اَوْ خَلْقًا مِّمَّا يَكْبُرُ فِيْ صُدُوْرِكُمْ ۚفَسَيَقُوْلُوْنَ مَنْ يُّعِيْدُنَاۗ قُلِ الَّذِيْ فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۗ فَسَيُنْغِضُوْنَ اِلَيْكَ رُءُوْسَهُمْ وَيَقُوْلُوْنَ مَتٰى هُوَۗ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَّكُوْنَ قَرِيْبًا ٥١
- aw
- أَوْ
- veya
- khalqan
- خَلْقًا
- yaratık
- mimmā
- مِّمَّا
- herhangi bir
- yakburu
- يَكْبُرُ
- büyüyen
- fī ṣudūrikum
- فِى صُدُورِكُمْۚ
- gönlünüzde
- fasayaqūlūna
- فَسَيَقُولُونَ
- diyecekler ki
- man
- مَن
- kim
- yuʿīdunā
- يُعِيدُنَاۖ
- bizi tekrar döndürebilir
- quli
- قُلِ
- de ki
- alladhī faṭarakum
- ٱلَّذِى فَطَرَكُمْ
- sizi yaratan
- awwala
- أَوَّلَ
- ilk
- marratin
- مَرَّةٍۚ
- defa
- fasayun'ghiḍūna
- فَسَيُنْغِضُونَ
- alaylı alaylı sallayacaklar
- ilayka
- إِلَيْكَ
- sana
- ruūsahum
- رُءُوسَهُمْ
- başlarını
- wayaqūlūna
- وَيَقُولُونَ
- ve diyecekler
- matā
- مَتَىٰ
- Ne zaman?
- huwa
- هُوَۖ
- o
- qul
- قُلْ
- de ki
- ʿasā
- عَسَىٰٓ
- belki de
- an yakūna
- أَن يَكُونَ
- olabilir
- qarīban
- قَرِيبًا
- pek yakın
De ki: "İster taş veya demir ya da kalbinizde büyüttüğünüz başka bir yaratık olun, yine de dirileceksiniz." "Bizi tekrar kim diriltir?" derler; de ki: "Sizi ilk defa yaratan." Sana başlarını sallayarak: "Ne zamandır bu?" derler. "Yakında olması mümkündür" de. ([17] Isra: 51)Tefsir
يَوْمَ يَدْعُوْكُمْ فَتَسْتَجِيْبُوْنَ بِحَمْدِهٖ وَتَظُنُّوْنَ اِنْ لَّبِثْتُمْ اِلَّا قَلِيْلًا ࣖ ٥٢
- yawma
- يَوْمَ
- gün
- yadʿūkum
- يَدْعُوكُمْ
- sizi çağıracağı
- fatastajībūna
- فَتَسْتَجِيبُونَ
- çağrısına uyarsınız
- biḥamdihi
- بِحَمْدِهِۦ
- O'na hamdederek
- wataẓunnūna
- وَتَظُنُّونَ
- ve sanırsınız
- in labith'tum
- إِن لَّبِثْتُمْ
- (dünyada) kalmadınız
- illā
- إِلَّا
- dışında
- qalīlan
- قَلِيلًا
- pek az (bir süre)
Sizi çağırdığı gün, O'na hamdederek davetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız. ([17] Isra: 52)Tefsir
وَقُلْ لِّعِبَادِيْ يَقُوْلُوا الَّتِيْ هِيَ اَحْسَنُۗ اِنَّ الشَّيْطٰنَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۗ اِنَّ الشَّيْطٰنَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوًّا مُّبِيْنًا ٥٣
- waqul
- وَقُل
- ve söyle
- liʿibādī
- لِّعِبَادِى
- kullarıma
- yaqūlū
- يَقُولُوا۟
- söylesinler
- allatī hiya
- ٱلَّتِى هِىَ
- o
- aḥsanu
- أَحْسَنُۚ
- en güzel (sözü)
- inna
- إِنَّ
- çünkü
- l-shayṭāna
- ٱلشَّيْطَٰنَ
- şeytan
- yanzaghu
- يَنزَغُ
- girer
- baynahum
- بَيْنَهُمْۚ
- aralarına
- inna
- إِنَّ
- doğrusu
- l-shayṭāna
- ٱلشَّيْطَٰنَ
- şeytan
- kāna lil'insāni
- كَانَ لِلْإِنسَٰنِ
- insanın
- ʿaduwwan
- عَدُوًّا
- düşmanıdır
- mubīnan
- مُّبِينًا
- apaçık
İnanan kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır. ([17] Isra: 53)Tefsir
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْ اِنْ يَّشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَّشَأْ يُعَذِّبْكُمْۗ وَمَآ اَرْسَلْنٰكَ عَلَيْهِمْ وَكِيْلًا ٥٤
- rabbukum
- رَّبُّكُمْ
- Rabbiniz
- aʿlamu
- أَعْلَمُ
- daha iyi bilir
- bikum
- بِكُمْۖ
- sizi
- in
- إِن
- eğer
- yasha
- يَشَأْ
- dilerse
- yarḥamkum
- يَرْحَمْكُمْ
- size acır
- aw
- أَوْ
- veya
- in
- إِن
- eğer
- yasha
- يَشَأْ
- dilerse
- yuʿadhib'kum
- يُعَذِّبْكُمْۚ
- size azabeder
- wamā arsalnāka
- وَمَآ أَرْسَلْنَٰكَ
- biz seni göndermedik
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onların üzerine
- wakīlan
- وَكِيلًا
- bir vekil
Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder veya dilerse size azabeder. Biz seni onlara vekil olarak göndermedik. ([17] Isra: 54)Tefsir
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِى السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِۗ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّٖنَ عَلٰى بَعْضٍ وَّاٰتَيْنَا دَاوٗدَ زَبُوْرًا ٥٥
- warabbuka
- وَرَبُّكَ
- ve Rabbin
- aʿlamu
- أَعْلَمُ
- daha iyi bilir
- biman
- بِمَن
- olanları
- fī l-samāwāti
- فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerde
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِۗ
- ve yerde
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun ki
- faḍḍalnā
- فَضَّلْنَا
- biz üstün kıldık
- baʿḍa
- بَعْضَ
- kimini
- l-nabiyīna
- ٱلنَّبِيِّۦنَ
- peygamberlerin
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- baʿḍin
- بَعْضٍۖ
- kimi
- waātaynā
- وَءَاتَيْنَا
- ve verdik
- dāwūda
- دَاوُۥدَ
- Davud'a da
- zabūran
- زَبُورًا
- Zebur'u
Göklerde ve yerde olan kimseleri Rabbin daha iyi bilir. And olsun ki peygamberleri birbirinden üstün kılmış ve Davud'a Zebur vermişizdir. ([17] Isra: 55)Tefsir
قُلِ ادْعُوا الَّذِيْنَ زَعَمْتُمْ مِّنْ دُوْنِهٖ فَلَا يَمْلِكُوْنَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْوِيْلًا ٥٦
- quli
- قُلِ
- de ki
- id'ʿū
- ٱدْعُوا۟
- yalvarın
- alladhīna zaʿamtum
- ٱلَّذِينَ زَعَمْتُم
- (tanrı olduğunu) sandığınız şeylere
- min dūnihi
- مِّن دُونِهِۦ
- O'ndan başka
- falā
- فَلَا
- (fakat)
- yamlikūna
- يَمْلِكُونَ
- güçleri yetmez
- kashfa
- كَشْفَ
- gidermeye
- l-ḍuri
- ٱلضُّرِّ
- sıkıntıyı
- ʿankum
- عَنكُمْ
- sizden
- walā
- وَلَا
- ve
- taḥwīlan
- تَحْوِيلًا
- değiştirmeye
De ki: "Allah'tan başka tanrı olduğunu sandıklarınızı çağırın; sizin bir sıkıntınızı gidermeye ve onu değiştirmeye güçleri yetmez." ([17] Isra: 56)Tefsir
اُولٰۤىِٕكَ الَّذِيْنَ يَدْعُوْنَ يَبْتَغُوْنَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَسِيْلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُوْنَ رَحْمَتَهٗ وَيَخَافُوْنَ عَذَابَهٗۗ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوْرًا ٥٧
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- onların
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yadʿūna
- يَدْعُونَ
- yalvardıkları
- yabtaghūna
- يَبْتَغُونَ
- ararlar
- ilā rabbihimu
- إِلَىٰ رَبِّهِمُ
- Rablerine
- l-wasīlata
- ٱلْوَسِيلَةَ
- bir vesile
- ayyuhum
- أَيُّهُمْ
- hangisi
- aqrabu
- أَقْرَبُ
- en yakın (diye)
- wayarjūna
- وَيَرْجُونَ
- ve umarlar
- raḥmatahu
- رَحْمَتَهُۥ
- O'nun merhametini
- wayakhāfūna
- وَيَخَافُونَ
- ve korkarlar
- ʿadhābahu
- عَذَابَهُۥٓۚ
- azabından
- inna
- إِنَّ
- çünkü
- ʿadhāba
- عَذَابَ
- azabı
- rabbika
- رَبِّكَ
- Rabbinin
- kāna maḥdhūran
- كَانَ مَحْذُورًا
- cidden korkunçtur
Taptıkları putlar Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. O'nun rahmetini umar, azabından korkarlar. Zira Rabbinin azabı korkmağa değer. ([17] Isra: 57)Tefsir
وَاِنْ مِّنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوْهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوْهَا عَذَابًا شَدِيْدًاۗ كَانَ ذٰلِكَ فىِ الْكِتٰبِ مَسْطُوْرًا ٥٨
- wa-in
- وَإِن
- yoktur ki
- min
- مِّن
- hiçbir
- qaryatin
- قَرْيَةٍ
- kent
- illā
- إِلَّا
- ancak
- naḥnu
- نَحْنُ
- biz
- muh'likūhā
- مُهْلِكُوهَا
- onu yok ederiz
- qabla
- قَبْلَ
- önce
- yawmi
- يَوْمِ
- gününden
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِ
- kıyamet
- aw
- أَوْ
- yahut
- muʿadhibūhā
- مُعَذِّبُوهَا
- ona azab ederiz
- ʿadhāban
- عَذَابًا
- azap ile
- shadīdan
- شَدِيدًاۚ
- şiddetli bir
- kāna dhālika
- كَانَ ذَٰلِكَ
- Bu
- fī l-kitābi
- فِى ٱلْكِتَٰبِ
- Kitapta
- masṭūran
- مَسْطُورًا
- yazılmıştır
Kıyamet gününden önce ortadan kaldırmayacağımız veya çetin azaba uğratmayacağımız bir şehir yoktur. Bu, Kitap'da yazılıdır. ([17] Isra: 58)Tefsir
وَمَا مَنَعَنَآ اَنْ نُّرْسِلَ بِالْاٰيٰتِ اِلَّآ اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُوْنَۗ وَاٰتَيْنَا ثَمُوْدَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوْا بِهَاۗ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيٰتِ اِلَّا تَخْوِيْفًا ٥٩
- wamā
- وَمَا
- ve yoktur
- manaʿanā
- مَنَعَنَآ
- bizi alıkoyan
- an nur'sila
- أَن نُّرْسِلَ
- göndermekten
- bil-āyāti
- بِٱلْءَايَٰتِ
- ayetler (mu'cizeler)
- illā
- إِلَّآ
- dışında
- an kadhaba
- أَن كَذَّبَ
- yalanlamaları
- bihā
- بِهَا
- (onları)
- l-awalūna
- ٱلْأَوَّلُونَۚ
- evvelkilerin
- waātaynā
- وَءَاتَيْنَا
- ve verdik
- thamūda
- ثَمُودَ
- Semud'a
- l-nāqata
- ٱلنَّاقَةَ
- dişi deveyi
- mub'ṣiratan
- مُبْصِرَةً
- açık bir mu'cize olarak
- faẓalamū
- فَظَلَمُوا۟
- o zulmetmelerine sebeb oldu
- bihā
- بِهَاۚ
- onlara
- wamā
- وَمَا
- ve
- nur'silu
- نُرْسِلُ
- biz göndermeyiz
- bil-āyāti
- بِٱلْءَايَٰتِ
- mu'cizeleri
- illā
- إِلَّا
- dışında
- takhwīfan
- تَخْوِيفًا
- korkutmak
Bizi mucize göndermekten alıkoyan, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semud milletine gözle görülebilen bir mucize, bir dişi deve vermiştik de ona zulmetmişlerdi. Oysa Biz mucizeleri yalnız korkutmak için göndeririz. ([17] Isra: 59)Tefsir
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِۗ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّتِيْٓ اَرَيْنٰكَ اِلَّا فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُوْنَةَ فِى الْقُرْاٰنِ ۗ وَنُخَوِّفُهُمْۙ فَمَا يَزِيْدُهُمْ اِلَّا طُغْيَانًا كَبِيْرًا ࣖ ٦٠
- wa-idh
- وَإِذْ
- bir zaman
- qul'nā
- قُلْنَا
- demiştik
- laka
- لَكَ
- sana
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- rabbaka
- رَبَّكَ
- Rabbin
- aḥāṭa
- أَحَاطَ
- kuşatmıştır
- bil-nāsi
- بِٱلنَّاسِۚ
- insanları
- wamā jaʿalnā
- وَمَا جَعَلْنَا
- biz yapmadık
- l-ru'yā
- ٱلرُّءْيَا
- rü'yayı
- allatī araynāka
- ٱلَّتِىٓ أَرَيْنَٰكَ
- sana gösterdiğimiz
- illā
- إِلَّا
- başka bir şey
- fit'natan
- فِتْنَةً
- sınama (aracı)
- lilnnāsi
- لِّلنَّاسِ
- insanlar için
- wal-shajarata
- وَٱلشَّجَرَةَ
- ve ağacı
- l-malʿūnata
- ٱلْمَلْعُونَةَ
- la'netlenmiş
- fī l-qur'āni
- فِى ٱلْقُرْءَانِۚ
- Kur'an'da
- wanukhawwifuhum
- وَنُخَوِّفُهُمْ
- biz onları korkutuyoruz
- famā
- فَمَا
- fakat
- yazīduhum
- يَزِيدُهُمْ
- artırmıyor
- illā
- إِلَّا
- başkasını
- ṭugh'yānan
- طُغْيَٰنًا
- azgınlıklarından
- kabīran
- كَبِيرًا
- daha da fazla
Sana: "Rabbin şüphesiz insanları kuşatmıştır" demiştik; sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kuran'da lanetlenmiş ağaçla, sadece insanları denedik. Biz onları korkutuyoruz, fakat bu onlara büyük taşkınlık vermekten başka birşeye yaramıyor. ([17] Isra: 60)Tefsir