وَلَمَّا جَاۤءَهُمْ رَسُوْلٌ مِّنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَرِيْقٌ مِّنَ الَّذِيْنَ اُوْتُوا الْكِتٰبَۙ كِتٰبَ اللّٰهِ وَرَاۤءَ ظُهُوْرِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُوْنَۖ ١٠١
- walammā
- وَلَمَّا
- ne zaman
- jāahum
- جَآءَهُمْ
- onlara geldiyse
- rasūlun
- رَسُولٌ
- bir elçi
- min ʿindi
- مِّنْ عِندِ
- katından
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- muṣaddiqun
- مُصَدِّقٌ
- doğrulayan
- limā
- لِّمَا
- şeyleri
- maʿahum
- مَعَهُمْ
- yanlarındaki
- nabadha
- نَبَذَ
- attılar
- farīqun
- فَرِيقٌ
- bir gurup
- mina alladhīna
- مِّنَ ٱلَّذِينَ
- kendilerine
- ūtū
- أُوتُوا۟
- verilenlerden
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- kitap
- kitāba
- كِتَٰبَ
- kitabı
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- warāa
- وَرَآءَ
- arkasına
- ẓuhūrihim
- ظُهُورِهِمْ
- sırtlarının
- ka-annahum
- كَأَنَّهُمْ
- sanki gibi
- lā yaʿlamūna
- لَا يَعْلَمُونَ
- bilmiyorlarmış
Yanlarındakini doğrulayan bir Peygamber, Allah katından onlara gelince Kitap verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar. ([2] Bakara: 101)Tefsir
وَاتَّبَعُوْا مَا تَتْلُوا الشَّيٰطِيْنُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَ ۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيٰطِيْنَ كَفَرُوْا يُعَلِّمُوْنَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَآ اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوْتَ وَمَارُوْتَ ۗ وَمَا يُعَلِّمٰنِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُوْلَآ اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْ ۗ فَيَتَعَلَّمُوْنَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُوْنَ بِهٖ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهٖ ۗ وَمَا هُمْ بِضَاۤرِّيْنَ بِهٖ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ ۗ وَيَتَعَلَّمُوْنَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ ۗ وَلَقَدْ عَلِمُوْا لَمَنِ اشْتَرٰىهُ مَا لَهٗ فِى الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ ۗ وَلَبِئْسَ مَاشَرَوْا بِهٖٓ اَنْفُسَهُمْ ۗ لَوْ كَانُوْا يَعْلَمُوْنَ ١٠٢
- wa-ittabaʿū
- وَٱتَّبَعُوا۟
- ve uydular
- mā
- مَا
- şeye
- tatlū
- تَتْلُوا۟
- uydurduğu
- l-shayāṭīnu
- ٱلشَّيَٰطِينُ
- şeytanların
- ʿalā
- عَلَىٰ
- hakkında
- mul'ki
- مُلْكِ
- mülkü
- sulaymāna
- سُلَيْمَٰنَۖ
- Süleyman'ın
- wamā kafara
- وَمَا كَفَرَ
- küfre girmedi
- sulaymānu
- سُلَيْمَٰنُ
- Süleyman
- walākinna
- وَلَٰكِنَّ
- fakat
- l-shayāṭīna
- ٱلشَّيَٰطِينَ
- şeytanlar
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- küfre girdiler
- yuʿallimūna
- يُعَلِّمُونَ
- öğreterek
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanlara
- l-siḥ'ra
- ٱلسِّحْرَ
- sihri
- wamā
- وَمَآ
- ve şeyi
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilen
- ʿalā l-malakayni
- عَلَى ٱلْمَلَكَيْنِ
- iki meleğe
- bibābila
- بِبَابِلَ
- Babil'de
- hārūta
- هَٰرُوتَ
- Harut
- wamārūta
- وَمَٰرُوتَۚ
- ve Marut (isimli)
- wamā yuʿallimāni
- وَمَا يُعَلِّمَانِ
- onlar öğretmezlerdi
- min aḥadin
- مِنْ أَحَدٍ
- hiç kimseye
- ḥattā yaqūlā
- حَتَّىٰ يَقُولَآ
- demedikçe
- innamā
- إِنَّمَا
- şüphesiz
- naḥnu
- نَحْنُ
- biz
- fit'natun
- فِتْنَةٌ
- fitneyiz
- falā takfur
- فَلَا تَكْفُرْۖ
- sakın küfre girmeyin
- fayataʿallamūna
- فَيَتَعَلَّمُونَ
- fakat öğreniyorlardı
- min'humā
- مِنْهُمَا
- bunlardan
- mā
- مَا
- şeyi
- yufarriqūna
- يُفَرِّقُونَ
- ayıran
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- bayna
- بَيْنَ
- arasını
- l-mari
- ٱلْمَرْءِ
- eşi
- wazawjihi
- وَزَوْجِهِۦۚ
- ve karısının
- wamā
- وَمَا
- ve değildir
- hum
- هُم
- ama onlar
- biḍārrīna
- بِضَآرِّينَ
- zarar veriyor
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- min aḥadin
- مِنْ أَحَدٍ
- hiç kimseye
- illā
- إِلَّا
- başka
- bi-idh'ni
- بِإِذْنِ
- izninden
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah'ın
- wayataʿallamūna
- وَيَتَعَلَّمُونَ
- onlar öğreniyorlardı
- mā
- مَا
- şeyi
- yaḍurruhum
- يَضُرُّهُمْ
- zarar veren
- walā
- وَلَا
- değil
- yanfaʿuhum
- يَنفَعُهُمْۚ
- yarar vereni
- walaqad
- وَلَقَدْ
- andolsun
- ʿalimū
- عَلِمُوا۟
- gayet iyi biliyorlardı ki
- lamani
- لَمَنِ
- kimsenin
- ish'tarāhu
- ٱشْتَرَىٰهُ
- onu satın alan
- mā
- مَا
- yoktur
- lahu
- لَهُۥ
- onun
- fī l-ākhirati
- فِى ٱلْءَاخِرَةِ
- ahirette
- min khalāqin
- مِنْ خَلَٰقٍۚ
- bir nasibi
- walabi'sa
- وَلَبِئْسَ
- ve ne kötüdür
- mā
- مَا
- şey
- sharaw
- شَرَوْا۟
- sattıkları
- bihi
- بِهِۦٓ
- onunla
- anfusahum
- أَنفُسَهُمْۚ
- kendilerini
- law
- لَوْ
- keşke
- kānū yaʿlamūna
- كَانُوا۟ يَعْلَمُونَ
- (bunu) bilselerdi!
Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi "Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme" demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın ahiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi! ([2] Bakara: 102)Tefsir
وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوْا وَاتَّقَوْا لَمَثُوْبَةٌ مِّنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌ ۗ لَوْ كَانُوْا يَعْلَمُوْنَ ࣖ ١٠٣
- walaw
- وَلَوْ
- ve eğer
- annahum
- أَنَّهُمْ
- şüphesiz onlar
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- iman etseler
- wa-ittaqaw
- وَٱتَّقَوْا۟
- ve sakınmış olsalardı
- lamathūbatun
- لَمَثُوبَةٌ
- sevabı
- min ʿindi
- مِّنْ عِندِ
- katından
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- khayrun
- خَيْرٌۖ
- daha hayırlı (olurdu)
- law
- لَّوْ
- keşke
- kānū
- كَانُوا۟
- idi
- yaʿlamūna
- يَعْلَمُونَ
- bilseler
Onlar inanıp, Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, Allah katından olan sevab daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi! ([2] Bakara: 103)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا لَا تَقُوْلُوْا رَاعِنَا وَقُوْلُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُوْا وَلِلْكٰفِرِيْنَ عَذَابٌ اَلِيْمٌ ١٠٤
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lar)
- lā taqūlū
- لَا تَقُولُوا۟
- demeyin
- rāʿinā
- رَٰعِنَا
- Ra'ina (bizi gözet yahut: kaba söz)
- waqūlū
- وَقُولُوا۟
- deyin
- unẓur'nā
- ٱنظُرْنَا
- unzurna (bize bak)
- wa-is'maʿū
- وَٱسْمَعُوا۟ۗ
- ve dinleyin
- walil'kāfirīna
- وَلِلْكَٰفِرِينَ
- ve kafirler için vardır
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- alīmun
- أَلِيمٌ
- acı
Ey inananlar! Peygamber'e, "Bizi de dinle" (raina; kötü anlama gelebilecek söz) demeyin, "Bizi gözet" (unzurna) deyin ve dinleyin, inkar edenlere elem verici azab vardır. ([2] Bakara: 104)Tefsir
مَا يَوَدُّ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا مِنْ اَهْلِ الْكِتٰبِ وَلَا الْمُشْرِكِيْنَ اَنْ يُّنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِّنْ خَيْرٍ مِّنْ رَّبِّكُمْ ۗ وَاللّٰهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهٖ مَنْ يَّشَاۤءُ ۗ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيْمِ ١٠٥
- mā yawaddu
- مَّا يَوَدُّ
- arzu etmezler
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- min ahli
- مِنْ أَهْلِ
- ehlinden
- l-kitābi
- ٱلْكِتَٰبِ
- kitab
- walā l-mush'rikīna
- وَلَا ٱلْمُشْرِكِينَ
- ve müşriklerden
- an yunazzala
- أَن يُنَزَّلَ
- indirilmesini
- ʿalaykum
- عَلَيْكُم
- size
- min
- مِّنْ
- hiçbir
- khayrin
- خَيْرٍ
- hayır
- min rabbikum
- مِّن رَّبِّكُمْۗ
- Rabbinizden
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- oysa Allah
- yakhtaṣṣu
- يَخْتَصُّ
- tahsis eder
- biraḥmatihi
- بِرَحْمَتِهِۦ
- rahmetini
- man
- مَن
- kimseye
- yashāu
- يَشَآءُۚ
- dilediği
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- dhū
- ذُو
- sahibidir
- l-faḍli
- ٱلْفَضْلِ
- lutuf
- l-ʿaẓīmi
- ٱلْعَظِيمِ
- büyük
Kitap ehlinden ve Allah'a eş koşanlardan inkar edenler, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini istemezler. Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük nimet sahibidir. ([2] Bakara: 105)Tefsir
۞ مَا نَنْسَخْ مِنْ اٰيَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِّنْهَآ اَوْ مِثْلِهَا ۗ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيْرٌ ١٠٦
- mā
- مَا
- ne ki
- nansakh
- نَنسَخْ
- biz neshedersek
- min
- مِنْ
- (bir parça)
- āyatin
- ءَايَةٍ
- ayeti
- aw
- أَوْ
- veya
- nunsihā
- نُنسِهَا
- onu unutturursak
- nati
- نَأْتِ
- getiririz
- bikhayrin
- بِخَيْرٍ
- daha iyisini
- min'hā
- مِّنْهَآ
- ondan
- aw
- أَوْ
- ya da
- mith'lihā
- مِثْلِهَآۗ
- benzerini
- alam taʿlam
- أَلَمْ تَعْلَمْ
- bilmez misin?
- anna
- أَنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'ın
- ʿalā kulli shayin
- عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍ
- her şeye
- qadīrun
- قَدِيرٌ
- gücü yeter
Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin? ([2] Bakara: 106)Tefsir
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهٗ مُلْكُ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِ ۗ وَمَا لَكُمْ مِّنْ دُوْنِ اللّٰهِ مِنْ وَّلِيٍّ وَّلَا نَصِيْرٍ ١٠٧
- alam taʿlam
- أَلَمْ تَعْلَمْ
- bilmez misin?
- anna
- أَنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lahu
- لَهُۥ
- onundur
- mul'ku
- مُلْكُ
- mülkü
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerin
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِۗ
- ve yerin
- wamā
- وَمَا
- ve yoktur
- lakum
- لَكُم
- size
- min dūni
- مِّن دُونِ
- başka
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- min
- مِن
- hiçbir
- waliyyin
- وَلِىٍّ
- koruyucu
- walā
- وَلَا
- ve (ne de)
- naṣīrin
- نَصِيرٍ
- bir yardımcı
Göklerin ve yerin Hükümdarlığının Allah'a aid olduğunu bilmez misin? Allah'tan başka dost ve yardımcınız yoktur. ([2] Bakara: 107)Tefsir
اَمْ تُرِيْدُوْنَ اَنْ تَسْـَٔلُوْا رَسُوْلَكُمْ كَمَا سُىِٕلَ مُوْسٰى مِنْ قَبْلُ ۗوَمَنْ يَّتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْاِيْمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاۤءَ السَّبِيْلِ ١٠٨
- am
- أَمْ
- yoksa
- turīdūna
- تُرِيدُونَ
- arzu (mu) ediyorsunuz?
- an tasalū
- أَن تَسْـَٔلُوا۟
- istekte bulunmayı
- rasūlakum
- رَسُولَكُمْ
- rasulunüzden
- kamā
- كَمَا
- gibi
- su-ila
- سُئِلَ
- istedikleri
- mūsā
- مُوسَىٰ
- Musa'dan
- min qablu
- مِن قَبْلُۗ
- daha önce
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yatabaddali
- يَتَبَدَّلِ
- değiştirirse
- l-kuf'ra
- ٱلْكُفْرَ
- inkarı
- bil-īmāni
- بِٱلْإِيمَٰنِ
- imana
- faqad
- فَقَدْ
- şüphesiz (o)
- ḍalla
- ضَلَّ
- sapıtmıştır
- sawāa
- سَوَآءَ
- dümdüz
- l-sabīli
- ٱلسَّبِيلِ
- yolu
Yoksa, daha önce Musa'nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? İmanı inkarla değiştiren, şüphesiz doğru yoldan sapmış olur. ([2] Bakara: 108)Tefsir
وَدَّ كَثِيْرٌ مِّنْ اَهْلِ الْكِتٰبِ لَوْ يَرُدُّوْنَكُمْ مِّنْۢ بَعْدِ اِيْمَانِكُمْ كُفَّارًاۚ حَسَدًا مِّنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِّنْۢ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ ۚ فَاعْفُوْا وَاصْفَحُوْا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖ ۗ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيْرٌ ١٠٩
- wadda
- وَدَّ
- isterler
- kathīrun
- كَثِيرٌ
- bir çoğu
- min ahli
- مِّنْ أَهْلِ
- ehlinden
- l-kitābi
- ٱلْكِتَٰبِ
- kitap
- law
- لَوْ
- şayet
- yaruddūnakum
- يَرُدُّونَكُم
- sizi döndürmek
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- sonra
- īmānikum
- إِيمَٰنِكُمْ
- imanınızdan
- kuffāran
- كُفَّارًا
- kafirler olarak
- ḥasadan
- حَسَدًا
- hasetle
- min ʿindi anfusihim
- مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم
- içlerindeki
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- sonra
- mā tabayyana
- مَا تَبَيَّنَ
- apaçık belli olduktan
- lahumu
- لَهُمُ
- onlara
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّۖ
- gerçek
- fa-iʿ'fū
- فَٱعْفُوا۟
- affedin
- wa-iṣ'faḥū
- وَٱصْفَحُوا۟
- hoş görün
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- yatiya
- يَأْتِىَ
- getirinceye
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bi-amrihi
- بِأَمْرِهِۦٓۗ
- emrini
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ʿalā kulli
- عَلَىٰ كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeye
- qadīrun
- قَدِيرٌ
- gücü yetendir
Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, geçin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir. ([2] Bakara: 109)Tefsir
وَاَقِيْمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ ۗ وَمَا تُقَدِّمُوْا لِاَنْفُسِكُمْ مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوْهُ عِنْدَ اللّٰهِ ۗ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُوْنَ بَصِيْرٌ ١١٠
- wa-aqīmū
- وَأَقِيمُوا۟
- ve kılın
- l-ṣalata
- ٱلصَّلَوٰةَ
- namazı
- waātū
- وَءَاتُوا۟
- ve verin
- l-zakata
- ٱلزَّكَوٰةَۚ
- zekatı
- wamā
- وَمَا
- ne ki
- tuqaddimū
- تُقَدِّمُوا۟
- ne gönderirsiniz
- li-anfusikum
- لِأَنفُسِكُم
- kendiniz için
- min khayrin
- مِّنْ خَيْرٍ
- hayırdan
- tajidūhu
- تَجِدُوهُ
- bulursunuz
- ʿinda
- عِندَ
- katında
- l-lahi
- ٱللَّهِۗ
- Allah'ın
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- bimā
- بِمَا
- şeyleri
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yaptıklarınız
- baṣīrun
- بَصِيرٌ
- görür
Namazı kılın, zekatı verin, kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı şüphesiz görür. ([2] Bakara: 110)Tefsir