وَاذْكُرْ فِى الْكِتٰبِ اِبْرٰهِيْمَ ەۗ اِنَّهٗ كَانَ صِدِّيْقًا نَّبِيًّا ٤١
- wa-udh'kur
- وَٱذْكُرْ
- an (hatırla)
- fī l-kitābi
- فِى ٱلْكِتَٰبِ
- Kitapta
- ib'rāhīma
- إِبْرَٰهِيمَۚ
- İbrahim'i
- innahu
- إِنَّهُۥ
- gerçekten o
- kāna
- كَانَ
- idi
- ṣiddīqan
- صِدِّيقًا
- çok doğru
- nabiyyan
- نَّبِيًّا
- bir peygamber
Kitap'da İbrahim'e dair anlattıklarımızı da an, o şüphesiz dosdoğru bir peygamberdi. ([19] Meryem: 41)Tefsir
اِذْ قَالَ لِاَبِيْهِ يٰٓاَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْنِيْ عَنْكَ شَيْـًٔا ٤٢
- idh
- إِذْ
- hani
- qāla
- قَالَ
- demişti ki
- li-abīhi
- لِأَبِيهِ
- babasına
- yāabati
- يَٰٓأَبَتِ
- ey babacığım
- lima
- لِمَ
- niçin?
- taʿbudu
- تَعْبُدُ
- tapıyorsun
- mā
- مَا
- şeylere
- lā yasmaʿu
- لَا يَسْمَعُ
- işitmeyen
- walā
- وَلَا
- ve
- yub'ṣiru
- يُبْصِرُ
- görmeyen
- walā
- وَلَا
- ve
- yugh'nī
- يُغْنِى
- yararı olmayan
- ʿanka
- عَنكَ
- sana
- shayan
- شَيْـًٔا
- hiçbir
Babasına şöyle demişti: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?" ([19] Meryem: 42)Tefsir
يٰٓاَبَتِ اِنِّي قَدْ جَاۤءَنِيْ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْنِيْٓ اَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا ٤٣
- yāabati
- يَٰٓأَبَتِ
- ey babacığım
- innī
- إِنِّى
- bana
- qad
- قَدْ
- elbette
- jāanī
- جَآءَنِى
- bana geldi
- mina l-ʿil'mi
- مِنَ ٱلْعِلْمِ
- bir bilgi
- mā lam yatika
- مَا لَمْ يَأْتِكَ
- sana gelmeyen
- fa-ittabiʿ'nī
- فَٱتَّبِعْنِىٓ
- bana uy
- ahdika
- أَهْدِكَ
- seni ileteyim
- ṣirāṭan
- صِرَٰطًا
- bir yola
- sawiyyan
- سَوِيًّا
- düzgün
"Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy, seni doğru yola eriştireyim." ([19] Meryem: 43)Tefsir
يٰٓاَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطٰنَۗ اِنَّ الشَّيْطٰنَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِيًّا ٤٤
- yāabati
- يَٰٓأَبَتِ
- ey babacığım
- lā taʿbudi
- لَا تَعْبُدِ
- tapma
- l-shayṭāna
- ٱلشَّيْطَٰنَۖ
- şeytana
- inna
- إِنَّ
- çünkü
- l-shayṭāna
- ٱلشَّيْطَٰنَ
- şeytan
- kāna lilrraḥmāni
- كَانَ لِلرَّحْمَٰنِ
- Rahman'a
- ʿaṣiyyan
- عَصِيًّا
- isyan etmiştir
"Babacığım! Şeytana tapma, çünkü şeytan Rahman'a baş kaldırmıştır" ([19] Meryem: 44)Tefsir
يٰٓاَبَتِ اِنِّيْٓ اَخَافُ اَنْ يَّمَسَّكَ عَذَابٌ مِّنَ الرَّحْمٰنِ فَتَكُوْنَ لِلشَّيْطٰنِ وَلِيًّا ٤٥
- yāabati
- يَٰٓأَبَتِ
- ey babacığım
- innī
- إِنِّىٓ
- elbette ben
- akhāfu
- أَخَافُ
- korkuyorum
- an
- أَن
- diye
- yamassaka
- يَمَسَّكَ
- sana dokunacak
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- mina l-raḥmāni
- مِّنَ ٱلرَّحْمَٰنِ
- Rahmandan
- fatakūna
- فَتَكُونَ
- o zaman olursun
- lilshayṭāni
- لِلشَّيْطَٰنِ
- şeytanın
- waliyyan
- وَلِيًّا
- dostu
"Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın dostu olarak kalırsın." ([19] Meryem: 45)Tefsir
قَالَ اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَتِيْ يٰٓاِبْرٰهِيْمُ ۚ لَىِٕنْ لَّمْ تَنْتَهِ لَاَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْنِيْ مَلِيًّا ٤٦
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- arāghibun
- أَرَاغِبٌ
- yüz mü çeviriyorsun?
- anta
- أَنتَ
- sen
- ʿan ālihatī
- عَنْ ءَالِهَتِى
- benim tanrılarımdan
- yāib'rāhīmu
- يَٰٓإِبْرَٰهِيمُۖ
- Ey İbrahim
- la-in
- لَئِن
- eğer
- lam tantahi
- لَّمْ تَنتَهِ
- vazgeçmezsen
- la-arjumannaka
- لَأَرْجُمَنَّكَۖ
- andolsun seni taşlarım
- wa-uh'jur'nī
- وَٱهْجُرْنِى
- benden ayrıl git'
- maliyyan
- مَلِيًّا
- uzun süre
Babası: "Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz çevirmek mi istiyorsun? Bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım; uzun bir süre benden uzaklaş git." dedi. ([19] Meryem: 46)Tefsir
قَالَ سَلٰمٌ عَلَيْكَۚ سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّيْۗ اِنَّهٗ كَانَ بِيْ حَفِيًّا ٤٧
- qāla
- قَالَ
- dedi
- salāmun
- سَلَٰمٌ
- selam
- ʿalayka
- عَلَيْكَۖ
- sana
- sa-astaghfiru
- سَأَسْتَغْفِرُ
- mağfiret dileyeceğim
- laka
- لَكَ
- senin için
- rabbī
- رَبِّىٓۖ
- Rabbimden
- innahu
- إِنَّهُۥ
- çünkü O
- kāna bī
- كَانَ بِى
- bana
- ḥafiyyan
- حَفِيًّا
- çok lutufkardır
İbrahim şöyle cevap verdi: "Sana selam olsun. Senin için Rabbim'den mağfiret dileyeceğim, çünkü O, bana karşı çok lütufkardır." ([19] Meryem: 47)Tefsir
وَاَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُوْنَ مِنْ دُوْنِ اللّٰهِ وَاَدْعُوْ رَبِّيْۖ عَسٰٓى اَلَّآ اَكُوْنَ بِدُعَاۤءِ رَبِّيْ شَقِيًّا ٤٨
- wa-aʿtazilukum
- وَأَعْتَزِلُكُمْ
- sizden ayrılıyorum
- wamā
- وَمَا
- ve
- tadʿūna
- تَدْعُونَ
- yalvardıklarınızdan
- min dūni
- مِن دُونِ
- başka
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- wa-adʿū
- وَأَدْعُوا۟
- ve yalnız yalvarıyorum
- rabbī
- رَبِّى
- Rabbime
- ʿasā
- عَسَىٰٓ
- umarım ki
- allā akūna
- أَلَّآ أَكُونَ
- olmam
- biduʿāi
- بِدُعَآءِ
- yalvarmakla
- rabbī
- رَبِّى
- Rabbime
- shaqiyyan
- شَقِيًّا
- bahtsız
"Sizi Allah'tan başka taptıklarınızla bırakıp çekilir, Rabbime yalvarırım. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı umarım." ([19] Meryem: 48)Tefsir
فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُوْنَ مِنْ دُوْنِ اللّٰهِ ۙوَهَبْنَا لَهٗٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوْبَۗ وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا ٤٩
- falammā
- فَلَمَّا
- ne zaman ki
- iʿ'tazalahum
- ٱعْتَزَلَهُمْ
- onlardan ayrıldı
- wamā
- وَمَا
- ve
- yaʿbudūna
- يَعْبُدُونَ
- onların taptıklarından
- min dūni
- مِن دُونِ
- başka
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- wahabnā
- وَهَبْنَا
- biz armağan ettik
- lahu
- لَهُۥٓ
- ona
- is'ḥāqa
- إِسْحَٰقَ
- İshak'ı
- wayaʿqūba
- وَيَعْقُوبَۖ
- ve Ya'kub'u
- wakullan
- وَكُلًّا
- ve hepsini
- jaʿalnā
- جَعَلْنَا
- yaptık
- nabiyyan
- نَبِيًّا
- peygamber
İbrahim onları Allah'tan başka taptıklarıyla başbaşa bırakıp çekilince ona İshak ve Yakub'u bahşettik ve her birini peygamber yaptık. ([19] Meryem: 49)Tefsir
وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِّنْ رَّحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا ࣖ ٥٠
- wawahabnā
- وَوَهَبْنَا
- ve lutfettik
- lahum
- لَهُم
- onlara
- min raḥmatinā
- مِّن رَّحْمَتِنَا
- rahmetimizden
- wajaʿalnā
- وَجَعَلْنَا
- ve verdik
- lahum
- لَهُمْ
- onlar için
- lisāna
- لِسَانَ
- dili
- ṣid'qin
- صِدْقٍ
- bir doğruluk
- ʿaliyyan
- عَلِيًّا
- yüce
Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onların her dilde üstün şekilde anılmalarını sağladık. ([19] Meryem: 50)Tefsir