ve şükredin
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'a
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- iseniz
- iyyāhu
- إِيَّاهُ
- yalnızca ona
- taʿbudūna
- تَعْبُدُونَ
- (ona) tapıyor
Ey İnananlar! Sizi rızıklandırdığımızın temizlerinden yiyin; yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin. ([2] Bakara: 172)Tefsir
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزِيْرِ وَمَآ اُهِلَّ بِهٖ لِغَيْرِ اللّٰهِ ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَّلَا عَادٍ فَلَآ اِثْمَ عَلَيْهِ ۗ اِنَّ اللّٰهَ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ١٧٣
- innamā
- إِنَّمَا
- şüphesiz
- ḥarrama
- حَرَّمَ
- haram kıldı
- ʿalaykumu
- عَلَيْكُمُ
- size
- l-maytata
- ٱلْمَيْتَةَ
- leş
- wal-dama
- وَٱلدَّمَ
- ve kan
- walaḥma
- وَلَحْمَ
- ve etini
- l-khinzīri
- ٱلْخِنزِيرِ
- domuz
- wamā
- وَمَآ
- ve şeyleri
- uhilla
- أُهِلَّ
- kesilen
- bihi
- بِهِۦ
- adına
- lighayri
- لِغَيْرِ
- başkası
- l-lahi
- ٱللَّهِۖ
- Allah'tan
- famani
- فَمَنِ
- ama kim
- uḍ'ṭurra
- ٱضْطُرَّ
- mecbur kalırsa
- ghayra bāghin
- غَيْرَ بَاغٍ
- saldırmaksızın
- walā ʿādin
- وَلَا عَادٍ
- ve sınırı aşmaksızın
- falā
- فَلَآ
- yoktur
- ith'ma
- إِثْمَ
- günah
- ʿalayhi
- عَلَيْهِۚ
- ona
- inna
- إِنَّ
- muhakkak ki
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- çok bağışlayandır
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- çok esirgeyendir
Şüphesiz size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesilen hayvanı haram kılmıştır; fakat, darda kalana, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere günah sayılmaz. Çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir. ([2] Bakara: 173)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ يَكْتُمُوْنَ مَآ اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتٰبِ وَيَشْتَرُوْنَ بِهٖ ثَمَنًا قَلِيْلًاۙ اُولٰۤىِٕكَ مَا يَأْكُلُوْنَ فِيْ بُطُوْنِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكِّيْهِمْ ۚوَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيْمٌ ١٧٤
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yaktumūna
- يَكْتُمُونَ
- gizleyen
- mā
- مَآ
- bir şey
- anzala
- أَنزَلَ
- indirdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- mina l-kitābi
- مِنَ ٱلْكِتَٰبِ
- Kitaptan
- wayashtarūna
- وَيَشْتَرُونَ
- ve satanlar
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- thamanan
- ثَمَنًا
- paraya
- qalīlan
- قَلِيلًاۙ
- azıcık
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar
- mā
- مَا
- bir şey
- yakulūna
- يَأْكُلُونَ
- yemezler
- fī buṭūnihim
- فِى بُطُونِهِمْ
- karınlarına
- illā
- إِلَّا
- başka
- l-nāra
- ٱلنَّارَ
- ateşten
- walā yukallimuhumu
- وَلَا يُكَلِّمُهُمُ
- onlara konuşmayacak
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- yawma
- يَوْمَ
- günü
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِ
- Kıyamet
- walā yuzakkīhim
- وَلَا يُزَكِّيهِمْ
- ve onları temizlemeyecektir
- walahum
- وَلَهُمْ
- ve onlar için vardır
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- alīmun
- أَلِيمٌ
- acıklı
Gerçekten, Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi gizlemede bulunup onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak ateştir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları günahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azab vardır. ([2] Bakara: 174)Tefsir
اُولٰۤىِٕكَ الَّذِيْنَ اشْتَرَوُا الضَّلٰلَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِ ۚ فَمَآ اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ ١٧٥
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- onlar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerdir
- ish'tarawū
- ٱشْتَرَوُا۟
- satın alan
- l-ḍalālata
- ٱلضَّلَٰلَةَ
- sapıklığı
- bil-hudā
- بِٱلْهُدَىٰ
- hidayet karşılığında
- wal-ʿadhāba
- وَٱلْعَذَابَ
- ve azab
- bil-maghfirati
- بِٱلْمَغْفِرَةِۚ
- mağfiret karşılığında
- famā
- فَمَآ
- ne kadar
- aṣbarahum
- أَصْبَرَهُمْ
- cesaretlidirler
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- l-nāri
- ٱلنَّارِ
- ateşe
Onlar doğruluk yerine sapıklığı, mağfiret yerine azabı alanlardır. ([2] Bakara: 175)Tefsir
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتٰبَ بِالْحَقِّ ۗ وَاِنَّ الَّذِيْنَ اخْتَلَفُوْا فِى الْكِتٰبِ لَفِيْ شِقَاقٍۢ بَعِيْدٍ ࣖ ١٧٦
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- işte böyle
- bi-anna
- بِأَنَّ
- gerçekten
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- nazzala
- نَزَّلَ
- indirmiştir
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- Kitabı
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّۗ
- hak olarak
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve elbette
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- ikh'talafū
- ٱخْتَلَفُوا۟
- ayrılığa düşen
- fī l-kitābi
- فِى ٱلْكِتَٰبِ
- Kitapta
- lafī
- لَفِى
- içindedirler
- shiqāqin
- شِقَاقٍۭ
- anlaşmazlık
- baʿīdin
- بَعِيدٍ
- derin bir
Bu da, Allah'ın Kitab'ı doğru olarak indirmesinden ileri geliyor. Kitap hakkında ayrılığa düşenler doğrusu derin bir çıkmazdadırlar. ([2] Bakara: 176)Tefsir
۞ لَيْسَ الْبِرَّاَنْ تُوَلُّوْا وُجُوْهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰۤىِٕكَةِ وَالْكِتٰبِ وَالنَّبِيّٖنَ ۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّهٖ ذَوِى الْقُرْبٰى وَالْيَتٰمٰى وَالْمَسٰكِيْنَ وَابْنَ السَّبِيْلِۙ وَالسَّاۤىِٕلِيْنَ وَفىِ الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ ۚ وَالْمُوْفُوْنَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُوْا ۚ وَالصّٰبِرِيْنَ فِى الْبَأْسَاۤءِ وَالضَّرَّاۤءِ وَحِيْنَ الْبَأْسِۗ اُولٰۤىِٕكَ الَّذِيْنَ صَدَقُوْا ۗوَاُولٰۤىِٕكَ هُمُ الْمُتَّقُوْنَ ١٧٧
- laysa
- لَّيْسَ
- değildir
- l-bira
- ٱلْبِرَّ
- iyilik
- an tuwallū
- أَن تُوَلُّوا۟
- çevirmeniz
- wujūhakum
- وُجُوهَكُمْ
- yüzlerinizi
- qibala
- قِبَلَ
- tarafına
- l-mashriqi
- ٱلْمَشْرِقِ
- doğu
- wal-maghribi
- وَٱلْمَغْرِبِ
- ve batı
- walākinna
- وَلَٰكِنَّ
- fakat
- l-bira
- ٱلْبِرَّ
- iyilik
- man
- مَنْ
- kişinin
- āmana
- ءَامَنَ
- inanmasıdır
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- wal-yawmi
- وَٱلْيَوْمِ
- ve gününe
- l-ākhiri
- ٱلْءَاخِرِ
- ahiret
- wal-malāikati
- وَٱلْمَلَٰٓئِكَةِ
- ve meleklere
- wal-kitābi
- وَٱلْكِتَٰبِ
- ve Kitaba
- wal-nabiyīna
- وَٱلنَّبِيِّۦنَ
- ve peygamberlere
- waātā
- وَءَاتَى
- ve vermesidir
- l-māla
- ٱلْمَالَ
- malını
- ʿalā ḥubbihi
- عَلَىٰ حُبِّهِۦ
- sevdiği
- dhawī l-qur'bā
- ذَوِى ٱلْقُرْبَىٰ
- yakınlara
- wal-yatāmā
- وَٱلْيَتَٰمَىٰ
- ve yetimlere
- wal-masākīna
- وَٱلْمَسَٰكِينَ
- ve yoksullara
- wa-ib'na
- وَٱبْنَ
- ve
- l-sabīli
- ٱلسَّبِيلِ
- yolda kalmışlara
- wal-sāilīna
- وَٱلسَّآئِلِينَ
- ve dilencilere
- wafī
- وَفِى
- ve
- l-riqābi
- ٱلرِّقَابِ
- kölelere
- wa-aqāma
- وَأَقَامَ
- ve kılmasıdır
- l-ṣalata
- ٱلصَّلَوٰةَ
- namazı
- waātā
- وَءَاتَى
- ve vermesidir
- l-zakata
- ٱلزَّكَوٰةَ
- zekatı
- wal-mūfūna
- وَٱلْمُوفُونَ
- yerine getirmeleridir
- biʿahdihim
- بِعَهْدِهِمْ
- andlaşmalarını
- idhā
- إِذَا
- zaman
- ʿāhadū
- عَٰهَدُوا۟ۖ
- andlaşma yaptıkları
- wal-ṣābirīna
- وَٱلصَّٰبِرِينَ
- ve sabrederler
- fī l-basāi
- فِى ٱلْبَأْسَآءِ
- sıkıntıda
- wal-ḍarāi
- وَٱلضَّرَّآءِ
- ve hastalıkta
- waḥīna
- وَحِينَ
- ve zamanında
- l-basi
- ٱلْبَأْسِۗ
- savaş
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerdir
- ṣadaqū
- صَدَقُوا۟ۖ
- doğru olan
- wa-ulāika
- وَأُو۟لَٰٓئِكَ
- ve işte onlar
- humu
- هُمُ
- onlardır
- l-mutaqūna
- ٱلْمُتَّقُونَ
- muttakiler
Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir; Lakin iyi olan, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitap'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır. ([2] Bakara: 177)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِى الْقَتْلٰىۗ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۗ فَمَنْ عُفِيَ لَهٗ مِنْ اَخِيْهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ ۢبِالْمَعْرُوْفِ وَاَدَاۤءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍ ۗ ذٰلِكَ تَخْفِيْفٌ مِّنْ رَّبِّكُمْ وَرَحْمَةٌ ۗفَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهٗ عَذَابٌ اَلِيْمٌ ١٧٨
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- iman edenler
- kutiba
- كُتِبَ
- farz kılındı
- ʿalaykumu
- عَلَيْكُمُ
- size
- l-qiṣāṣu
- ٱلْقِصَاصُ
- kısas
- fī l-qatlā
- فِى ٱلْقَتْلَىۖ
- öldürmelerde
- l-ḥuru
- ٱلْحُرُّ
- hür
- bil-ḥuri
- بِٱلْحُرِّ
- hür ile
- wal-ʿabdu
- وَٱلْعَبْدُ
- köle
- bil-ʿabdi
- بِٱلْعَبْدِ
- köle ile
- wal-unthā
- وَٱلْأُنثَىٰ
- kadın
- bil-unthā
- بِٱلْأُنثَىٰۚ
- kadın ile
- faman
- فَمَنْ
- kimse
- ʿufiya
- عُفِىَ
- affedilen
- lahu
- لَهُۥ
- kendisi
- min
- مِنْ
- tarafından
- akhīhi
- أَخِيهِ
- kardeşi
- shayon
- شَىْءٌ
- bir şey
- fa-ittibāʿun
- فَٱتِّبَاعٌۢ
- artık uymalıdır
- bil-maʿrūfi
- بِٱلْمَعْرُوفِ
- örfe
- wa-adāon
- وَأَدَآءٌ
- ve (diyeti) ödemelidir
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- ona
- bi-iḥ'sānin
- بِإِحْسَٰنٍۗ
- güzelce
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bu
- takhfīfun
- تَخْفِيفٌ
- bir hafifletme
- min
- مِّن
- tarafından
- rabbikum
- رَّبِّكُمْ
- Rabbiniz
- waraḥmatun
- وَرَحْمَةٌۗ
- ve rahmettir
- famani
- فَمَنِ
- artk kim
- iʿ'tadā
- ٱعْتَدَىٰ
- haddi aşarsa
- baʿda
- بَعْدَ
- sonra
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bundan
- falahu
- فَلَهُۥ
- onun için vardır
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- alīmun
- أَلِيمٌ
- acıklı
Ey İnananlar! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır. ([2] Bakara: 178)Tefsir
وَلَكُمْ فِى الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يّٰٓاُولِى الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُوْنَ ١٧٩
- walakum
- وَلَكُمْ
- ve sizin için vardır
- fī l-qiṣāṣi
- فِى ٱلْقِصَاصِ
- kısasta
- ḥayatun
- حَيَوٰةٌ
- hayat
- yāulī
- يَٰٓأُو۟لِى
- Ey sahipleri
- l-albābi
- ٱلْأَلْبَٰبِ
- akıl
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- böylece
- tattaqūna
- تَتَّقُونَ
- korunursunuz
Ey akıl sahibleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Artık, Allah'a karşı gelmekten sakınırsınız. ([2] Bakara: 179)Tefsir
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًا ۖ ۨالْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبِيْنَ بِالْمَعْرُوْفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِيْنَ ۗ ١٨٠
- kutiba
- كُتِبَ
- yazıldı (farz kılındı)
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- idhā
- إِذَا
- zaman
- ḥaḍara
- حَضَرَ
- geldiği
- aḥadakumu
- أَحَدَكُمُ
- birinize
- l-mawtu
- ٱلْمَوْتُ
- ölüm
- in
- إِن
- eğer
- taraka
- تَرَكَ
- bırakacaksa
- khayran
- خَيْرًا
- bir hayır (mal)
- l-waṣiyatu
- ٱلْوَصِيَّةُ
- vasiyyet etmek
- lil'wālidayni
- لِلْوَٰلِدَيْنِ
- anaya babaya
- wal-aqrabīna
- وَٱلْأَقْرَبِينَ
- ve yakınlara
- bil-maʿrūfi
- بِٱلْمَعْرُوفِۖ
- uygun bir biçimde
- ḥaqqan
- حَقًّا
- bir haktır (borçtur)
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-mutaqīna
- ٱلْمُتَّقِينَ
- muttakiler
Birinize ölüm geldiği zaman, eğer mal bırakıyorsa, ana babaya, yakınlara, uygun bir tarzda vasiyet etmesi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir borç olarak size farz kılındı. ([2] Bakara: 180)Tefsir