يٰصَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّآ اَحَدُكُمَا فَيَسْقِيْ رَبَّهٗ خَمْرًا ۗوَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَّأْسِهٖ ۗ قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذِيْ فِيْهِ تَسْتَفْتِيٰنِۗ ٤١
- yāṣāḥibayi
- يَٰصَىٰحِبَىِ
- Ey arkadaşlarım
- l-sij'ni
- ٱلسِّجْنِ
- zindan
- ammā aḥadukumā
- أَمَّآ أَحَدُكُمَا
- ikinizden biriniz
- fayasqī
- فَيَسْقِى
- yine sunacak
- rabbahu
- رَبَّهُۥ
- efendisine
- khamran
- خَمْرًاۖ
- şarap
- wa-ammā l-ākharu
- وَأَمَّا ٱلْءَاخَرُ
- diğeri ise
- fayuṣ'labu
- فَيُصْلَبُ
- asılacak
- fatakulu
- فَتَأْكُلُ
- yiyecek
- l-ṭayru
- ٱلطَّيْرُ
- kuşlar
- min rasihi
- مِن رَّأْسِهِۦۚ
- onun başından
- quḍiya
- قُضِىَ
- kesinleşmiştir
- l-amru
- ٱلْأَمْرُ
- iş
- alladhī fīhi
- ٱلَّذِى فِيهِ
- hakkında
- tastaftiyāni
- تَسْتَفْتِيَانِ
- sorduğunuz
"Ey mahpus arkadaşlarım! Biriniz efendinize şarap sunacak, diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir." ([12] Yusuf: 41)Tefsir
وَقَالَ لِلَّذِيْ ظَنَّ اَنَّهٗ نَاجٍ مِّنْهُمَا اذْكُرْنِيْ عِنْدَ رَبِّكَۖ فَاَنْسٰىهُ الشَّيْطٰنُ ذِكْرَ رَبِّهٖ فَلَبِثَ فِى السِّجْنِ بِضْعَ سِنِيْنَ ࣖ ٤٢
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- lilladhī
- لِلَّذِى
- kişiye
- ẓanna
- ظَنَّ
- sandığı
- annahu
- أَنَّهُۥ
- onun
- nājin
- نَاجٍ
- kurtulacağını
- min'humā
- مِّنْهُمَا
- o iki kişiden
- udh'kur'nī
- ٱذْكُرْنِى
- beni an
- ʿinda
- عِندَ
- yanında
- rabbika
- رَبِّكَ
- efendin(kralın)ın
- fa-ansāhu
- فَأَنسَىٰهُ
- fakat ona unutturdu
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُ
- şeytan
- dhik'ra
- ذِكْرَ
- söylemeyi
- rabbihi
- رَبِّهِۦ
- efendisine
- falabitha
- فَلَبِثَ
- (böylece) kaldı
- fī l-sij'ni
- فِى ٱلسِّجْنِ
- zindanda
- biḍ'ʿa
- بِضْعَ
- birkaç
- sinīna
- سِنِينَ
- yıl
İkisinden, kurtulacağını sandığı kimseye Yusuf: "Efendinin yanında beni an" dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu ve Yusuf bu yüzden daha birkaç yıl hapiste kaldı. ([12] Yusuf: 42)Tefsir
وَقَالَ الْمَلِكُ اِنِّيْٓ اَرٰى سَبْعَ بَقَرٰتٍ سِمَانٍ يَّأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَّسَبْعَ سُنْۢبُلٰتٍ خُضْرٍ وَّاُخَرَ يٰبِسٰتٍۗ يٰٓاَيُّهَا الْمَلَاُ اَفْتُوْنِيْ فِيْ رُؤْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُوْنَ ٤٣
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- l-maliku
- ٱلْمَلِكُ
- Kral
- innī
- إِنِّىٓ
- şüphesiz ben
- arā
- أَرَىٰ
- (düşümde) görüyorum
- sabʿa
- سَبْعَ
- yedi
- baqarātin
- بَقَرَٰتٍ
- inek
- simānin
- سِمَانٍ
- semiz
- yakuluhunna
- يَأْكُلُهُنَّ
- bunları yiyor
- sabʿun
- سَبْعٌ
- yedi
- ʿijāfun
- عِجَافٌ
- zayıf inek
- wasabʿa
- وَسَبْعَ
- ve yedi
- sunbulātin
- سُنۢبُلَٰتٍ
- başak
- khuḍ'rin
- خُضْرٍ
- yeşil
- wa-ukhara
- وَأُخَرَ
- ve diğerleri de
- yābisātin
- يَابِسَٰتٍۖ
- kuru
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- l-mala-u
- ٱلْمَلَأُ
- efendiler
- aftūnī
- أَفْتُونِى
- bana anlatın
- fī ru'yāya
- فِى رُءْيَٰىَ
- bu rü'yamı
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- siz
- lilrru'yā
- لِلرُّءْيَا
- rü'ya
- taʿburūna
- تَعْبُرُونَ
- ta'bir ediyorsanız
Hükümdar: "Ben, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kurumuş başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yormasını biliyorsanız rüyamı söyleyiniz." dedi. ([12] Yusuf: 43)Tefsir
قَالُوْٓا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ ۚوَمَا نَحْنُ بِتَأْوِيْلِ الْاَحْلَامِ بِعٰلِمِيْنَ ٤٤
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler ki
- aḍghāthu
- أَضْغَٰثُ
- karmakarışık
- aḥlāmin
- أَحْلَٰمٍۖ
- düşler
- wamā
- وَمَا
- değiliz
- naḥnu
- نَحْنُ
- biz
- bitawīli
- بِتَأْوِيلِ
- yorumunu
- l-aḥlāmi
- ٱلْأَحْلَٰمِ
- düşlerin
- biʿālimīna
- بِعَٰلِمِينَ
- bilen(kişi)ler
Etrafındakiler: "Bir takım karışık rüyalar; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz" dediler. ([12] Yusuf: 44)Tefsir
وَقَالَ الَّذِيْ نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا۠ اُنَبِّئُكُمْ بِتَأْوِيْلِهٖ فَاَرْسِلُوْنِ ٤٥
- waqāla
- وَقَالَ
- dedi ki
- alladhī najā
- ٱلَّذِى نَجَا
- kurtulanı
- min'humā
- مِنْهُمَا
- iki kişiden
- wa-iddakara
- وَٱدَّكَرَ
- hatırladı
- baʿda
- بَعْدَ
- sonra
- ummatin
- أُمَّةٍ
- uzun bir süre
- anā
- أَنَا۠
- ben
- unabbi-ukum
- أُنَبِّئُكُم
- size haber veririm
- bitawīlihi
- بِتَأْوِيلِهِۦ
- onun yorumunu
- fa-arsilūni
- فَأَرْسِلُونِ
- hemen beni gönderin
Hapisteki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yusuf'u hatırladı ve: "Ben size bunu yorumlayacağım, hele beni gönderin" dedi. ([12] Yusuf: 45)Tefsir
يُوْسُفُ اَيُّهَا الصِّدِّيْقُ اَفْتِنَا فِيْ سَبْعِ بَقَرٰتٍ سِمَانٍ يَّأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَّسَبْعِ سُنْۢبُلٰتٍ خُضْرٍ وَّاُخَرَ يٰبِسٰتٍۙ لَّعَلِّيْٓ اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُوْنَ ٤٦
- yūsufu
- يُوسُفُ
- Yusuf
- ayyuhā
- أَيُّهَا
- ey
- l-ṣidīqu
- ٱلصِّدِّيقُ
- çok doğru söyleyen
- aftinā
- أَفْتِنَا
- bize bilgi ver
- fī
- فِى
- hakkında
- sabʿi
- سَبْعِ
- yedi
- baqarātin
- بَقَرَٰتٍ
- ineği
- simānin
- سِمَانٍ
- semiz
- yakuluhunna
- يَأْكُلُهُنَّ
- yiyorlar
- sabʿun
- سَبْعٌ
- yedi
- ʿijāfun
- عِجَافٌ
- zayıf (inek)
- wasabʿi
- وَسَبْعِ
- ve yedi
- sunbulātin
- سُنۢبُلَٰتٍ
- başak
- khuḍ'rin
- خُضْرٍ
- yeşil
- wa-ukhara
- وَأُخَرَ
- diğeri de
- yābisātin
- يَابِسَٰتٍ
- kuru
- laʿallī
- لَّعَلِّىٓ
- umarım ki
- arjiʿu
- أَرْجِعُ
- dönerim
- ilā l-nāsi
- إِلَى ٱلنَّاسِ
- insanlara
- laʿallahum
- لَعَلَّهُمْ
- onlar da
- yaʿlamūna
- يَعْلَمُونَ
- bilirler
Hapishaneye varıp: "Ey doğru sözlü Yusuf! Rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler" dedi. ([12] Yusuf: 46)Tefsir
قَالَ تَزْرَعُوْنَ سَبْعَ سِنِيْنَ دَاَبًاۚ فَمَا حَصَدْتُّمْ فَذَرُوْهُ فِيْ سُنْۢبُلِهٖٓ اِلَّا قَلِيْلًا مِّمَّا تَأْكُلُوْنَ ٤٧
- qāla
- قَالَ
- (Yusuf) dedi ki
- tazraʿūna
- تَزْرَعُونَ
- siz (ürünü) ekin
- sabʿa
- سَبْعَ
- yedi
- sinīna
- سِنِينَ
- yıl
- da-aban
- دَأَبًا
- âdetiniz üzere
- famā
- فَمَا
- ne ki
- ḥaṣadttum
- حَصَدتُّمْ
- biçtiniz
- fadharūhu
- فَذَرُوهُ
- bırakın onu
- fī sunbulihi
- فِى سُنۢبُلِهِۦٓ
- başağında
- illā
- إِلَّا
- hariç
- qalīlan
- قَلِيلًا
- az bir mikdar
- mimmā takulūna
- مِّمَّا تَأْكُلُونَ
- yiyeceğiniz
Yusuf: "Devamlı yedi sene ekin ekip, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında bırakın." ([12] Yusuf: 47)Tefsir
ثُمَّ يَأْتِيْ مِنْۢ بَعْدِ ذٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَّأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ اِلَّا قَلِيْلًا مِّمَّا تُحْصِنُوْنَ ٤٨
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yatī
- يَأْتِى
- gelir
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- ardından
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- onun
- sabʿun
- سَبْعٌ
- yedi
- shidādun
- شِدَادٌ
- zorlu (yıl)
- yakul'na
- يَأْكُلْنَ
- yeyip bitirir
- mā qaddamtum
- مَا قَدَّمْتُمْ
- önceden (biriktirdiklerinizi)
- lahunna
- لَهُنَّ
- onlardan
- illā
- إِلَّا
- dışında
- qalīlan
- قَلِيلًا
- az miktar
- mimmā tuḥ'ṣinūna
- مِّمَّا تُحْصِنُونَ
- sakladığınız
"Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar saklarsınız." ([12] Yusuf: 48)Tefsir
ثُمَّ يَأْتِيْ مِنْۢ بَعْدِ ذٰلِكَ عَامٌ فِيْهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَفِيْهِ يَعْصِرُوْنَ ࣖ ٤٩
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yatī
- يَأْتِى
- gelir
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- ardından
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bunun
- ʿāmun
- عَامٌ
- bir yıl
- fīhi
- فِيهِ
- o (yılda)
- yughāthu
- يُغَاثُ
- bol yağmur verilir
- l-nāsu
- ٱلنَّاسُ
- insanlara
- wafīhi
- وَفِيهِ
- ve o (yıl)
- yaʿṣirūna
- يَعْصِرُونَ
- (insanlar meyve) sıkarlar
"Sonra, halkın yağmur göreceği bir yıl gelir, o zaman sıkıp sağarlar" dedi. ([12] Yusuf: 49)Tefsir
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُوْنِيْ بِهٖ ۚفَلَمَّا جَاۤءَهُ الرَّسُوْلُ قَالَ ارْجِعْ اِلٰى رَبِّكَ فَسْـَٔلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ الّٰتِيْ قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ ۗاِنَّ رَبِّيْ بِكَيْدِهِنَّ عَلِيْمٌ ٥٠
- waqāla
- وَقَالَ
- dedi ki
- l-maliku
- ٱلْمَلِكُ
- Kral
- i'tūnī
- ٱئْتُونِى
- bana getirin
- bihi
- بِهِۦۖ
- onu
- falammā
- فَلَمَّا
- ne zaman ki
- jāahu
- جَآءَهُ
- gelince (Yusuf'a)
- l-rasūlu
- ٱلرَّسُولُ
- elçi
- qāla
- قَالَ
- dedi
- ir'jiʿ
- ٱرْجِعْ
- dön
- ilā rabbika
- إِلَىٰ رَبِّكَ
- efendine
- fasalhu
- فَسْـَٔلْهُ
- ve ona sor
- mā
- مَا
- neydi?
- bālu
- بَالُ
- maksadı
- l-nis'wati
- ٱلنِّسْوَةِ
- kadınların
- allātī qaṭṭaʿna
- ٱلَّٰتِى قَطَّعْنَ
- kesen
- aydiyahunna
- أَيْدِيَهُنَّۚ
- ellerini
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- rabbī
- رَبِّى
- Rabbim
- bikaydihinna
- بِكَيْدِهِنَّ
- onların tuzaklarını
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- biliyor
Hükümdar: "Onu bana getirin" dedi. Yusuf'a elçi gelince, "Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir" dedi. ([12] Yusuf: 50)Tefsir