اَوْ يُصْبِحَ مَاۤؤُهَا غَوْرًا فَلَنْ تَسْتَطِيْعَ لَهٗ طَلَبًا ٤١
- aw
- أَوْ
- yahut
- yuṣ'biḥa
- يُصْبِحَ
- çekilir
- māuhā
- مَآؤُهَا
- suyu
- ghawran
- غَوْرًا
- dibe
- falan
- فَلَن
- bir daha
- tastaṭīʿa
- تَسْتَطِيعَ
- gücün yetmez
- lahu
- لَهُۥ
- onu
- ṭalaban
- طَلَبًا
- aramaya
Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: "Seni topraktan, sonra nutfeden yaratanı, sonunda de seni insan kılığına koyanı mı inkar ediyorsun? İşte O benim Rabbim olan Allah'tır. Rabbime kimseyi ortak koşmam. Bahçene girdiğin zaman, her ne kadar beni kendinden mal ve nüfus bakımından daha az buluyorsan da: "Maşallah! Kuvvet ancak Allah'a mahsustur!" demen gerekmez mi? Rabbim, senin bahçenden daha iyisini bana verebilir ve seninkinin üzerine gökten bir felaket gönderir de bahçen yerle bir olabilir. Yahut suyu çekilir bir daha da bulamazsın" dedi. ([18] Kehf: 41)Tefsir
وَاُحِيْطَ بِثَمَرِهٖ فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَآ اَنْفَقَ فِيْهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوْشِهَا وَيَقُوْلُ يٰلَيْتَنِيْ لَمْ اُشْرِكْ بِرَبِّيْٓ اَحَدًا ٤٢
- wa-uḥīṭa
- وَأُحِيطَ
- derken yok edildi
- bithamarihi
- بِثَمَرِهِۦ
- ürünü
- fa-aṣbaḥa
- فَأَصْبَحَ
- ve başladı
- yuqallibu
- يُقَلِّبُ
- oğuşturmağa
- kaffayhi
- كَفَّيْهِ
- ellerini
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- mā
- مَآ
- şeyler
- anfaqa
- أَنفَقَ
- harcadıkları
- fīhā
- فِيهَا
- ona
- wahiya
- وَهِىَ
- ve o
- khāwiyatun
- خَاوِيَةٌ
- yıkılmıştı
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- ʿurūshihā
- عُرُوشِهَا
- çardakları
- wayaqūlu
- وَيَقُولُ
- ve diyordu
- yālaytanī
- يَٰلَيْتَنِى
- ah keşke ben
- lam ush'rik
- لَمْ أُشْرِكْ
- ortak koşmasaydım
- birabbī
- بِرَبِّىٓ
- Rabbime
- aḥadan
- أَحَدًا
- kimseyi
Nitekim, ürünleri yok edildi; bağın altüst olmuş çardakları karşısında, sarfettiği emeğe içi yanarak ellerini oğuşturup "Keşke Rabbime kimseyi ortak koşmasaydım" diyordu. ([18] Kehf: 42)Tefsir
وَلَمْ تَكُنْ لَّهٗ فِئَةٌ يَّنْصُرُوْنَهٗ مِنْ دُوْنِ اللّٰهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِرًاۗ ٤٣
- walam
- وَلَمْ
- ve
- takun
- تَكُن
- olmadı
- lahu
- لَّهُۥ
- onun
- fi-atun
- فِئَةٌ
- bir topluluğu
- yanṣurūnahu
- يَنصُرُونَهُۥ
- kendisine yardım eden
- min dūni
- مِن دُونِ
- başka
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- wamā
- وَمَا
- ve
- kāna
- كَانَ
- olmadı
- muntaṣiran
- مُنتَصِرًا
- kendisinine yardım edilen
Ona, Allah'tan başka yardım edebilecek adamları da yoktu, kendi kendini de kurtaramadı. ([18] Kehf: 43)Tefsir
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّٰهِ الْحَقِّۗ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَّخَيْرٌ عُقْبًا ࣖ ٤٤
- hunālika
- هُنَالِكَ
- işte o durumda
- l-walāyatu
- ٱلْوَلَٰيَةُ
- velilik (koruyuculuk)
- lillahi
- لِلَّهِ
- yalnız Allah'a mahsustur
- l-ḥaqi
- ٱلْحَقِّۚ
- hak olan
- huwa
- هُوَ
- O'dur
- khayrun
- خَيْرٌ
- en iyi olan
- thawāban
- ثَوَابًا
- mükafatı
- wakhayrun
- وَخَيْرٌ
- ve daha hayırlıdır
- ʿuq'ban
- عُقْبًا
- akıbet
İşte burada kudret ve hakimiyet, varlığı gerçek olan Allah'ındır. Mükafatlandırma bakımından hayırlı olan da, sonuçlandırma yönünden hayırlı olan da O'dur. ([18] Kehf: 44)Tefsir
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَّثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَاۤءٍ اَنْزَلْنٰهُ مِنَ السَّمَاۤءِ فَاخْتَلَطَ بِهٖ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَشِيْمًا تَذْرُوْهُ الرِّيٰحُ ۗوَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِرًا ٤٥
- wa-iḍ'rib
- وَٱضْرِبْ
- ve anlat
- lahum
- لَهُم
- onlara
- mathala
- مَّثَلَ
- misalini
- l-ḥayati
- ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatının
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- kamāin
- كَمَآءٍ
- bir su
- anzalnāhu
- أَنزَلْنَٰهُ
- indirdik
- mina l-samāi
- مِنَ ٱلسَّمَآءِ
- gökten
- fa-ikh'talaṭa
- فَٱخْتَلَطَ
- karıştı
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- nabātu
- نَبَاتُ
- bitkisi
- l-arḍi
- ٱلْأَرْضِ
- yerin
- fa-aṣbaḥa
- فَأَصْبَحَ
- ve haline geliverdi
- hashīman
- هَشِيمًا
- çöp kırıntıları
- tadhrūhu
- تَذْرُوهُ
- savurduğu
- l-riyāḥu
- ٱلرِّيَٰحُۗ
- rüzgarların
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- kulli
- كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şey
- muq'tadiran
- مُّقْتَدِرًا
- kadirdir
Onlara, dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çerçöpe döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır. ([18] Kehf: 45)Tefsir
اَلْمَالُ وَالْبَنُوْنَ زِيْنَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبٰقِيٰتُ الصّٰلِحٰتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَّخَيْرٌ اَمَلًا ٤٦
- al-mālu
- ٱلْمَالُ
- mal
- wal-banūna
- وَٱلْبَنُونَ
- ve oğullar
- zīnatu
- زِينَةُ
- süsüdür
- l-ḥayati
- ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatının
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَاۖ
- dünya
- wal-bāqiyātu
- وَٱلْبَٰقِيَٰتُ
- fakat kalıcı olan
- l-ṣāliḥātu
- ٱلصَّٰلِحَٰتُ
- güzel işler ise
- khayrun
- خَيْرٌ
- daha hayırlıdır
- ʿinda
- عِندَ
- katında
- rabbika
- رَبِّكَ
- Rabbinin
- thawāban
- ثَوَابًا
- sevapça
- wakhayrun
- وَخَيْرٌ
- ve daha hayırlıdır
- amalan
- أَمَلًا
- umutça da
Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak yararlı işler, sevab olarak da, emel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır. ([18] Kehf: 46)Tefsir
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَّحَشَرْنٰهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَدًاۚ ٤٧
- wayawma
- وَيَوْمَ
- O gün
- nusayyiru
- نُسَيِّرُ
- yürütürüz
- l-jibāla
- ٱلْجِبَالَ
- dağları
- watarā
- وَتَرَى
- ve görürsün
- l-arḍa
- ٱلْأَرْضَ
- yeri
- bārizatan
- بَارِزَةً
- çırılçıplak
- waḥasharnāhum
- وَحَشَرْنَٰهُمْ
- onları toplamışız
- falam
- فَلَمْ
- ve
- nughādir
- نُغَادِرْ
- bırakmamışızdır
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- aḥadan
- أَحَدًا
- hiçbirini
Bir gün dağları yürütürüz de yeri dümdüz görürsün. Hiçbirini bırakmaksızın diriltip bir araya toplarız. ([18] Kehf: 47)Tefsir
وَعُرِضُوْا عَلٰى رَبِّكَ صَفًّاۗ لَقَدْ جِئْتُمُوْنَا كَمَا خَلَقْنٰكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۢ ۖبَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَّجْعَلَ لَكُمْ مَّوْعِدًا ٤٨
- waʿuriḍū
- وَعُرِضُوا۟
- ve hepsi sunulmuşlardır
- ʿalā rabbika
- عَلَىٰ رَبِّكَ
- senin Rabbine
- ṣaffan
- صَفًّا
- sıra sıra
- laqad
- لَّقَدْ
- andolsun
- ji'tumūnā
- جِئْتُمُونَا
- bize geldiniz
- kamā
- كَمَا
- gibi
- khalaqnākum
- خَلَقْنَٰكُمْ
- sizi yarattığımız
- awwala
- أَوَّلَ
- ilk
- marratin
- مَرَّةٍۭۚ
- defa
- bal
- بَلْ
- oysa
- zaʿamtum
- زَعَمْتُمْ
- siz sanmıştınız
- allan najʿala
- أَلَّن نَّجْعَلَ
- tayin etmeyeceğimizi
- lakum
- لَكُم
- size
- mawʿidan
- مَّوْعِدًا
- bir vade
Dizi dizi Rabbine sunulduklarında onlara: "And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi Bize geldiniz. Sizi bir yere toplamak için söz vermediğimizi iddia etmiştiniz değil mi?" denir. ([18] Kehf: 48)Tefsir
وَوُضِعَ الْكِتٰبُ فَتَرَى الْمُجْرِمِيْنَ مُشْفِقِيْنَ مِمَّا فِيْهِ وَيَقُوْلُوْنَ يٰوَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتٰبِ لَا يُغَادِرُ صَغِيْرَةً وَّلَا كَبِيْرَةً اِلَّآ اَحْصٰىهَاۚ وَوَجَدُوْا مَا عَمِلُوْا حَاضِرًاۗ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا ࣖ ٤٩
- wawuḍiʿa
- وَوُضِعَ
- (ortaya) konulmuştur
- l-kitābu
- ٱلْكِتَٰبُ
- Kitap
- fatarā
- فَتَرَى
- ve görürsün
- l-muj'rimīna
- ٱلْمُجْرِمِينَ
- suçluların
- mush'fiqīna
- مُشْفِقِينَ
- korkarak
- mimmā fīhi
- مِمَّا فِيهِ
- onun içindekilerden
- wayaqūlūna
- وَيَقُولُونَ
- ve dediklerini
- yāwaylatanā
- يَٰوَيْلَتَنَا
- ey vah bize
- māli
- مَالِ
- ne oluyor
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- l-kitābi
- ٱلْكِتَٰبِ
- Kitaba
- lā
- لَا
- (hiçbir şey)
- yughādiru
- يُغَادِرُ
- bırakmıyor
- ṣaghīratan
- صَغِيرَةً
- (ne) küçük
- walā
- وَلَا
- ne de
- kabīratan
- كَبِيرَةً
- büyük
- illā aḥṣāhā
- إِلَّآ أَحْصَىٰهَاۚ
- her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor
- wawajadū
- وَوَجَدُوا۟
- ve bulmuşlardır
- mā
- مَا
- şeyleri
- ʿamilū
- عَمِلُوا۟
- yaptıkları
- ḥāḍiran
- حَاضِرًاۗ
- hazır
- walā
- وَلَا
- ve
- yaẓlimu
- يَظْلِمُ
- zulmetmez
- rabbuka
- رَبُّكَ
- Rabbin
- aḥadan
- أَحَدًا
- kimseye
Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, "Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!" derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez. ([18] Kehf: 49)Tefsir
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰۤىِٕكَةِ اسْجُدُوْا لِاٰدَمَ فَسَجَدُوْٓا اِلَّآ اِبْلِيْسَۗ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّهٖۗ اَفَتَتَّخِذُوْنَهٗ وَذُرِّيَّتَهٗٓ اَوْلِيَاۤءَ مِنْ دُوْنِيْ وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۗ بِئْسَ لِلظّٰلِمِيْنَ بَدَلًا ٥٠
- wa-idh
- وَإِذْ
- ve hani
- qul'nā
- قُلْنَا
- demiştik
- lil'malāikati
- لِلْمَلَٰٓئِكَةِ
- meleklere
- us'judū
- ٱسْجُدُوا۟
- secde edin
- liādama
- لِءَادَمَ
- Adem'e
- fasajadū
- فَسَجَدُوٓا۟
- secde ettiler
- illā
- إِلَّآ
- hariç
- ib'līsa
- إِبْلِيسَ
- İblis
- kāna
- كَانَ
- (O) idi
- mina l-jini
- مِنَ ٱلْجِنِّ
- cinlerden
- fafasaqa
- فَفَسَقَ
- dışına çıktı
- ʿan amri
- عَنْ أَمْرِ
- buyruğunun
- rabbihi
- رَبِّهِۦٓۗ
- Rabbinin
- afatattakhidhūnahu
- أَفَتَتَّخِذُونَهُۥ
- siz onu mu ediniyorsunuz?
- wadhurriyyatahu
- وَذُرِّيَّتَهُۥٓ
- ve onun neslini
- awliyāa
- أَوْلِيَآءَ
- dostlar
- min dūnī
- مِن دُونِى
- benden ayrı olarak
- wahum
- وَهُمْ
- oysa onlar
- lakum
- لَكُمْ
- sizin
- ʿaduwwun
- عَدُوٌّۢۚ
- düşmanınızdır
- bi'sa
- بِئْسَ
- ne kötü
- lilẓẓālimīna
- لِلظَّٰلِمِينَ
- zalimler için
- badalan
- بَدَلًا
- bir değiştirmedir
Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Ey insanoğulları! Siz Beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir! ([18] Kehf: 50)Tefsir