رَبَّنَا اغْفِرْ لِيْ وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِيْنَ يَوْمَ يَقُوْمُ الْحِسَابُ ࣖ ٤١
- rabbanā
- رَبَّنَا
- Rabbimiz
- igh'fir
- ٱغْفِرْ
- bağışla
- lī
- لِى
- beni
- waliwālidayya
- وَلِوَٰلِدَىَّ
- anamı-babamı
- walil'mu'minīna
- وَلِلْمُؤْمِنِينَ
- ve mü'minleri
- yawma
- يَوْمَ
- gün
- yaqūmu
- يَقُومُ
- görüleceği
- l-ḥisābu
- ٱلْحِسَابُ
- hesabın
"Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, anamı babamı ve inananları bağışla." ([14] İbrahim: 41)Tefsir
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظّٰلِمُوْنَ ەۗ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيْهِ الْاَبْصَارُۙ ٤٢
- walā taḥsabanna
- وَلَا تَحْسَبَنَّ
- sanma
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'ı
- ghāfilan
- غَٰفِلًا
- gafil
- ʿammā
- عَمَّا
- şeylerden
- yaʿmalu
- يَعْمَلُ
- yaptığı
- l-ẓālimūna
- ٱلظَّٰلِمُونَۚ
- zalimlerin
- innamā
- إِنَّمَا
- muhakkak O
- yu-akhiruhum
- يُؤَخِّرُهُمْ
- ertelemektedir
- liyawmin
- لِيَوْمٍ
- bir güne
- tashkhaṣu
- تَشْخَصُ
- (dehşetten) donup kalacağı
- fīhi
- فِيهِ
- onda
- l-abṣāru
- ٱلْأَبْصَٰرُ
- gözlerin
Sakın Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma; gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir. ([14] İbrahim: 42)Tefsir
مُهْطِعِيْنَ مُقْنِعِيْ رُءُوْسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ ۚوَاَفْـِٕدَتُهُمْ هَوَاۤءٌ ۗ ٤٣
- muh'ṭiʿīna
- مُهْطِعِينَ
- koşarlar
- muq'niʿī
- مُقْنِعِى
- dikerek
- ruūsihim
- رُءُوسِهِمْ
- başlarını
- lā yartaddu
- لَا يَرْتَدُّ
- dönmez
- ilayhim
- إِلَيْهِمْ
- kendilerine
- ṭarfuhum
- طَرْفُهُمْۖ
- bakışları
- wa-afidatuhum
- وَأَفْـِٔدَتُهُمْ
- ve yüreklerinin içi de
- hawāon
- هَوَآءٌ
- bomboştur
O gün başları kalkmış, gözleri kendilerine dönemeyecek şekilde sabit kalmış, gönülleri bomboş halde koşup duracaklardır. ([14] İbrahim: 43)Tefsir
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيْهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُوْلُ الَّذِيْنَ ظَلَمُوْا رَبَّنَآ اَخِّرْنَآ اِلٰٓى اَجَلٍ قَرِيْبٍۙ نُّجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَۗ اَوَلَمْ تَكُوْنُوْٓا اَقْسَمْتُمْ مِّنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِّنْ زَوَالٍۙ ٤٤
- wa-andhiri
- وَأَنذِرِ
- ve uyar
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanları
- yawma
- يَوْمَ
- güne (karşı)
- yatīhimu
- يَأْتِيهِمُ
- kendilerine geleceği
- l-ʿadhābu
- ٱلْعَذَابُ
- azabın
- fayaqūlu
- فَيَقُولُ
- ve diyecekleri
- alladhīna ẓalamū
- ٱلَّذِينَ ظَلَمُوا۟
- zalimlerin
- rabbanā
- رَبَّنَآ
- Rabbimiz
- akhir'nā
- أَخِّرْنَآ
- bizi ertele
- ilā ajalin
- إِلَىٰٓ أَجَلٍ
- bir süreye kadar
- qarībin
- قَرِيبٍ
- yakın
- nujib
- نُّجِبْ
- gelelim
- daʿwataka
- دَعْوَتَكَ
- senin çağrına
- wanattabiʿi
- وَنَتَّبِعِ
- ve uyalım
- l-rusula
- ٱلرُّسُلَۗ
- elçilere
- awalam takūnū
- أَوَلَمْ تَكُونُوٓا۟
- etmemiş miydiniz?
- aqsamtum
- أَقْسَمْتُم
- yemininizi
- min qablu
- مِّن قَبْلُ
- önceden
- mā
- مَا
- olmadığına
- lakum
- لَكُم
- sizin için
- min
- مِّن
- hiçbir
- zawālin
- زَوَالٍ
- zeval
İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Haksızlık edenler: "Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de çağrına gelelim, peygamberlere uyalım" derler. Siz daha önce, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz! Üstelik kendilerine yazık edenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara, yaptıklarımız da sizlere açıklanmıştı. Size misaller de vermiştik. ([14] İbrahim: 44)Tefsir
وَّسَكَنْتُمْ فِيْ مَسٰكِنِ الَّذِيْنَ ظَلَمُوْٓا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ ٤٥
- wasakantum
- وَسَكَنتُمْ
- ve oturmuştunuz
- fī masākini
- فِى مَسَٰكِنِ
- yerlerinde
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- ẓalamū
- ظَلَمُوٓا۟
- zulmeden(lerin)
- anfusahum
- أَنفُسَهُمْ
- kendilerine
- watabayyana
- وَتَبَيَّنَ
- ve belli olmuştu
- lakum
- لَكُمْ
- size
- kayfa
- كَيْفَ
- nasıl
- faʿalnā
- فَعَلْنَا
- yaptığımız
- bihim
- بِهِمْ
- onlara
- waḍarabnā
- وَضَرَبْنَا
- ve anlatmıştık
- lakumu
- لَكُمُ
- size
- l-amthāla
- ٱلْأَمْثَالَ
- misallerle
İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Haksızlık edenler: "Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de çağrına gelelim, peygamberlere uyalım" derler. Siz daha önce, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz! Üstelik kendilerine yazık edenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara, yaptıklarımız da sizlere açıklanmıştı. Size misaller de vermiştik. ([14] İbrahim: 45)Tefsir
وَقَدْ مَكَرُوْا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۗ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُوْلَ مِنْهُ الْجِبَالُ ٤٦
- waqad
- وَقَدْ
- ve kuşkusuz
- makarū
- مَكَرُوا۟
- onlar kurdular
- makrahum
- مَكْرَهُمْ
- tuzaklarını
- waʿinda
- وَعِندَ
- oysa yanındadır
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- makruhum
- مَكْرُهُمْ
- onların tuzakları
- wa-in
- وَإِن
- eğer
- kāna
- كَانَ
- olsa bile
- makruhum
- مَكْرُهُمْ
- tuzakları
- litazūla
- لِتَزُولَ
- yerinden kaldıracak
- min'hu l-jibālu
- مِنْهُ ٱلْجِبَالُ
- dağları
Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi. ([14] İbrahim: 46)Tefsir
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِهٖ رُسُلَهٗ ۗاِنَّ اللّٰهَ عَزِيْزٌ ذُو انْتِقَامٍۗ ٤٧
- falā
- فَلَا
- sakın
- taḥsabanna
- تَحْسَبَنَّ
- sanma
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'ı
- mukh'lifa
- مُخْلِفَ
- cayar
- waʿdihi
- وَعْدِهِۦ
- verdiği sözden
- rusulahu
- رُسُلَهُۥٓۗ
- elçilerine
- inna
- إِنَّ
- çünkü
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ʿazīzun
- عَزِيزٌ
- daima üstündür
- dhū
- ذُو
- sahibidir
- intiqāmin
- ٱنتِقَامٍ
- intikam
Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, her şeye üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları günde, sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma; doğrusu Allah güçlüdür, öç alandır. ([14] İbrahim: 47)Tefsir
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوٰتُ وَبَرَزُوْا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ ٤٨
- yawma
- يَوْمَ
- o gün
- tubaddalu
- تُبَدَّلُ
- değiştirilir
- l-arḍu
- ٱلْأَرْضُ
- yer
- ghayra
- غَيْرَ
- başka
- l-arḍi
- ٱلْأَرْضِ
- yere
- wal-samāwātu
- وَٱلسَّمَٰوَٰتُۖ
- ve gökler de
- wabarazū
- وَبَرَزُوا۟
- ve gelirler
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'ın huzuruna
- l-wāḥidi
- ٱلْوَٰحِدِ
- tek (olan)
- l-qahāri
- ٱلْقَهَّارِ
- kahredici (olan)
Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, her şeye üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları günde, sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma; doğrusu Allah güçlüdür, öç alandır. ([14] İbrahim: 48)Tefsir
وَتَرَى الْمُجْرِمِيْنَ يَوْمَىِٕذٍ مُّقَرَّنِيْنَ فِى الْاَصْفَادِۚ ٤٩
- watarā
- وَتَرَى
- ve görürsün
- l-muj'rimīna
- ٱلْمُجْرِمِينَ
- suçluları
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- o gün
- muqarranīna
- مُّقَرَّنِينَ
- birbirine yaklaştırılmış
- fī
- فِى
- içinde
- l-aṣfādi
- ٱلْأَصْفَادِ
- zincirler
O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün. ([14] İbrahim: 49)Tefsir
سَرَابِيْلُهُمْ مِّنْ قَطِرَانٍ وَّتَغْشٰى وُجُوْهَهُمُ النَّارُۙ ٥٠
- sarābīluhum
- سَرَابِيلُهُم
- gömlekleri
- min qaṭirānin
- مِّن قَطِرَانٍ
- katrandandır
- wataghshā
- وَتَغْشَىٰ
- ve kaplamaktadır
- wujūhahumu
- وُجُوهَهُمُ
- yüzlerini
- l-nāru
- ٱلنَّارُ
- ateş
Gömlekleri katrandan olacak, yüzlerini ateş bürüyecektir. ([14] İbrahim: 50)Tefsir