وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰۤىِٕكَةِ اسْجُدُوْا لِاٰدَمَ فَسَجَدُوْٓا اِلَّآ اِبْلِيْسَۗ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِيْنًاۚ ٦١
- wa-idh
- وَإِذْ
- bir zaman
- qul'nā
- قُلْنَا
- demiştik
- lil'malāikati
- لِلْمَلَٰٓئِكَةِ
- meleklere
- us'judū
- ٱسْجُدُوا۟
- secde edin
- liādama
- لِءَادَمَ
- Adem'e
- fasajadū
- فَسَجَدُوٓا۟
- secde ettiler
- illā
- إِلَّآ
- dışında
- ib'līsa
- إِبْلِيسَ
- İblis
- qāla
- قَالَ
- dedi
- a-asjudu
- ءَأَسْجُدُ
- ben mi secde edeceğim?
- liman
- لِمَنْ
- kimseye
- khalaqta
- خَلَقْتَ
- yarattığın
- ṭīnan
- طِينًا
- çamur olarak
Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: "çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?" demişti. ([17] Isra: 61)Tefsir
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذِيْ كَرَّمْتَ عَلَيَّ لَىِٕنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهٗٓ اِلَّا قَلِيْلًا ٦٢
- qāla
- قَالَ
- dedi
- ara-aytaka
- أَرَءَيْتَكَ
- gördün mü?
- hādhā
- هَٰذَا
- şu
- alladhī karramta
- ٱلَّذِى كَرَّمْتَ
- üstün yaptığını
- ʿalayya
- عَلَىَّ
- benden
- la-in
- لَئِنْ
- andolsun eğer
- akhartani
- أَخَّرْتَنِ
- beni ertelersen
- ilā
- إِلَىٰ
- kadar
- yawmi
- يَوْمِ
- gününe
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِ
- kıyamet
- la-aḥtanikanna
- لَأَحْتَنِكَنَّ
- hakimiyetime alacağım
- dhurriyyatahu
- ذُرِّيَّتَهُۥٓ
- onun zürriyetini
- illā
- إِلَّا
- hariç
- qalīlan
- قَلِيلًا
- pek azı
"Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım" demişti. ([17] Isra: 62)Tefsir
قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَاِنَّ جَهَنَّمَ جَزَاۤؤُكُمْ جَزَاۤءً مَّوْفُوْرًا ٦٣
- qāla
- قَالَ
- (Allah) dedi ki
- idh'hab
- ٱذْهَبْ
- git
- faman
- فَمَن
- kim
- tabiʿaka
- تَبِعَكَ
- sana uyarsa
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- fa-inna
- فَإِنَّ
- şüphesiz
- jahannama
- جَهَنَّمَ
- cehennemdir
- jazāukum
- جَزَآؤُكُمْ
- cezanız
- jazāan
- جَزَآءً
- bir ceza
- mawfūran
- مَّوْفُورًا
- mükemmel
Allah: "Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza" dedi. ([17] Isra: 63)Tefsir
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۗ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطٰنُ اِلَّا غُرُوْرًا ٦٤
- wa-is'tafziz
- وَٱسْتَفْزِزْ
- yerinden oynat
- mani
- مَنِ
- kimseyi
- is'taṭaʿta
- ٱسْتَطَعْتَ
- gücünün yettiği
- min'hum
- مِنْهُم
- onlardan
- biṣawtika
- بِصَوْتِكَ
- sesinle
- wa-ajlib
- وَأَجْلِبْ
- ve yaygarayı bas
- ʿalayhim
- عَلَيْهِم
- onların üzerine
- bikhaylika
- بِخَيْلِكَ
- atlılarınla
- warajilika
- وَرَجِلِكَ
- ve yayalarınla
- washārik'hum
- وَشَارِكْهُمْ
- ve onlara ortak ol
- fī l-amwāli
- فِى ٱلْأَمْوَٰلِ
- mallarda
- wal-awlādi
- وَٱلْأَوْلَٰدِ
- ve evladlarda
- waʿid'hum
- وَعِدْهُمْۚ
- ve onlara va'dler yap
- wamā yaʿiduhumu
- وَمَا يَعِدُهُمُ
- onlara va'detmez
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُ
- şeytan
- illā
- إِلَّا
- başka bir şey
- ghurūran
- غُرُورًا
- aldatıştan
"Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder. ([17] Isra: 64)Tefsir
اِنَّ عِبَادِيْ لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطٰنٌۗ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَكِيْلًا ٦٥
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- ʿibādī
- عِبَادِى
- benim kullarıma
- laysa
- لَيْسَ
- yoktur
- laka
- لَكَ
- senin
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onların üzerinde
- sul'ṭānun
- سُلْطَٰنٌۚ
- bir gücün
- wakafā
- وَكَفَىٰ
- ve yeter
- birabbika
- بِرَبِّكَ
- Rabbin
- wakīlan
- وَكِيلًا
- vekil olarak
Doğrusu Benim mümin kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter." ([17] Isra: 65)Tefsir
رَبُّكُمُ الَّذِيْ يُزْجِيْ لَكُمُ الْفُلْكَ فِى الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوْا مِنْ فَضْلِهٖۗ اِنَّهٗ كَانَ بِكُمْ رَحِيْمًا ٦٦
- rabbukumu
- رَّبُّكُمُ
- Rabbiniz
- alladhī
- ٱلَّذِى
- O'dur ki
- yuz'jī
- يُزْجِى
- yürütür
- lakumu
- لَكُمُ
- size
- l-ful'ka
- ٱلْفُلْكَ
- gemileri
- fī l-baḥri
- فِى ٱلْبَحْرِ
- denizde
- litabtaghū
- لِتَبْتَغُوا۟
- (payınızı) aramanız için
- min faḍlihi
- مِن فَضْلِهِۦٓۚ
- lutfundan
- innahu
- إِنَّهُۥ
- doğrsu O
- kāna bikum
- كَانَ بِكُمْ
- size
- raḥīman
- رَحِيمًا
- çok acır
Rabbiniz, bol nimetinden elde edesiniz diye, denizde gemileri sizin için yüzdürür. O, size merhamet eder. ([17] Isra: 66)Tefsir
وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِى الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُوْنَ اِلَّآ اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰىكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۗ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوْرًا ٦٧
- wa-idhā
- وَإِذَا
- zaman
- massakumu
- مَسَّكُمُ
- size dokunduğu
- l-ḍuru
- ٱلضُّرُّ
- bir sıkıntı
- fī l-baḥri
- فِى ٱلْبَحْرِ
- denizde
- ḍalla
- ضَلَّ
- kaybolur
- man tadʿūna
- مَن تَدْعُونَ
- bütün yalvardıklarınız
- illā
- إِلَّآ
- başka
- iyyāhu
- إِيَّاهُۖ
- O'ndan
- falammā
- فَلَمَّا
- fakat (O)
- najjākum
- نَجَّىٰكُمْ
- sizi kurtarıp çıkarınca
- ilā l-bari
- إِلَى ٱلْبَرِّ
- karaya
- aʿraḍtum
- أَعْرَضْتُمْۚ
- yine yüz çevirirsiniz
- wakāna
- وَكَانَ
- gerçekten
- l-insānu
- ٱلْإِنسَٰنُ
- insan
- kafūran
- كَفُورًا
- nankördür
Denizde bir sıkıntıya düştüğünüz zaman, Allah'tan başka yalvardıklarınız kaybolup gider, fakat O sizi karaya çıkararak kurtarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan pek nankördür. ([17] Isra: 67)Tefsir
اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَّخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا ثُمَّ لَا تَجِدُوْا لَكُمْ وَكِيْلًا ۙ ٦٨
- afa-amintum
- أَفَأَمِنتُمْ
- emin misiniz?
- an yakhsifa
- أَن يَخْسِفَ
- batırmayacağından
- bikum
- بِكُمْ
- sizi
- jāniba
- جَانِبَ
- ters çevirip
- l-bari
- ٱلْبَرِّ
- karayı
- aw
- أَوْ
- yahut
- yur'sila
- يُرْسِلَ
- göndermeyeceğinden
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- üzerinize
- ḥāṣiban
- حَاصِبًا
- taşlar savuran bir kasırga
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- lā tajidū
- لَا تَجِدُوا۟
- bulamazsınız
- lakum
- لَكُمْ
- kendinize
- wakīlan
- وَكِيلًا
- bir koruyucu
Onun karada da, sizi yere batırmasından veya başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız. ([17] Isra: 68)Tefsir
اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُّعِيْدَكُمْ فِيْهِ تَارَةً اُخْرٰى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفًا مِّنَ الرِّيْحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوْا لَكُمْ عَلَيْنَا بِهٖ تَبِيْعًا ٦٩
- am
- أَمْ
- yoksa
- amintum
- أَمِنتُمْ
- emin misiniz?
- an yuʿīdakum
- أَن يُعِيدَكُمْ
- sizi gönderip
- fīhi
- فِيهِ
- oraya
- tāratan
- تَارَةً
- bir kez daha
- ukh'rā
- أُخْرَىٰ
- bir kez daha
- fayur'sila
- فَيُرْسِلَ
- salarak
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- üstünüze
- qāṣifan
- قَاصِفًا
- bir fırtına
- mina l-rīḥi
- مِّنَ ٱلرِّيحِ
- kırıp geçiren
- fayugh'riqakum
- فَيُغْرِقَكُم
- ve sizi boğmayacağından
- bimā
- بِمَا
- dolayı
- kafartum
- كَفَرْتُمْۙ
- inkar ettiğinizden
- thumma
- ثُمَّ
- O zaman
- lā tajidū
- لَا تَجِدُوا۟
- bulamazsınız
- lakum
- لَكُمْ
- kendinize
- ʿalaynā
- عَلَيْنَا
- bize karşı
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- tabīʿan
- تَبِيعًا
- izleyip koruyacak birini
Yoksa sizi tekrar denize döndürüp, üzerinize ortalığı yıkan bir fırtına gönderip, inkarlarınızdan ötürü sizi suda boğmasından güvende misiniz? O zaman bize soru soracak bir yardımcı da bulamazsınız. ([17] Isra: 69)Tefsir
۞ وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِيْٓ اٰدَمَ وَحَمَلْنٰهُمْ فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنٰهُمْ مِّنَ الطَّيِّبٰتِ وَفَضَّلْنٰهُمْ عَلٰى كَثِيْرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيْلًا ࣖ ٧٠
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- karramnā
- كَرَّمْنَا
- biz çok ikram ettik
- banī
- بَنِىٓ
- oğullarına
- ādama
- ءَادَمَ
- Adem
- waḥamalnāhum
- وَحَمَلْنَٰهُمْ
- ve onları taşıdık
- fī l-bari
- فِى ٱلْبَرِّ
- karada
- wal-baḥri
- وَٱلْبَحْرِ
- ve denizde
- warazaqnāhum
- وَرَزَقْنَٰهُم
- ve onları besledik
- mina l-ṭayibāti
- مِّنَ ٱلطَّيِّبَٰتِ
- güzel rızıklarla
- wafaḍḍalnāhum
- وَفَضَّلْنَٰهُمْ
- ve onları üstün kıldık
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- kathīrin
- كَثِيرٍ
- bir çoğu
- mimman khalaqnā
- مِّمَّنْ خَلَقْنَا
- yarattıklarımızın
- tafḍīlan
- تَفْضِيلًا
- tam bir üstünlükle
And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık. ([17] Isra: 70)Tefsir