وَاِذَا قِيْلَ لَهُمْ اٰمِنُوْا بِمَآ اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوْا نُؤْمِنُ بِمَآ اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُوْنَ بِمَا وَرَاۤءَهٗ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِّمَا مَعَهُمْ ۗ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُوْنَ اَنْۢبِيَاۤءَ اللّٰهِ مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُّؤْمِنِيْنَ ٩١
- wa-idhā
- وَإِذَا
- zaman
- qīla
- قِيلَ
- denildiği
- lahum
- لَهُمْ
- onlara
- āminū
- ءَامِنُوا۟
- inanın
- bimā
- بِمَآ
- şeye
- anzala
- أَنزَلَ
- indirdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- qālū
- قَالُوا۟
- derler
- nu'minu
- نُؤْمِنُ
- inanırız
- bimā
- بِمَآ
- şeye
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilen
- ʿalaynā
- عَلَيْنَا
- bize
- wayakfurūna
- وَيَكْفُرُونَ
- ve inkar ederler
- bimā
- بِمَا
- şeyi
- warāahu
- وَرَآءَهُۥ
- ondan sonra gelen
- wahuwa
- وَهُوَ
- halbuki o
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّ
- haktır
- muṣaddiqan
- مُصَدِّقًا
- doğrulayan
- limā
- لِّمَا
- şeyi
- maʿahum
- مَعَهُمْۗ
- yanlarında bulunan
- qul
- قُلْ
- de ki
- falima
- فَلِمَ
- neden?
- taqtulūna
- تَقْتُلُونَ
- öldürüyordunuz
- anbiyāa
- أَنۢبِيَآءَ
- peygamberlerini
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- min qablu
- مِن قَبْلُ
- daha önce
- in
- إِن
- gerçekten
- kuntum
- كُنتُم
- idiyseniz
- mu'minīna
- مُّؤْمِنِينَ
- inanıyor
Onlara, "Allah'ın indirdiğine inanın" denildiğinde "Bize indirilene inanırız" deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara "Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?" diye sor. ([2] Bakara: 91)Tefsir
۞ وَلَقَدْ جَاۤءَكُمْ مُّوْسٰى بِالْبَيِّنٰتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْۢ بَعْدِهٖ وَاَنْتُمْ ظٰلِمُوْنَ ٩٢
- walaqad
- وَلَقَدْ
- Andolsun
- jāakum
- جَآءَكُم
- size gelmişti
- mūsā
- مُّوسَىٰ
- Musa
- bil-bayināti
- بِٱلْبَيِّنَٰتِ
- apaçık delillerle
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- ittakhadhtumu
- ٱتَّخَذْتُمُ
- (ilah) edinmiştiniz
- l-ʿij'la
- ٱلْعِجْلَ
- buzağıyı
- min baʿdihi
- مِنۢ بَعْدِهِۦ
- ardından
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- ve siz
- ẓālimūna
- ظَٰلِمُونَ
- zalimler olarak
And olsun ki, Musa size mucizeler getirdi, sonra ardından kendinize yazık ederek buzağıyı tanrı olarak benimsediniz. ([2] Bakara: 92)Tefsir
وَاِذْ اَخَذْنَا مِيْثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّوْرَۗ خُذُوْا مَآ اٰتَيْنٰكُمْ بِقُوَّةٍ وَّاسْمَعُوْا ۗ قَالُوْا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوْا فِيْ قُلُوْبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ ۗ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهٖٓ اِيْمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُّؤْمِنِيْنَ ٩٣
- wa-idh
- وَإِذْ
- hani bir zaman
- akhadhnā
- أَخَذْنَا
- almıştık
- mīthāqakum
- مِيثَٰقَكُمْ
- kesin sözünüzü
- warafaʿnā
- وَرَفَعْنَا
- ve kaldırmıştık
- fawqakumu
- فَوْقَكُمُ
- üzerinize
- l-ṭūra
- ٱلطُّورَ
- Tur(dağın)ı
- khudhū
- خُذُوا۟
- tutun
- mā
- مَآ
- şeyi
- ātaynākum
- ءَاتَيْنَٰكُم
- size verdiğimiz
- biquwwatin
- بِقُوَّةٍ
- kuvvetle
- wa-is'maʿū
- وَٱسْمَعُوا۟ۖ
- dinleyin (demiştik)
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- samiʿ'nā
- سَمِعْنَا
- dinledik
- waʿaṣaynā
- وَعَصَيْنَا
- ve isyan ettik
- wa-ush'ribū
- وَأُشْرِبُوا۟
- ve içirildi
- fī qulūbihimu
- فِى قُلُوبِهِمُ
- kalblerine
- l-ʿij'la
- ٱلْعِجْلَ
- buzağı (sevgisi)
- bikuf'rihim
- بِكُفْرِهِمْۚ
- inkarlarıyla
- qul
- قُلْ
- de ki
- bi'samā
- بِئْسَمَا
- ne kötü şey
- yamurukum
- يَأْمُرُكُم
- size emrediyor
- bihi
- بِهِۦٓ
- onunla
- īmānukum
- إِيمَٰنُكُمْ
- imanınız
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُم
- iseniz
- mu'minīna
- مُّؤْمِنِينَ
- inanan kimseler
Sizden kesin söz almış ve Tur'u tepenize dikmiştik, "Size verdiğimize kuvvetle sarılın ve dinleyin" demiştik "İşittik ve karşı geldik" dediler de inkarları yüzünden buzağı sevgisi kalblerine sindirildi. De ki, "Eğer inanmışsanız, imanınız size ne kötü şey emrediyor?" ([2] Bakara: 93)Tefsir
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِّنْ دُوْنِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صٰدِقِيْنَ ٩٤
- qul
- قُلْ
- de ki
- in
- إِن
- eğer
- kānat
- كَانَتْ
- ise
- lakumu
- لَكُمُ
- size ait
- l-dāru
- ٱلدَّارُ
- yurdu
- l-ākhiratu
- ٱلْءَاخِرَةُ
- ahiret
- ʿinda
- عِندَ
- katında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- khāliṣatan
- خَالِصَةً
- gerçekten
- min
- مِّن
- (değil de)
- dūni
- دُونِ
- başkasının
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanlardan
- fatamannawū
- فَتَمَنَّوُا۟
- haydi temenni edin
- l-mawta
- ٱلْمَوْتَ
- ölümü
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- iseniz
- ṣādiqīna
- صَٰدِقِينَ
- sözünüzde doğru
De ki, "Eğer ahiret yurdu Allah katında başkalarına değil de yalnız size mahsus ise ve eğer doğru sözlü iseniz, ölümü dilesenize!" ([2] Bakara: 94)Tefsir
وَلَنْ يَّتَمَنَّوْهُ اَبَدًاۢ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْدِيْهِمْ ۗ وَاللّٰهُ عَلِيْمٌ ۢ بِالظّٰلِمِيْنَ ٩٥
- walan yatamannawhu
- وَلَن يَتَمَنَّوْهُ
- fakat (ölümü) istemezler
- abadan
- أَبَدًۢا
- asla
- bimā
- بِمَا
- dolayı
- qaddamat
- قَدَّمَتْ
- yapıp sunduğu işlerden
- aydīhim
- أَيْدِيهِمْۗ
- ellerinin
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌۢ
- bilir
- bil-ẓālimīna
- بِٱلظَّٰلِمِينَ
- zalimleri
Bunu, önceden işlediklerinden ötürü, asla dilemeyeceklerdir. Allah zalimleri bilir. ([2] Bakara: 95)Tefsir
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍ ۛوَمِنَ الَّذِيْنَ اَشْرَكُوْا ۛيَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهٖ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُّعَمَّرَۗ وَاللّٰهُ بَصِيْرٌۢ بِمَا يَعْمَلُوْنَ ࣖ ٩٦
- walatajidannahum
- وَلَتَجِدَنَّهُمْ
- onları bulursun
- aḥraṣa
- أَحْرَصَ
- en düşkünü
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanların
- ʿalā ḥayatin
- عَلَىٰ حَيَوٰةٍ
- hayata
- wamina alladhīna
- وَمِنَ ٱلَّذِينَ
- kimselerden
- ashrakū
- أَشْرَكُوا۟ۚ
- ortak koşan(lar)
- yawaddu
- يَوَدُّ
- ister
- aḥaduhum
- أَحَدُهُمْ
- her biri
- law
- لَوْ
- olsa
- yuʿammaru
- يُعَمَّرُ
- yaşatılmasını
- alfa
- أَلْفَ
- bin
- sanatin
- سَنَةٍ
- yıl
- wamā
- وَمَا
- ve değildir
- huwa
- هُوَ
- o
- bimuzaḥziḥihi
- بِمُزَحْزِحِهِۦ
- onu uzaklaştıracak
- mina l-ʿadhābi
- مِنَ ٱلْعَذَابِ
- azabdan
- an
- أَن
- oysa
- yuʿammara
- يُعَمَّرَۗ
- (o kadar) yaşaması
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- baṣīrun
- بَصِيرٌۢ
- görüyor
- bimā
- بِمَا
- şeyleri
- yaʿmalūna
- يَعْمَلُونَ
- yaptıkları
And olsun ki, onların hayata diğer insanlardan ve hatta Allah'a eş koşanlardan da daha düşkün olduklarını görürsün. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa uzun ömürlü olması onu azabdan uzaklaştırmaz. Allah onların yaptıklarını görür. ([2] Bakara: 96)Tefsir
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيْلَ فَاِنَّهٗ نَزَّلَهٗ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَّبُشْرٰى لِلْمُؤْمِنِيْنَ ٩٧
- qul
- قُلْ
- de ki
- man
- مَن
- kim
- kāna
- كَانَ
- ise (bilsin ki)
- ʿaduwwan
- عَدُوًّا
- düşmandır
- lijib'rīla
- لِّجِبْرِيلَ
- Cebrail'e
- fa-innahu
- فَإِنَّهُۥ
- şüphesiz o
- nazzalahu
- نَزَّلَهُۥ
- onu indirmiştir
- ʿalā qalbika
- عَلَىٰ قَلْبِكَ
- kalbine
- bi-idh'ni
- بِإِذْنِ
- izniyle
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- muṣaddiqan
- مُصَدِّقًا
- doğrulayıcı olarak
- limā bayna yadayhi
- لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ
- kendinden öncekileri
- wahudan
- وَهُدًى
- ve hidayet
- wabush'rā
- وَبُشْرَىٰ
- ve müjdeci
- lil'mu'minīna
- لِلْمُؤْمِنِينَ
- inananlar için
De ki, "Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır", çünkü O, Kuran'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir. ([2] Bakara: 97)Tefsir
مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِّلّٰهِ وَمَلٰۤىِٕكَتِهٖ وَرُسُلِهٖ وَجِبْرِيْلَ وَمِيْكٰىلَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِّلْكٰفِرِيْنَ ٩٨
- man
- مَن
- kim
- kāna
- كَانَ
- ise
- ʿaduwwan
- عَدُوًّا
- düşman
- lillahi
- لِّلَّهِ
- Allah'a
- wamalāikatihi
- وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ
- ve meleklerine
- warusulihi
- وَرُسُلِهِۦ
- ve resullerine
- wajib'rīla
- وَجِبْرِيلَ
- ve Cebrail'e
- wamīkāla
- وَمِيكَىٰلَ
- ve Mikail'e
- fa-inna
- فَإِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah da
- ʿaduwwun
- عَدُوٌّ
- düşmanıdır
- lil'kāfirīna
- لِّلْكَٰفِرِينَ
- inkar edenlerin
Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olan kimse inkar etmiş olur. Allah şüphesiz, inkar edenlerin düşmanıdır. ([2] Bakara: 98)Tefsir
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَآ اِلَيْكَ اٰيٰتٍۢ بَيِّنٰتٍۚ وَمَا يَكْفُرُ بِهَآ اِلَّا الْفٰسِقُوْنَ ٩٩
- walaqad
- وَلَقَدْ
- andolsun
- anzalnā
- أَنزَلْنَآ
- indirdik
- ilayka
- إِلَيْكَ
- sana
- āyātin
- ءَايَٰتٍۭ
- ayetler
- bayyinātin
- بَيِّنَٰتٍۖ
- apaçık
- wamā
- وَمَا
- ve etmez
- yakfuru
- يَكْفُرُ
- inkar
- bihā
- بِهَآ
- onları
- illā
- إِلَّا
- başkası
- l-fāsiqūna
- ٱلْفَٰسِقُونَ
- fasıklardan
And olsun ki, sana apaçık ayetler indirdik. Onları sadece yoldan çıkmışlar inkar eder. ([2] Bakara: 99)Tefsir
اَوَكُلَّمَا عٰهَدُوْا عَهْدًا نَّبَذَهٗ فَرِيْقٌ مِّنْهُمْ ۗ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُوْنَ ١٠٠
- awakullamā
- أَوَكُلَّمَا
- ne zaman
- ʿāhadū
- عَٰهَدُوا۟
- anlaştılarsa
- ʿahdan
- عَهْدًا
- ahitle
- nabadhahu
- نَّبَذَهُۥ
- onu bozdular
- farīqun
- فَرِيقٌ
- bir grup
- min'hum
- مِّنْهُمۚ
- onlardan
- bal
- بَلْ
- zaten
- aktharuhum
- أَكْثَرُهُمْ
- çokları
- lā yu'minūna
- لَا يُؤْمِنُونَ
- inanmazlar
Onlar, her ne zaman bir ahidde bulunmuşlarsa içlerinden bir takımı onu bozmamış mıdır? Zaten onların çoğu inanmazlar. ([2] Bakara: 100)Tefsir