قَالَ كَذٰلِكِۚ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌۚ وَلِنَجْعَلَهٗٓ اٰيَةً لِّلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِّنَّاۚ وَكَانَ اَمْرًا مَّقْضِيًّا ٢١
- qāla
- قَالَ
- dedi
- kadhāliki
- كَذَٰلِكِ
- öyledir
- qāla
- قَالَ
- dedi
- rabbuki
- رَبُّكِ
- Rabbin
- huwa
- هُوَ
- O
- ʿalayya
- عَلَىَّ
- bana
- hayyinun
- هَيِّنٌۖ
- kolaydır
- walinajʿalahu
- وَلِنَجْعَلَهُۥٓ
- onu kılmak için
- āyatan
- ءَايَةً
- bir mu'cize
- lilnnāsi
- لِّلنَّاسِ
- insanlara
- waraḥmatan
- وَرَحْمَةً
- ve bir rahmet
- minnā
- مِّنَّاۚ
- bizden
- wakāna
- وَكَانَ
- ve olup
- amran
- أَمْرًا
- iş
- maqḍiyyan
- مَّقْضِيًّا
- karara bağlanarak
Cebrail: "Bu böyledir, çünkü Rabbin, 'Bu bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız; hem bu önceden kararlaştırılmış bir iştir' diyor" dedi. ([19] Meryem: 21)Tefsir
۞ فَحَمَلَتْهُ فَانْتَبَذَتْ بِهٖ مَكَانًا قَصِيًّا ٢٢
- faḥamalathu
- فَحَمَلَتْهُ
- ona gebe kaldı
- fa-intabadhat
- فَٱنتَبَذَتْ
- ve çekildi
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- makānan
- مَكَانًا
- bir yere
- qaṣiyyan
- قَصِيًّا
- uzak
Meryem oğlana gebe kaldı, o haliyle uzak bir yere çekildi. ([19] Meryem: 22)Tefsir
فَاَجَاۤءَهَا الْمَخَاضُ اِلٰى جِذْعِ النَّخْلَةِۚ قَالَتْ يٰلَيْتَنِيْ مِتُّ قَبْلَ هٰذَا وَكُنْتُ نَسْيًا مَّنْسِيًّا ٢٣
- fa-ajāahā
- فَأَجَآءَهَا
- ve onu getirdi
- l-makhāḍu
- ٱلْمَخَاضُ
- doğum sancısı
- ilā jidh'ʿi
- إِلَىٰ جِذْعِ
- dalı(nın altı)na
- l-nakhlati
- ٱلنَّخْلَةِ
- bir hurma
- qālat
- قَالَتْ
- dedi
- yālaytanī
- يَٰلَيْتَنِى
- ey keşke
- mittu
- مِتُّ
- ölseydim
- qabla
- قَبْلَ
- önce
- hādhā
- هَٰذَا
- bundan
- wakuntu
- وَكُنتُ
- ve idim
- nasyan
- نَسْيًا
- unutulsa
- mansiyyan
- مَّنسِيًّا
- unutulanlar gibi
Doğum sancısı onu bir hurma ağacının dibine gitmeğe mecbur etti. "Keşke ben bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup gitseydim" dedi. ([19] Meryem: 23)Tefsir
فَنَادٰىهَا مِنْ تَحْتِهَآ اَلَّا تَحْزَنِيْ قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ٢٤
- fanādāhā
- فَنَادَىٰهَا
- ona şöyle seslendi
- min taḥtihā
- مِن تَحْتِهَآ
- altından
- allā taḥzanī
- أَلَّا تَحْزَنِى
- üzülme
- qad
- قَدْ
- gerçekten
- jaʿala
- جَعَلَ
- var etti
- rabbuki
- رَبُّكِ
- Rabbin
- taḥtaki
- تَحْتَكِ
- alt tarafında
- sariyyan
- سَرِيًّا
- bir su arkı
Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: "Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün. ([19] Meryem: 24)Tefsir
وَهُزِّيْٓ اِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسٰقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا ۖ ٢٥
- wahuzzī
- وَهُزِّىٓ
- silkele
- ilayki
- إِلَيْكِ
- sana doğru
- bijidh'ʿi
- بِجِذْعِ
- dalını
- l-nakhlati
- ٱلنَّخْلَةِ
- hurma
- tusāqiṭ
- تُسَٰقِطْ
- dökülsün
- ʿalayki
- عَلَيْكِ
- üzerine
- ruṭaban
- رُطَبًا
- olgun hurma
- janiyyan
- جَنِيًّا
- taze
Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: "Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün. ([19] Meryem: 25)Tefsir
فَكُلِيْ وَاشْرَبِيْ وَقَرِّيْ عَيْنًا ۚفَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَدًاۙ فَقُوْلِيْٓ اِنِّيْ نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْمًا فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِيًّا ۚ ٢٦
- fakulī
- فَكُلِى
- ye
- wa-ish'rabī
- وَٱشْرَبِى
- ve iç
- waqarrī
- وَقَرِّى
- ve aydın olsun
- ʿaynan
- عَيْنًاۖ
- gözün
- fa-immā
- فَإِمَّا
- eğer
- tarayinna
- تَرَيِنَّ
- görürsen
- mina l-bashari
- مِنَ ٱلْبَشَرِ
- insanlardan
- aḥadan
- أَحَدًا
- birini
- faqūlī
- فَقُولِىٓ
- de ki
- innī
- إِنِّى
- şüphesiz ben
- nadhartu
- نَذَرْتُ
- adadım
- lilrraḥmāni
- لِلرَّحْمَٰنِ
- Rahman için
- ṣawman
- صَوْمًا
- oruç
- falan
- فَلَنْ
- asla
- ukallima
- أُكَلِّمَ
- konuşmayacağım
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- bugün
- insiyyan
- إِنسِيًّا
- hiçbir insanla
Ye iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan 'Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım' de." ([19] Meryem: 26)Tefsir
فَاَتَتْ بِهٖ قَوْمَهَا تَحْمِلُهٗ ۗقَالُوْا يٰمَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـًٔا فَرِيًّا ٢٧
- fa-atat
- فَأَتَتْ
- getirdi
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- qawmahā
- قَوْمَهَا
- kavmine
- taḥmiluhu
- تَحْمِلُهُۥۖ
- taşıyarak
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- yāmaryamu
- يَٰمَرْيَمُ
- Ey Meryem
- laqad
- لَقَدْ
- gerçekten
- ji'ti
- جِئْتِ
- sen yaptın
- shayan
- شَيْـًٔا
- bir iş
- fariyyan
- فَرِيًّا
- tuhaf korkunç'
Çocuğu alıp kavmine getirdi, onlar: "Meryem! Utanılacak bir şey yaptın. Ey Harun'un kızkardeşi! Baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz değildi" dediler. ([19] Meryem: 27)Tefsir
يٰٓاُخْتَ هٰرُوْنَ مَا كَانَ اَبُوْكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَّمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِيًّا ۖ ٢٨
- yāukh'ta
- يَٰٓأُخْتَ
- ey kızkardeşi
- hārūna
- هَٰرُونَ
- Harun'un
- mā kāna
- مَا كَانَ
- değildi
- abūki
- أَبُوكِ
- baban
- im'ra-a
- ٱمْرَأَ
- bir adam
- sawin
- سَوْءٍ
- kötü
- wamā
- وَمَا
- ve
- kānat
- كَانَتْ
- değildi
- ummuki
- أُمُّكِ
- annen de
- baghiyyan
- بَغِيًّا
- iffetsiz
Çocuğu alıp kavmine getirdi, onlar: "Meryem! Utanılacak bir şey yaptın. Ey Harun'un kızkardeşi! Baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz değildi" dediler. ([19] Meryem: 28)Tefsir
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِۗ قَالُوْا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِى الْمَهْدِ صَبِيًّا ٢٩
- fa-ashārat
- فَأَشَارَتْ
- (çocuğu) gösterdi
- ilayhi
- إِلَيْهِۖ
- onlara
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- kayfa
- كَيْفَ
- nasıl
- nukallimu
- نُكَلِّمُ
- konuşuruz
- man
- مَن
- kimseyle
- kāna
- كَانَ
- olan
- fī l-mahdi
- فِى ٱلْمَهْدِ
- beşikte
- ṣabiyyan
- صَبِيًّا
- çocukla
Meryem çocuğu gösterdi. "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz?" dediler. ([19] Meryem: 29)Tefsir
قَالَ اِنِّيْ عَبْدُ اللّٰهِ ۗاٰتٰنِيَ الْكِتٰبَ وَجَعَلَنِيْ نَبِيًّا ۙ ٣٠
- qāla
- قَالَ
- (Çocuk) dedi
- innī
- إِنِّى
- şüphesiz ben
- ʿabdu
- عَبْدُ
- kuluyum
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- ātāniya
- ءَاتَىٰنِىَ
- bana verdi
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- Kitabı
- wajaʿalanī
- وَجَعَلَنِى
- ve beni yaptı
- nabiyyan
- نَبِيًّا
- peygamber
Çocuk: "Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekat vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun" dedi. ([19] Meryem: 30)Tefsir