تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ ۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَّا كَسَبْتُمْ ۚ وَلَا تُسْـَٔلُوْنَ عَمَّا كَانُوْا يَعْمَلُوْنَ ࣖ ۔ ١٤١
- til'ka
- تِلْكَ
- İşte onlar
- ummatun
- أُمَّةٌ
- bir ümmetti
- qad
- قَدْ
- ki
- khalat
- خَلَتْۖ
- gelip geçti
- lahā
- لَهَا
- onlarındır
- mā
- مَا
- şeyler
- kasabat
- كَسَبَتْ
- kazandıkları
- walakum
- وَلَكُم
- ve sizindir
- mā
- مَّا
- şeyler
- kasabtum
- كَسَبْتُمْۖ
- sizin kazandıklarınız
- walā tus'alūna
- وَلَا تُسْـَٔلُونَ
- sorulmazsınız
- ʿammā
- عَمَّا
- şeylerden
- kānū
- كَانُوا۟
- oldukları
- yaʿmalūna
- يَعْمَلُونَ
- onların yapıyor
Onlar geçmiş birer ümmettir. Kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz. ([2] Bakara: 141)Tefsir
۞ سَيَقُوْلُ السُّفَهَاۤءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلّٰىهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّتِيْ كَانُوْا عَلَيْهَا ۗ قُلْ لِّلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُۗ يَهْدِيْ مَنْ يَّشَاۤءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيْمٍ ١٤٢
- sayaqūlu
- سَيَقُولُ
- diyecekler ki
- l-sufahāu
- ٱلسُّفَهَآءُ
- bazı beyinsizler
- mina l-nāsi
- مِنَ ٱلنَّاسِ
- insanlardan
- mā
- مَا
- nedir
- wallāhum
- وَلَّىٰهُمْ
- onları çeviren
- ʿan qib'latihimu
- عَن قِبْلَتِهِمُ
- kıblelerinden
- allatī
- ٱلَّتِى
- o ki
- kānū
- كَانُوا۟
- bulunurlar
- ʿalayhā
- عَلَيْهَاۚ
- üzerinde
- qul
- قُل
- de ki
- lillahi
- لِّلَّهِ
- Allah'ındır
- l-mashriqu
- ٱلْمَشْرِقُ
- doğu
- wal-maghribu
- وَٱلْمَغْرِبُۚ
- ve batı
- yahdī
- يَهْدِى
- O iletir
- man
- مَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilediğini (dileyeni)
- ilā ṣirāṭin
- إِلَىٰ صِرَٰطٍ
- yola
- mus'taqīmin
- مُّسْتَقِيمٍ
- doğru
İnsanların beyinsizleri, "Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?" diyecekler; de ki: "Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir". ([2] Bakara: 142)Tefsir
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنٰكُمْ اُمَّةً وَّسَطًا لِّتَكُوْنُوْا شُهَدَاۤءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُوْنَ الرَّسُوْلُ عَلَيْكُمْ شَهِيْدًا ۗ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِيْ كُنْتَ عَلَيْهَآ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَّتَّبِعُ الرَّسُوْلَ مِمَّنْ يَّنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۗ وَاِنْ كَانَتْ لَكَبِيْرَةً اِلَّا عَلَى الَّذِيْنَ هَدَى اللّٰهُ ۗوَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضِيْعَ اِيْمَانَكُمْ ۗ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوْفٌ رَّحِيْمٌ ١٤٣
- wakadhālika
- وَكَذَٰلِكَ
- ve böylece
- jaʿalnākum
- جَعَلْنَٰكُمْ
- sizi kıldık
- ummatan
- أُمَّةً
- bir ümmet
- wasaṭan
- وَسَطًا
- vasat
- litakūnū
- لِّتَكُونُوا۟
- olmanız için
- shuhadāa
- شُهَدَآءَ
- şahit
- ʿalā l-nāsi
- عَلَى ٱلنَّاسِ
- insanlara
- wayakūna
- وَيَكُونَ
- ve olması için
- l-rasūlu
- ٱلرَّسُولُ
- rasulün (de)
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- shahīdan
- شَهِيدًاۗ
- şahit
- wamā jaʿalnā
- وَمَا جَعَلْنَا
- ve yap(ma)dık
- l-qib'lata
- ٱلْقِبْلَةَ
- bir kıble
- allatī kunta
- ٱلَّتِى كُنتَ
- olduğunuzu
- ʿalayhā
- عَلَيْهَآ
- üzerinde
- illā
- إِلَّا
- sadece (yaptık)
- linaʿlama
- لِنَعْلَمَ
- bilmek için
- man
- مَن
- kimseyi
- yattabiʿu
- يَتَّبِعُ
- uyan
- l-rasūla
- ٱلرَّسُولَ
- Elçi'ye
- mimman
- مِمَّن
- kimseden
- yanqalibu
- يَنقَلِبُ
- geriye dönen
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerinde
- ʿaqibayhi
- عَقِبَيْهِۚ
- ökçesi
- wa-in
- وَإِن
- ve elbette
- kānat lakabīratan
- كَانَتْ لَكَبِيرَةً
- ağır gelir
- illā
- إِلَّا
- başkasına
- ʿalā alladhīna
- عَلَى ٱلَّذِينَ
- kimseye
- hadā
- هَدَى
- yol gösterdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُۗ
- Allah'ın
- wamā
- وَمَا
- değildir
- kāna l-lahu
- كَانَ ٱللَّهُ
- Allah
- liyuḍīʿa
- لِيُضِيعَ
- zayi edecek
- īmānakum
- إِيمَٰنَكُمْۚ
- sizin imanınızı
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- bil-nāsi
- بِٱلنَّاسِ
- insanlara
- laraūfun
- لَرَءُوفٌ
- şefkatlidir
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- merhametlidir
Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırdetmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder. ([2] Bakara: 143)Tefsir
قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِى السَّمَاۤءِۚ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰىهَا ۖ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۗ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوْا وُجُوْهَكُمْ شَطْرَهٗ ۗ وَاِنَّ الَّذِيْنَ اُوْتُوا الْكِتٰبَ لَيَعْلَمُوْنَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَّبِّهِمْ ۗ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُوْنَ ١٤٤
- qad
- قَدْ
- elbette
- narā
- نَرَىٰ
- görüyoruz
- taqalluba
- تَقَلُّبَ
- çevrilip durduğunu
- wajhika
- وَجْهِكَ
- yüzünün
- fī
- فِى
- doğru
- l-samāi
- ٱلسَّمَآءِۖ
- göğe
- falanuwalliyannaka
- فَلَنُوَلِّيَنَّكَ
- elbette seni döndüreceğiz
- qib'latan
- قِبْلَةً
- bir kıbleye
- tarḍāhā
- تَرْضَىٰهَاۚ
- hoşlanacağın
- fawalli
- فَوَلِّ
- (Bundan böyle) çevir
- wajhaka
- وَجْهَكَ
- yüzünü
- shaṭra
- شَطْرَ
- tarafına
- l-masjidi
- ٱلْمَسْجِدِ
- Mescid-i
- l-ḥarāmi
- ٱلْحَرَامِۚ
- Haram'a
- waḥaythu
- وَحَيْثُ
- ve nerede
- mā kuntum
- مَا كُنتُمْ
- olursanız
- fawallū
- فَوَلُّوا۟
- çevirin
- wujūhakum
- وُجُوهَكُمْ
- yüzlerinizi
- shaṭrahu
- شَطْرَهُۥۗ
- o yöne
- wa-inna
- وَإِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- ūtū
- أُوتُوا۟
- verilen
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- kitap
- layaʿlamūna
- لَيَعْلَمُونَ
- elbette bilirler
- annahu
- أَنَّهُ
- bunun
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّ
- bir gerçek olduğunu
- min rabbihim
- مِن رَّبِّهِمْۗ
- Rablerinden
- wamā
- وَمَا
- değildir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bighāfilin
- بِغَٰفِلٍ
- habersiz
- ʿammā yaʿmalūna
- عَمَّا يَعْمَلُونَ
- onların yaptıklarından
Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir. ([2] Bakara: 144)Tefsir
وَلَىِٕنْ اَتَيْتَ الَّذِيْنَ اُوْتُوا الْكِتٰبَ بِكُلِّ اٰيَةٍ مَّا تَبِعُوْا قِبْلَتَكَ ۚ وَمَآ اَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ ۚ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍۗ وَلَىِٕنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَاۤءَهُمْ مِّنْۢ بَعْدِ مَاجَاۤءَكَ مِنَ الْعِلْمِ ۙ اِنَّكَ اِذًا لَّمِنَ الظّٰلِمِيْنَ ۘ ١٤٥
- wala-in
- وَلَئِنْ
- ve eğer
- atayta
- أَتَيْتَ
- sen getirsen
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselere
- ūtū
- أُوتُوا۟
- verilen
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- Kitap
- bikulli
- بِكُلِّ
- her türlü
- āyatin
- ءَايَةٍ
- ayeti
- mā
- مَّا
- değildir
- tabiʿū
- تَبِعُوا۟
- uyacak
- qib'lataka
- قِبْلَتَكَۚ
- senin kıblene
- wamā
- وَمَآ
- ve değilsin
- anta
- أَنتَ
- sen (de)
- bitābiʿin
- بِتَابِعٍ
- uyacak
- qib'latahum
- قِبْلَتَهُمْۚ
- onların kıblesine
- wamā
- وَمَا
- ve değildir
- baʿḍuhum
- بَعْضُهُم
- onların bazısı
- bitābiʿin
- بِتَابِعٍ
- uymazlar
- qib'lata
- قِبْلَةَ
- kıblesine
- baʿḍin
- بَعْضٍۚ
- diğerlerinin
- wala-ini
- وَلَئِنِ
- ve eğer
- ittabaʿta
- ٱتَّبَعْتَ
- uyarsan
- ahwāahum
- أَهْوَآءَهُم
- onların keyiflerine
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- sonraden
- mā
- مَا
- şey(den)
- jāaka
- جَآءَكَ
- sana gelen
- mina l-ʿil'mi
- مِنَ ٱلْعِلْمِۙ
- ilimden
- innaka
- إِنَّكَ
- şüphesiz sen
- idhan
- إِذًا
- o takdirde
- lamina l-ẓālimīna
- لَّمِنَ ٱلظَّٰلِمِينَ
- zalimlerden (olursun)
Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun. ([2] Bakara: 145)Tefsir
اَلَّذِيْنَ اٰتَيْنٰهُمُ الْكِتٰبَ يَعْرِفُوْنَهٗ كَمَا يَعْرِفُوْنَ اَبْنَاۤءَهُمْ ۗ وَاِنَّ فَرِيْقًا مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُوْنَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُوْنَ ١٤٦
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- ātaynāhumu
- ءَاتَيْنَٰهُمُ
- kendilerine verdiğimiz
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- Kitap
- yaʿrifūnahu
- يَعْرِفُونَهُۥ
- onu tanırlar
- kamā
- كَمَا
- gibi
- yaʿrifūna
- يَعْرِفُونَ
- tanıdıkları
- abnāahum
- أَبْنَآءَهُمْۖ
- oğullarını
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve (yine) elbette
- farīqan
- فَرِيقًا
- bir grup
- min'hum
- مِّنْهُمْ
- onlardan
- layaktumūna
- لَيَكْتُمُونَ
- gizlerler
- l-ḥaqa
- ٱلْحَقَّ
- gerçeği
- wahum
- وَهُمْ
- onlar
- yaʿlamūna
- يَعْلَمُونَ
- bildikleri (halde)
Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler. ([2] Bakara: 146)Tefsir
اَلْحَقُّ مِنْ رَّبِّكَ فَلَا تَكُوْنَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِيْنَ ࣖ ١٤٧
- al-ḥaqu
- ٱلْحَقُّ
- Gerçek
- min rabbika
- مِن رَّبِّكَۖ
- Rabbindendir
- falā takūnanna
- فَلَا تَكُونَنَّ
- artık olma
- mina l-mum'tarīna
- مِنَ ٱلْمُمْتَرِينَ
- kuşkulananlardan
Gerçek Rabb'indendir, sakın şüphelenenlerden olma. ([2] Bakara: 147)Tefsir
وَلِكُلٍّ وِّجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيْهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرٰتِۗ اَيْنَ مَا تَكُوْنُوْا يَأْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَمِيْعًا ۗ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيْرٌ ١٤٨
- walikullin
- وَلِكُلٍّ
- her (ümmetin) vardır
- wij'hatun
- وِجْهَةٌ
- bir yönü
- huwa
- هُوَ
- o(nun)
- muwallīhā
- مُوَلِّيهَاۖ
- yöneldiği
- fa-is'tabiqū
- فَٱسْتَبِقُوا۟
- O halde koşun
- l-khayrāti
- ٱلْخَيْرَٰتِۚ
- hayır işlerine
- ayna
- أَيْنَ
- nerede
- mā takūnū
- مَا تَكُونُوا۟
- olsanız
- yati
- يَأْتِ
- getirir
- bikumu
- بِكُمُ
- sizi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- jamīʿan
- جَمِيعًاۚ
- bir araya
- inna
- إِنَّ
- kuşkusuz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- kulli
- كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şey
- qadīrun
- قَدِيرٌ
- kadirdir
Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadir'dir. ([2] Bakara: 148)Tefsir
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۗ وَاِنَّهٗ لَلْحَقُّ مِنْ رَّبِّكَ ۗ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُوْنَ ١٤٩
- wamin
- وَمِنْ
- ve
- ḥaythu
- حَيْثُ
- nereden
- kharajta
- خَرَجْتَ
- çıkarsan (yola)
- fawalli
- فَوَلِّ
- çevir
- wajhaka
- وَجْهَكَ
- yüzünü
- shaṭra
- شَطْرَ
- tarafına
- l-masjidi
- ٱلْمَسْجِدِ
- Mescid-i
- l-ḥarāmi
- ٱلْحَرَامِۖ
- Haram
- wa-innahu
- وَإِنَّهُۥ
- bu elbette
- lalḥaqqu
- لَلْحَقُّ
- bir gerçektir
- min rabbika
- مِن رَّبِّكَۗ
- Rabbinden
- wamā
- وَمَا
- ve değildir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bighāfilin
- بِغَٰفِلٍ
- habersiz
- ʿammā taʿmalūna
- عَمَّا تَعْمَلُونَ
- yaptıklarınızdan
Her nereden yola çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. ([2] Bakara: 149)Tefsir
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۗ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوْا وُجُوْهَكُمْ شَطْرَهٗ ۙ لِئَلَّا يَكُوْنَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ اِلَّا الَّذِيْنَ ظَلَمُوْا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِيْ وَلِاُتِمَّ نِعْمَتِيْ عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُوْنَۙ ١٥٠
- wamin
- وَمِنْ
- ve
- ḥaythu
- حَيْثُ
- nereden
- kharajta
- خَرَجْتَ
- çıkarsan (yola)
- fawalli
- فَوَلِّ
- çevir
- wajhaka
- وَجْهَكَ
- yüzünü
- shaṭra
- شَطْرَ
- doğru
- l-masjidi
- ٱلْمَسْجِدِ
- Mescid-i
- l-ḥarāmi
- ٱلْحَرَامِۚ
- Haram'a
- waḥaythu
- وَحَيْثُ
- ve nerede
- mā kuntum
- مَا كُنتُمْ
- olursanız
- fawallū
- فَوَلُّوا۟
- çevirin
- wujūhakum
- وُجُوهَكُمْ
- yüzünüzü
- shaṭrahu
- شَطْرَهُۥ
- o yana
- li-allā
- لِئَلَّا
- diye
- yakūna
- يَكُونَ
- olmasın
- lilnnāsi
- لِلنَّاسِ
- hiç kimsenin
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- aleyhinizde
- ḥujjatun
- حُجَّةٌ
- bir delili
- illā
- إِلَّا
- başkasının
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerden
- ẓalamū
- ظَلَمُوا۟
- zalim olan
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- falā takhshawhum
- فَلَا تَخْشَوْهُمْ
- onlardan çekinmeyin
- wa-ikh'shawnī
- وَٱخْشَوْنِى
- benden çekinin
- wali-utimma
- وَلِأُتِمَّ
- ve tamamlayayım
- niʿ'matī
- نِعْمَتِى
- ni'metimi
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- walaʿallakum
- وَلَعَلَّكُمْ
- umulur ki
- tahtadūna
- تَهْتَدُونَ
- hidayete erersiniz
Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zulmedenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir hüccet olmaması için, her nerede olursanız, yüzlerinizi oranın semtine çevirin, bu hususta onlardan korkmayın. Benden korkun da size olan nimetimi tamamlayayım. Böylece doğru yolu bulursunuz. ([2] Bakara: 150)Tefsir