وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِّمَّا خَلَقَ ظِلٰلًا وَّجَعَلَ لَكُمْ مِّنَ الْجِبَالِ اَكْنَانًا وَّجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيْلَ تَقِيْكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيْلَ تَقِيْكُمْ بَأْسَكُمْ ۚ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهٗ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُوْنَ ٨١
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- jaʿala
- جَعَلَ
- yaptı
- lakum
- لَكُم
- sizin için
- mimmā khalaqa
- مِّمَّا خَلَقَ
- yarattıklarından
- ẓilālan
- ظِلَٰلًا
- gölgeler
- wajaʿala
- وَجَعَلَ
- ve var etti
- lakum
- لَكُم
- sizin için
- mina l-jibāli
- مِّنَ ٱلْجِبَالِ
- dağlarda
- aknānan
- أَكْنَٰنًا
- oturulacak barınaklar
- wajaʿala
- وَجَعَلَ
- ve var eyledi
- lakum
- لَكُمْ
- sizin için
- sarābīla
- سَرَٰبِيلَ
- elbiseler
- taqīkumu
- تَقِيكُمُ
- sizi koruyan
- l-ḥara
- ٱلْحَرَّ
- sıcaktan
- wasarābīla
- وَسَرَٰبِيلَ
- ve elbiseler
- taqīkum
- تَقِيكُم
- sizi koruyan
- basakum
- بَأْسَكُمْۚ
- savaşınızda
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- böyle
- yutimmu
- يُتِمُّ
- tamamlıyor
- niʿ'matahu
- نِعْمَتَهُۥ
- ni'metini
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki siz
- tus'limūna
- تُسْلِمُونَ
- teslim (müslüman) olursunuz
Allah yarattıklarından size gölgeler yapmış; dağlarda sığınacağınız barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, harpte sizi koruyacak zırhlar vermiştir. Size olan nimetini müslüman olasınız diye işte bu şekilde tamamlamaktadır. ([16] Nahl: 81)Tefsir
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلٰغُ الْمُبِيْنُ ٨٢
- fa-in
- فَإِن
- eğer yine
- tawallaw
- تَوَلَّوْا۟
- yüz çevirirlerse
- fa-innamā
- فَإِنَّمَا
- artık
- ʿalayka
- عَلَيْكَ
- senin üzerine düşen
- l-balāghu
- ٱلْبَلَٰغُ
- duyurmaktır
- l-mubīnu
- ٱلْمُبِينُ
- açık bir şekilde
Eğer yüz çevirirlerse, sana düşenin sadece açıkça tebliğ olduğunu bil. ([16] Nahl: 82)Tefsir
يَعْرِفُوْنَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُوْنَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكٰفِرُوْنَ ࣖ ٨٣
- yaʿrifūna
- يَعْرِفُونَ
- bilirler
- niʿ'mata
- نِعْمَتَ
- ni'metini
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- thumma
- ثُمَّ
- sonra da
- yunkirūnahā
- يُنكِرُونَهَا
- bunu inkar ederler
- wa-aktharuhumu
- وَأَكْثَرُهُمُ
- ve çokları da
- l-kāfirūna
- ٱلْكَٰفِرُونَ
- inkar ederler
Allah'ın nimetini hem bilirler hem de inkar ederler. Zaten çoğu kafir kimselerdir. ([16] Nahl: 83)Tefsir
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَهِيْدًا ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذِيْنَ كَفَرُوْا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُوْنَ ٨٤
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve gün
- nabʿathu
- نَبْعَثُ
- getirdiğimiz
- min kulli
- مِن كُلِّ
- her
- ummatin
- أُمَّةٍ
- ümmetten
- shahīdan
- شَهِيدًا
- bir şahid
- thumma
- ثُمَّ
- artık
- lā yu'dhanu
- لَا يُؤْذَنُ
- izin verilmez
- lilladhīna
- لِلَّذِينَ
- kimselere
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(lere)
- walā
- وَلَا
- ve ne de
- hum
- هُمْ
- onların
- yus'taʿtabūna
- يُسْتَعْتَبُونَ
- özür dilemeleri istenir
Kıyamet günü her ümmetten bir şahit getiririz; inkar edenlere itiraz için izin de verilmez, onların özürleri de dinlenmez. ([16] Nahl: 84)Tefsir
وَاِذَا رَاَ الَّذِيْنَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُوْنَ ٨٥
- wa-idhā
- وَإِذَا
- ve zaman
- raā
- رَءَا
- gördükleri
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- ẓalamū
- ظَلَمُوا۟
- zulmedenler
- l-ʿadhāba
- ٱلْعَذَابَ
- azabı
- falā
- فَلَا
- artık
- yukhaffafu
- يُخَفَّفُ
- hafifletilmez
- ʿanhum
- عَنْهُمْ
- onlardan
- walā
- وَلَا
- ve asla
- hum
- هُمْ
- onlara
- yunẓarūna
- يُنظَرُونَ
- fırsat verilmez
Zulmedenler, azap görürlerken azabları hafifletilmez de geciktirilmez de. ([16] Nahl: 85)Tefsir
وَاِذَا رَاَ الَّذِيْنَ اَشْرَكُوْا شُرَكَاۤءَهُمْ قَالُوْا رَبَّنَا هٰٓؤُلَاۤءِ شُرَكَاۤؤُنَا الَّذِيْنَ كُنَّا نَدْعُوْا مِنْ دُوْنِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكٰذِبُوْنَۚ ٨٦
- wa-idhā
- وَإِذَا
- ve zaman
- raā
- رَءَا
- gördükleri
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- ashrakū
- أَشْرَكُوا۟
- ortak koşanlar
- shurakāahum
- شُرَكَآءَهُمْ
- ortak koştuklarını
- qālū
- قَالُوا۟
- derler ki
- rabbanā
- رَبَّنَا
- Rabbimiz
- hāulāi
- هَٰٓؤُلَآءِ
- işte (bunlar)
- shurakāunā
- شُرَكَآؤُنَا
- ortaklarımız
- alladhīna kunnā
- ٱلَّذِينَ كُنَّا
- olduğumuz
- nadʿū
- نَدْعُوا۟
- tapıyor
- min dūnika
- مِن دُونِكَۖ
- senden başka
- fa-alqaw
- فَأَلْقَوْا۟
- söz atarlar
- ilayhimu
- إِلَيْهِمُ
- onlara
- l-qawla
- ٱلْقَوْلَ
- şu sözle
- innakum
- إِنَّكُمْ
- siz
- lakādhibūna
- لَكَٰذِبُونَ
- tamamen yalancılarsınız
Allah'a ortak koşanlar, koştukları ortakları gördüklerinde: "Rabbimiz! Seni bırakıp yalvardığımız ortaklarımız bunlardır" derler. Koştukları ortaklar: "Doğrusu siz yalancısınız" diye söz atarlar. ([16] Nahl: 86)Tefsir
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَىِٕذِ ِۨالسَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَّا كَانُوْا يَفْتَرُوْنَ ٨٧
- wa-alqaw
- وَأَلْقَوْا۟
- ve olurlar
- ilā l-lahi
- إِلَى ٱللَّهِ
- Allah'a
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- o gün
- l-salama
- ٱلسَّلَمَۖ
- teslim
- waḍalla
- وَضَلَّ
- ve sapıp gider
- ʿanhum
- عَنْهُم
- kendilerinden
- mā
- مَّا
- şeyler
- kānū
- كَانُوا۟
- oldukları
- yaftarūna
- يَفْتَرُونَ
- uyduruyor(lar)
Puta tapanlar o gün Allah'ın hükmüne teslim olurlar; uydurdukları şeyler onlardan uzaklaşırlar. ([16] Nahl: 87)Tefsir
اَلَّذِيْنَ كَفَرُوْا وَصَدُّوْا عَنْ سَبِيْلِ اللّٰهِ زِدْنٰهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوْا يُفْسِدُوْنَ ٨٨
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- waṣaddū
- وَصَدُّوا۟
- ve engel olanlar
- ʿan sabīli
- عَن سَبِيلِ
- yolundan
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- zid'nāhum
- زِدْنَٰهُمْ
- artırırız onlara
- ʿadhāban
- عَذَابًا
- azabı
- fawqa
- فَوْقَ
- üstüne
- l-ʿadhābi
- ٱلْعَذَابِ
- azaplarının
- bimā
- بِمَا
- dolayı
- kānū
- كَانُوا۟
- yaptıkları
- yuf'sidūna
- يُفْسِدُونَ
- bozgunculuklarından
İnkar eden, Allah'ın yolundan alıkoyanlara, bozgunculuklarına karşılık azap üstüne azap veririz. ([16] Nahl: 88)Tefsir
وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِيْ كُلِّ اُمَّةٍ شَهِيْدًا عَلَيْهِمْ مِّنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيْدًا عَلٰى هٰٓؤُلَاۤءِۗ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتٰبَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَّهُدًى وَّرَحْمَةً وَّبُشْرٰى لِلْمُسْلِمِيْنَ ࣖ ٨٩
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve gün
- nabʿathu
- نَبْعَثُ
- getireceğimiz
- fī
- فِى
- içinde
- kulli
- كُلِّ
- her
- ummatin
- أُمَّةٍ
- ümmet
- shahīdan
- شَهِيدًا
- bir şahid
- ʿalayhim
- عَلَيْهِم
- üzerlerine
- min anfusihim
- مِّنْ أَنفُسِهِمْۖ
- kendi aralarından
- waji'nā
- وَجِئْنَا
- getireceğiz
- bika
- بِكَ
- seni de
- shahīdan
- شَهِيدًا
- şahid
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- hāulāi
- هَٰٓؤُلَآءِۚ
- bunların
- wanazzalnā
- وَنَزَّلْنَا
- ve indirdik
- ʿalayka
- عَلَيْكَ
- sana
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- bu Kitabı
- tib'yānan
- تِبْيَٰنًا
- açıklayan
- likulli
- لِّكُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- wahudan
- وَهُدًى
- ve yol gösterici olarak
- waraḥmatan
- وَرَحْمَةً
- ve rahmet olarak
- wabush'rā
- وَبُشْرَىٰ
- ve müjde olarak
- lil'mus'limīna
- لِلْمُسْلِمِينَ
- müslümanlara
O gün her ümmetten bir kişiyi onlara şahit tutarız. Seni de ümmetine şahit getiririz. Sana her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kuran'ı indirdik. ([16] Nahl: 89)Tefsir
۞ اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَاِيْتَاۤئِ ذِى الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَاۤءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُوْنَ ٩٠
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- yamuru
- يَأْمُرُ
- emreder
- bil-ʿadli
- بِٱلْعَدْلِ
- adaleti
- wal-iḥ'sāni
- وَٱلْإِحْسَٰنِ
- ve ihsanı
- waītāi
- وَإِيتَآئِ
- ve vermeyi
- dhī l-qur'bā
- ذِى ٱلْقُرْبَىٰ
- akrabaya
- wayanhā
- وَيَنْهَىٰ
- ve meneder
- ʿani l-faḥshāi
- عَنِ ٱلْفَحْشَآءِ
- edepsizlikten
- wal-munkari
- وَٱلْمُنكَرِ
- ve fenalıktan
- wal-baghyi
- وَٱلْبَغْىِۚ
- ve azgınlıktan
- yaʿiẓukum
- يَعِظُكُمْ
- size böyle öğüt verir
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki
- tadhakkarūna
- تَذَكَّرُونَ
- öğüt alırsınız (diye)
Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir. ([16] Nahl: 90)Tefsir