وَامْرَاَتُهٗ قَاۤىِٕمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنٰهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَّرَاۤءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوْبَ ٧١
- wa-im'ra-atuhu
- وَٱمْرَأَتُهُۥ
- ve karısı da
- qāimatun
- قَآئِمَةٌ
- ayaktaydı
- faḍaḥikat
- فَضَحِكَتْ
- ve bunun üzerine güldü
- fabasharnāhā
- فَبَشَّرْنَٰهَا
- biz de ona müjdeledik
- bi-is'ḥāqa
- بِإِسْحَٰقَ
- İshak'ı
- wamin
- وَمِن
- ve
- warāi
- وَرَآءِ
- ardından
- is'ḥāqa
- إِسْحَٰقَ
- İshak'ın
- yaʿqūba
- يَعْقُوبَ
- Ya'kub'u
Bu arada, İbrahim'in ayakta duran karısı gülünce, "Ona İshak'ı ardından Yakub'u müjdeleriz" dediler. ([11] Hud: 71)Tefsir
قَالَتْ يٰوَيْلَتٰىٓ ءَاَلِدُ وَاَنَا۠ عَجُوْزٌ وَّهٰذَا بَعْلِيْ شَيْخًا ۗاِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَجِيْبٌ ٧٢
- qālat
- قَالَتْ
- dedi ki
- yāwaylatā
- يَٰوَيْلَتَىٰٓ
- ey vay halime
- a-alidu
- ءَأَلِدُ
- ben doğuracak mıyım?
- wa-anā
- وَأَنَا۠
- ben böyle
- ʿajūzun
- عَجُوزٌ
- kocamış bir kadın iken
- wahādhā
- وَهَٰذَا
- ve şu
- baʿlī
- بَعْلِى
- kocam da
- shaykhan
- شَيْخًاۖ
- bir ihtiyar iken
- inna
- إِنَّ
- gerçekten
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- lashayon
- لَشَىْءٌ
- bir şeydir
- ʿajībun
- عَجِيبٌ
- şaşırtıcı
"Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey" dedi. ([11] Hud: 72)Tefsir
قَالُوْٓا اَتَعْجَبِيْنَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكٰتُهٗ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِۗ اِنَّهُ حَمِيْدٌ مَّجِيْدٌ ٧٣
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler
- ataʿjabīna
- أَتَعْجَبِينَ
- şaşıyor musun?
- min amri
- مِنْ أَمْرِ
- işine
- l-lahi
- ٱللَّهِۖ
- Allah'ın
- raḥmatu
- رَحْمَتُ
- rahmeti
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- wabarakātuhu
- وَبَرَكَٰتُهُۥ
- ve bereketleri
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- sizin üzerinizedir
- ahla
- أَهْلَ
- (ey) halkı
- l-bayti
- ٱلْبَيْتِۚ
- ev
- innahu
- إِنَّهُۥ
- şüphesiz O
- ḥamīdun
- حَمِيدٌ
- övgüye layıktır
- majīdun
- مَّجِيدٌ
- lütfu bol olandır
"Ey evin hanımı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken, nasıl Allah'ın işine şaşarsın? O, övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir" dediler. ([11] Hud: 73)Tefsir
فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰهِيْمَ الرَّوْعُ وَجَاۤءَتْهُ الْبُشْرٰى يُجَادِلُنَا فِيْ قَوْمِ لُوْطٍ ٧٤
- falammā
- فَلَمَّا
- ne zaman ki
- dhahaba
- ذَهَبَ
- gidince
- ʿan ib'rāhīma
- عَنْ إِبْرَٰهِيمَ
- İbrahimden
- l-rawʿu
- ٱلرَّوْعُ
- korku
- wajāathu
- وَجَآءَتْهُ
- ve kendisine gelince
- l-bush'rā
- ٱلْبُشْرَىٰ
- müjde
- yujādilunā
- يُجَٰدِلُنَا
- bizimle tartışmaya girişti
- fī
- فِى
- hakkında
- qawmi
- قَوْمِ
- kavmi
- lūṭin
- لُوطٍ
- Lut
İbrahim'in korkusu gidip de müjde kendisine ulaşınca, Lut milleti hakkında elçilerimizle tartışmaya girişti. ([11] Hud: 74)Tefsir
اِنَّ اِبْرٰهِيْمَ لَحَلِيْمٌ اَوَّاهٌ مُّنِيْبٌ ٧٥
- inna
- إِنَّ
- doğrusu
- ib'rāhīma
- إِبْرَٰهِيمَ
- İbrahim
- laḥalīmun
- لَحَلِيمٌ
- çok yumuşak huylu idi
- awwāhun
- أَوَّٰهٌ
- çok içli idi
- munībun
- مُّنِيبٌ
- gönülden (Allaha) yönelen biriydi
Doğrusu İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendini Allah'a vermiş bir kimse idi. ([11] Hud: 75)Tefsir
يٰٓاِبْرٰهِيْمُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا ۚاِنَّهٗ قَدْ جَاۤءَ اَمْرُ رَبِّكَۚ وَاِنَّهُمْ اٰتِيْهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُوْدٍ ٧٦
- yāib'rāhīmu
- يَٰٓإِبْرَٰهِيمُ
- Ey İbrahim
- aʿriḍ
- أَعْرِضْ
- vazgeç
- ʿan hādhā
- عَنْ هَٰذَآۖ
- bundan
- innahu
- إِنَّهُۥ
- doğrusu o
- qad
- قَدْ
- elbette
- jāa
- جَآءَ
- gelmiştir
- amru
- أَمْرُ
- emri
- rabbika
- رَبِّكَۖ
- Rabbinin
- wa-innahum
- وَإِنَّهُمْ
- ve onlara
- ātīhim
- ءَاتِيهِمْ
- gelmektedir
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azap
- ghayru mardūdin
- غَيْرُ مَرْدُودٍ
- geri çevrilmeyecek
Elçilerimiz, "Ey İbrahim! Bundan vazgeç, doğrusu Rabbinin emri gelmiştir. Onlara, şüphesiz, geri çevrilemeyecek bir azab gelmektedir" dediler. ([11] Hud: 76)Tefsir
وَلَمَّا جَاۤءَتْ رُسُلُنَا لُوْطًا سِيْۤءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَّقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَصِيْبٌ ٧٧
- walammā
- وَلَمَّا
- ve ne zaman ki
- jāat
- جَآءَتْ
- gelince
- rusulunā
- رُسُلُنَا
- Elçilerimiz
- lūṭan
- لُوطًا
- Lut'a
- sīa
- سِىٓءَ
- kaygılandı
- bihim
- بِهِمْ
- onlardan
- waḍāqa
- وَضَاقَ
- ve göğsüne bastı
- bihim
- بِهِمْ
- onlardan
- dharʿan
- ذَرْعًا
- bir sıkıntı
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- yawmun
- يَوْمٌ
- bir gündür
- ʿaṣībun
- عَصِيبٌ
- çetin
Elçilerimiz Lut'a gelince, onun fenasına gitti; çok sıkıldı, "Bu çetin bir gündür" dedi. ([11] Hud: 77)Tefsir
وَجَاۤءَهٗ قَوْمُهٗ يُهْرَعُوْنَ اِلَيْهِۗ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوْا يَعْمَلُوْنَ السَّيِّاٰتِۗ قَالَ يٰقَوْمِ هٰٓؤُلَاۤءِ بَنَاتِيْ هُنَّ اَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُوْنِ فِيْ ضَيْفِيْۗ اَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَّشِيْدٌ ٧٨
- wajāahu
- وَجَآءَهُۥ
- ve geldi
- qawmuhu
- قَوْمُهُۥ
- kavmi
- yuh'raʿūna
- يُهْرَعُونَ
- koşarak
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- ona
- wamin qablu
- وَمِن قَبْلُ
- ve daha önce
- kānū yaʿmalūna
- كَانُوا۟ يَعْمَلُونَ
- işliyorlardı
- l-sayiāti
- ٱلسَّيِّـَٔاتِۚ
- kötü işler
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- yāqawmi
- يَٰقَوْمِ
- ey kavmim
- hāulāi
- هَٰٓؤُلَآءِ
- şunlar
- banātī
- بَنَاتِى
- kızlarımdır
- hunna
- هُنَّ
- onlar
- aṭharu
- أَطْهَرُ
- daha temizdir
- lakum
- لَكُمْۖ
- sizin için
- fa-ittaqū
- فَٱتَّقُوا۟
- korkun
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'tan
- walā
- وَلَا
- ve
- tukh'zūni
- تُخْزُونِ
- beni rezil etmeyin
- fī
- فِى
- arasında
- ḍayfī
- ضَيْفِىٓۖ
- konuklarım
- alaysa
- أَلَيْسَ
- yok mudur?
- minkum
- مِنكُمْ
- içinizde
- rajulun
- رَجُلٌ
- bir adam
- rashīdun
- رَّشِيدٌ
- aklı başında
Milleti ona koşarak geldiler. Daha önce kötü işler işliyorlardı. "Ey milletim! İşte bunlar benim kızlarım, onlar sizin için daha temizdir. (size nikahlıyabilirim!) Allah'tan sakının, konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur?" dedi. ([11] Hud: 78)Tefsir
قَالُوْا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا فِيْ بَنٰتِكَ مِنْ حَقٍّۚ وَاِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُرِيْدُ ٧٩
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- laqad
- لَقَدْ
- muhakkak
- ʿalim'ta
- عَلِمْتَ
- sen bilirsin ki
- mā
- مَا
- yoktur
- lanā
- لَنَا
- bizim
- fī banātika
- فِى بَنَاتِكَ
- senin kızlarında
- min
- مِنْ
- hiç bir
- ḥaqqin
- حَقٍّ
- hakkımız
- wa-innaka
- وَإِنَّكَ
- ve sen
- lataʿlamu
- لَتَعْلَمُ
- iyi bilirsin
- mā
- مَا
- şeyi
- nurīdu
- نُرِيدُ
- bizim istediğimiz
"And olsun ki, senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun; doğrusu, ne istediğimizin farkındasın" dediler. ([11] Hud: 79)Tefsir
قَالَ لَوْ اَنَّ لِيْ بِكُمْ قُوَّةً اَوْ اٰوِيْٓ اِلٰى رُكْنٍ شَدِيْدٍ ٨٠
- qāla
- قَالَ
- dedi
- law
- لَوْ
- keşke
- anna lī
- أَنَّ لِى
- benim olsaydı
- bikum
- بِكُمْ
- sizi (savacak)
- quwwatan
- قُوَّةً
- bir gücüm
- aw
- أَوْ
- yahut
- āwī
- ءَاوِىٓ
- sığınabilseydim
- ilā ruk'nin
- إِلَىٰ رُكْنٍ
- bir yere
- shadīdin
- شَدِيدٍ
- sağlam
"Keşke size yetecek bir kuvvetim olsa veya sağlam bir yere sığınsam" dedi. ([11] Hud: 80)Tefsir