لَهٗ مُعَقِّبٰتٌ مِّنْۢ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهٖ يَحْفَظُوْنَهٗ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ ۗاِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوْا مَا بِاَنْفُسِهِمْۗ وَاِذَآ اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُوْۤءًا فَلَا مَرَدَّ لَهٗ ۚوَمَا لَهُمْ مِّنْ دُوْنِهٖ مِنْ وَّالٍ ١١
- lahu
- لَهُۥ
- O(insa)nın vardır
- muʿaqqibātun
- مُعَقِّبَٰتٌ
- izleyenler
- min bayni yadayhi
- مِّنۢ بَيْنِ يَدَيْهِ
- önünden
- wamin
- وَمِنْ
- ve
- khalfihi
- خَلْفِهِۦ
- arkasından
- yaḥfaẓūnahu
- يَحْفَظُونَهُۥ
- onu korurlar
- min amri
- مِنْ أَمْرِ
- emrinden
- l-lahi
- ٱللَّهِۗ
- Allah'ın
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā yughayyiru
- لَا يُغَيِّرُ
- (durumlarını) değiştirmez
- mā biqawmin
- مَا بِقَوْمٍ
- bir milet
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- sürece
- yughayyirū
- يُغَيِّرُوا۟
- değiştirmediği
- mā bi-anfusihim
- مَا بِأَنفُسِهِمْۗ
- kendi (durumlarını)
- wa-idhā
- وَإِذَآ
- zaman
- arāda
- أَرَادَ
- istediği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- biqawmin
- بِقَوْمٍ
- bir kavme
- sūan
- سُوٓءًا
- kötülük
- falā
- فَلَا
- artık yoktur
- maradda
- مَرَدَّ
- geri çevirecek
- lahu
- لَهُۥۚ
- onu
- wamā
- وَمَا
- zaten yoktur
- lahum
- لَهُم
- onların
- min dūnihi
- مِّن دُونِهِۦ
- O'ndan başka
- min wālin
- مِن وَالٍ
- koruyucuları
Ardında ve önünde insanoğlunu takip edenler vardır; Allah'ın emriyle onu gözetirler. Bir millet kendini bozmadıkça Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah'tan başka hamide bulunmaz. ([13] Rad: 11)Tefsir
هُوَ الَّذِيْ يُرِيْكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَّطَمَعًا وَّيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ ١٢
- huwa
- هُوَ
- O'dur
- alladhī yurīkumu
- ٱلَّذِى يُرِيكُمُ
- size gösteren
- l-barqa
- ٱلْبَرْقَ
- şimşeği
- khawfan
- خَوْفًا
- korku
- waṭamaʿan
- وَطَمَعًا
- ve umud içinde
- wayunshi-u
- وَيُنشِئُ
- ve yapan
- l-saḥāba
- ٱلسَّحَابَ
- bulutları
- l-thiqāla
- ٱلثِّقَالَ
- ağır (yüklü)
Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bulutları meydana getiren O'dur. ([13] Rad: 12)Tefsir
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهٖ وَالْمَلٰۤىِٕكَةُ مِنْ خِيْفَتِهٖۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيْبُ بِهَا مَنْ يَّشَاۤءُ وَهُمْ يُجَادِلُوْنَ فِى اللّٰهِ ۚوَهُوَ شَدِيْدُ الْمِحَالِۗ ١٣
- wayusabbiḥu
- وَيُسَبِّحُ
- ve tesbih ederler
- l-raʿdu
- ٱلرَّعْدُ
- gök gürültüsü
- biḥamdihi
- بِحَمْدِهِۦ
- onun övgüsüyle
- wal-malāikatu
- وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ
- ve melekler
- min khīfatihi
- مِنْ خِيفَتِهِۦ
- korkusundan
- wayur'silu
- وَيُرْسِلُ
- ve gönderir
- l-ṣawāʿiqa
- ٱلصَّوَٰعِقَ
- yıldırımlar
- fayuṣību
- فَيُصِيبُ
- çarpar
- bihā
- بِهَا
- onlarla
- man
- مَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilediği
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- yujādilūna
- يُجَٰدِلُونَ
- tartışmaktadırlar
- fī
- فِى
- hakkında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O'nun
- shadīdu
- شَدِيدُ
- pek çetindir
- l-miḥāli
- ٱلْمِحَالِ
- tuzağı (cezası)
O'nu, gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından tesbih ederler. Onlar pek kuvvetli olan Allah hakkında çekişirken, O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar. ([13] Rad: 13)Tefsir
لَهٗ دَعْوَةُ الْحَقِّۗ وَالَّذِيْنَ يَدْعُوْنَ مِنْ دُوْنِهٖ لَا يَسْتَجِيْبُوْنَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَاۤءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهٖۗ وَمَا دُعَاۤءُ الْكٰفِرِيْنَ اِلَّا فِيْ ضَلٰلٍ ١٤
- lahu
- لَهُۥ
- ancak O'nadır
- daʿwatu
- دَعْوَةُ
- du'a
- l-ḥaqi
- ٱلْحَقِّۖ
- gerçek
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- kimseler ise
- yadʿūna
- يَدْعُونَ
- du'a ettikleri
- min dūnihi
- مِن دُونِهِۦ
- O'ndan başka
- lā yastajībūna
- لَا يَسْتَجِيبُونَ
- isteklerini karşılayamazlar
- lahum
- لَهُم
- kendilerinin
- bishayin
- بِشَىْءٍ
- hiçbir
- illā
- إِلَّا
- ancak
- kabāsiṭi
- كَبَٰسِطِ
- uzatan kimse gibidir
- kaffayhi
- كَفَّيْهِ
- avuçlarını
- ilā l-māi
- إِلَى ٱلْمَآءِ
- suya
- liyablugha
- لِيَبْلُغَ
- gelsin diye
- fāhu
- فَاهُ
- ağzına
- wamā
- وَمَا
- oysa
- huwa
- هُوَ
- o
- bibālighihi
- بِبَٰلِغِهِۦۚ
- on(un ağzın)a gelmez
- wamā
- وَمَا
- ve (işte)
- duʿāu
- دُعَآءُ
- du'ası
- l-kāfirīna
- ٱلْكَٰفِرِينَ
- kafirlerin
- illā
- إِلَّا
- ancak
- fī ḍalālin
- فِى ضَلَٰلٍ
- boşa gider
Gerçek dua ve ibadet ancak O'nadır. O'ndan başka çağırdıkları putlar kendilerine hiçbir cevap vermezler. Durumları, suyun ağzına gelmesi için avuçlarını ona açmış bekleyen adamın durumu gibidir. Hiçbir zaman suya kavuşamaz. İşte kafirlerin yalvarışıda böyle, boşunadır. ([13] Rad: 14)Tefsir
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِى السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَّكَرْهًا وَّظِلٰلُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ ۩ ١٥
- walillahi
- وَلِلَّهِ
- ve Allah'a
- yasjudu
- يَسْجُدُ
- secde ederler
- man
- مَن
- olanların hepsi
- fī l-samāwāti
- فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerde
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِ
- ve yerde
- ṭawʿan
- طَوْعًا
- gönüllü
- wakarhan
- وَكَرْهًا
- (veya) zoraki
- waẓilāluhum
- وَظِلَٰلُهُم
- ve gölgeleri de
- bil-ghuduwi
- بِٱلْغُدُوِّ
- sabah
- wal-āṣāli
- وَٱلْءَاصَالِ۩
- akşam
Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de, sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler. ([13] Rad: 15)Tefsir
قُلْ مَنْ رَّبُّ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِۗ قُلِ اللّٰهُ ۗقُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِّنْ دُوْنِهٖٓ اَوْلِيَاۤءَ لَا يَمْلِكُوْنَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَّلَا ضَرًّاۗ قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الْاَعْمٰى وَالْبَصِيْرُ ەۙ اَمْ هَلْ تَسْتَوِى الظُّلُمٰتُ وَالنُّوْرُ ەۚ اَمْ جَعَلُوْا لِلّٰهِ شُرَكَاۤءَ خَلَقُوْا كَخَلْقِهٖ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۗ قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَّهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ ١٦
- qul
- قُلْ
- de ki
- man
- مَن
- kimdir?
- rabbu
- رَّبُّ
- Rabbi
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerin
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِ
- ve yerin
- quli
- قُلِ
- de ki
- l-lahu
- ٱللَّهُۚ
- Allah!
- qul
- قُلْ
- O halde de'
- afa-ittakhadhtum
- أَفَٱتَّخَذْتُم
- mi edindiniz?
- min dūnihi
- مِّن دُونِهِۦٓ
- O'ndan başka
- awliyāa
- أَوْلِيَآءَ
- veliler
- lā yamlikūna
- لَا يَمْلِكُونَ
- gücü olmayan
- li-anfusihim
- لِأَنفُسِهِمْ
- kendilerine
- nafʿan
- نَفْعًا
- bir fayda
- walā
- وَلَا
- ve veremeyen
- ḍarran
- ضَرًّاۚ
- bir zarar
- qul
- قُلْ
- de ki
- hal yastawī
- هَلْ يَسْتَوِى
- bir olur mu?
- l-aʿmā
- ٱلْأَعْمَىٰ
- kör
- wal-baṣīru
- وَٱلْبَصِيرُ
- ve gören
- am
- أَمْ
- yahut
- hal tastawī
- هَلْ تَسْتَوِى
- bir olur mu?
- l-ẓulumātu
- ٱلظُّلُمَٰتُ
- karanlıklar
- wal-nūru
- وَٱلنُّورُۗ
- ve aydınlık
- am
- أَمْ
- yoksa
- jaʿalū
- جَعَلُوا۟
- buldular da
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'a
- shurakāa
- شُرَكَآءَ
- ortaklar
- khalaqū
- خَلَقُوا۟
- yaratan
- kakhalqihi
- كَخَلْقِهِۦ
- O'nun yarattığı gibi
- fatashābaha
- فَتَشَٰبَهَ
- benzer (mi) göründü
- l-khalqu
- ٱلْخَلْقُ
- bu yaratma
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْۚ
- onlara
- quli
- قُلِ
- de ki
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'tır
- khāliqu
- خَٰلِقُ
- yaratıcısı
- kulli
- كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyin
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O
- l-wāḥidu
- ٱلْوَٰحِدُ
- tektir
- l-qahāru
- ٱلْقَهَّٰرُ
- kahredendir
De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?", "Allah'tır" de. "Onu bırakıp, kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?" de. "Kör ile gören bir olur mu? Veya karanlıkla aydınlık bir midir?" de. Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da, yaratmaları birbirine mi benzettiler? De ki: "Her şeyi yaratan Allah'tır. O, her şeye üstün gelen tek Tanrı'dır." ([13] Rad: 16)Tefsir
اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ ۢ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَّابِيًا ۗوَمِمَّا يُوْقِدُوْنَ عَلَيْهِ فِى النَّارِ ابْتِغَاۤءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِّثْلُهٗ ۗ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ ەۗ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاۤءً ۚوَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِى الْاَرْضِۗ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ ۗ ١٧
- anzala
- أَنزَلَ
- indirdi
- mina l-samāi
- مِنَ ٱلسَّمَآءِ
- gökten
- māan
- مَآءً
- bir su
- fasālat
- فَسَالَتْ
- çağlayıp aktı
- awdiyatun
- أَوْدِيَةٌۢ
- dereler
- biqadarihā
- بِقَدَرِهَا
- kendi ölçüsünce
- fa-iḥ'tamala
- فَٱحْتَمَلَ
- ve taşıdı
- l-saylu
- ٱلسَّيْلُ
- sel
- zabadan
- زَبَدًا
- köpüğü
- rābiyan
- رَّابِيًاۚ
- üste çıkan
- wamimmā
- وَمِمَّا
- ve vardır
- yūqidūna
- يُوقِدُونَ
- yak(ıp erit)tikleri madenlerden de
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- onların
- fī l-nāri
- فِى ٱلنَّارِ
- ateşte
- ib'tighāa
- ٱبْتِغَآءَ
- yapmak için
- ḥil'yatin
- حِلْيَةٍ
- süs
- aw
- أَوْ
- yahut
- matāʿin
- مَتَٰعٍ
- eşya
- zabadun
- زَبَدٌ
- bir köpük
- mith'luhu
- مِّثْلُهُۥۚ
- bunun gibi
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- böyle
- yaḍribu
- يَضْرِبُ
- benzetme ile anlatır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-ḥaqa
- ٱلْحَقَّ
- hakkı
- wal-bāṭila
- وَٱلْبَٰطِلَۚ
- ve batılı
- fa-ammā
- فَأَمَّا
- ne zaman ki
- l-zabadu
- ٱلزَّبَدُ
- köpük
- fayadhhabu
- فَيَذْهَبُ
- gider
- jufāan
- جُفَآءًۖ
- yok olup
- wa-ammā
- وَأَمَّا
- ve
- mā
- مَا
- şey ise
- yanfaʿu
- يَنفَعُ
- yararlı olan
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanlara
- fayamkuthu
- فَيَمْكُثُ
- kalır
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِۚ
- yeryüzünde
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- işte böyle
- yaḍribu
- يَضْرِبُ
- örnek verir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-amthāla
- ٱلْأَمْثَالَ
- misaller
Allah gökten su indirir, dereler onunla dolar taşar. Sel, üste çıkan köpüğü alır götürür. Süslenmek veya faydalanmak için ateşte erittiklerinizin üzerinde de buna benzer bir köpük vardır. Allah, hak ve batıl için şöyle misal verir: Köpük uçup gider, insanlara fayda veren ise yerde kalır. Allah bunun gibi daha nice misaller verir. ([13] Rad: 17)Tefsir
لِلَّذِيْنَ اسْتَجَابُوْا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنٰىۗ وَالَّذِيْنَ لَمْ يَسْتَجِيْبُوْا لَهٗ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَّا فِى الْاَرْضِ جَمِيْعًا وَّمِثْلَهٗ مَعَهٗ لَافْتَدَوْا بِهٖ ۗ اُولٰۤىِٕكَ لَهُمْ سُوْۤءُ الْحِسَابِ ەۙ وَمَأْوٰىهُمْ جَهَنَّمُ ۗوَبِئْسَ الْمِهَادُ ࣖ ١٨
- lilladhīna
- لِلَّذِينَ
- için vardır
- is'tajābū
- ٱسْتَجَابُوا۟
- buyruğuna uyanlar
- lirabbihimu
- لِرَبِّهِمُ
- Rablerinin
- l-ḥus'nā
- ٱلْحُسْنَىٰۚ
- en güzel (karşılık)
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler ise
- lam yastajībū
- لَمْ يَسْتَجِيبُوا۟
- uymayan(lar)
- lahu
- لَهُۥ
- ona
- law
- لَوْ
- şayet
- anna lahum
- أَنَّ لَهُم
- kendilerinin olsa
- mā
- مَّا
- bulunaların
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- jamīʿan
- جَمِيعًا
- hepsi
- wamith'lahu
- وَمِثْلَهُۥ
- ve bir misli daha
- maʿahu
- مَعَهُۥ
- yanında
- la-if'tadaw
- لَٱفْتَدَوْا۟
- fidye verirlerdi
- bihi
- بِهِۦٓۚ
- onu
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- lahum
- لَهُمْ
- onların
- sūu
- سُوٓءُ
- çok kötüdür
- l-ḥisābi
- ٱلْحِسَابِ
- hesabı
- wamawāhum
- وَمَأْوَىٰهُمْ
- ve varacakları yer
- jahannamu
- جَهَنَّمُۖ
- cehennemdir
- wabi'sa
- وَبِئْسَ
- ve ne kötü
- l-mihādu
- ٱلْمِهَادُ
- bir yataktır
Rablerinin çağrısına gelenlere en güzel karşılık vardır. O'nun çağrısına uymayanlar ise, yeryüzünde olan her şey ve daha bir katı onların olsa, kurtulmak için fidye verirlerdi. İşte hesapları kötü olanlar bunlardır. Varacakları yer cehennemdir; ne kötü konaktır! ([13] Rad: 18)Tefsir
۞ اَفَمَنْ يَّعْلَمُ اَنَّمَآ اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَّبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۗ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُولُوا الْاَلْبَابِۙ ١٩
- afaman
- أَفَمَن
- olur mu?
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilen
- annamā unzila
- أَنَّمَآ أُنزِلَ
- indirilenin
- ilayka
- إِلَيْكَ
- sana
- min rabbika
- مِن رَّبِّكَ
- Rabbinden
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّ
- hak olduğunu
- kaman
- كَمَنْ
- kimse gibi
- huwa
- هُوَ
- o (kendisi)
- aʿmā
- أَعْمَىٰٓۚ
- kör (olan)
- innamā
- إِنَّمَا
- ancak
- yatadhakkaru
- يَتَذَكَّرُ
- öğüt alır
- ulū
- أُو۟لُوا۟
- sahipleri
- l-albābi
- ٱلْأَلْبَٰبِ
- sağduyu
Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen köre benzer mi? Ancak akıl sahipleri ibret alırlar. ([13] Rad: 19)Tefsir
الَّذِيْنَ يُوْفُوْنَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُوْنَ الْمِيْثَاقَۙ ٢٠
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- onlar ki
- yūfūna
- يُوفُونَ
- yerine getirirler
- biʿahdi
- بِعَهْدِ
- ahdini
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- walā
- وَلَا
- ve
- yanquḍūna
- يَنقُضُونَ
- bozmazlar
- l-mīthāqa
- ٱلْمِيثَٰقَ
- andlaşmayı
Onlar, Allah'ın ahdini yerine getirirler, anlaşmayı bozmazlar. ([13] Rad: 20)Tefsir