وَمَا ظَلَمْنٰهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُوْٓا اَنْفُسَهُمْ فَمَآ اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّتِيْ يَدْعُوْنَ مِنْ دُوْنِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَّمَّا جَاۤءَ اَمْرُ رَبِّكَۗ وَمَا زَادُوْهُمْ غَيْرَ تَتْبِيْبٍ ١٠١
- wamā ẓalamnāhum
- وَمَا ظَلَمْنَٰهُمْ
- biz onlara zulmetmedik
- walākin
- وَلَٰكِن
- ama
- ẓalamū
- ظَلَمُوٓا۟
- onlar zulmettiler
- anfusahum
- أَنفُسَهُمْۖ
- kendilerine
- famā aghnat
- فَمَآ أَغْنَتْ
- sağlayamadı
- ʿanhum
- عَنْهُمْ
- kendilerine
- ālihatuhumu
- ءَالِهَتُهُمُ
- onların ilahları
- allatī yadʿūna
- ٱلَّتِى يَدْعُونَ
- taptıkları
- min dūni
- مِن دُونِ
- başka
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- min
- مِن
- hiç bir
- shayin
- شَىْءٍ
- şey
- lammā
- لَّمَّا
- ne zaman ki
- jāa
- جَآءَ
- gelince
- amru
- أَمْرُ
- emri
- rabbika
- رَبِّكَۖ
- Rabbinin
- wamā
- وَمَا
- bir işe yaramadı
- zādūhum
- زَادُوهُمْ
- artırmaktan
- ghayra
- غَيْرَ
- başka
- tatbībin
- تَتْبِيبٍ
- kayıplarını
Onlara Biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine yazık ettiler. Rabbinin buyruğu gelince, Allah'ı bırakıp taptıkları tanrılar kendilerine bir fayda vermedi, kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. ([11] Hud: 101)Tefsir
وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَآ اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌ ۗاِنَّ اَخْذَهٗٓ اَلِيْمٌ شَدِيْدٌ ١٠٢
- wakadhālika
- وَكَذَٰلِكَ
- işte böyledir
- akhdhu
- أَخْذُ
- yakalaması
- rabbika
- رَبِّكَ
- Rabbinin
- idhā
- إِذَآ
- zaman
- akhadha
- أَخَذَ
- yakaladığı
- l-qurā
- ٱلْقُرَىٰ
- şehirleri
- wahiya
- وَهِىَ
- ve o
- ẓālimatun
- ظَٰلِمَةٌۚ
- zulmeden
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- akhdhahu
- أَخْذَهُۥٓ
- O'nun yakalaması
- alīmun
- أَلِيمٌ
- pek acı
- shadīdun
- شَدِيدٌ
- pek şiddetlidir
Allah, kasabaların zalim halkını yakalayınca, böyle yakalar; yakalaması da şiddetli ve elimdir. ([11] Hud: 102)Tefsir
اِنَّ فِيْ ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِّمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِ ۗذٰلِكَ يَوْمٌ مَّجْمُوْعٌۙ لَّهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَّشْهُوْدٌ ١٠٣
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- fī
- فِى
- vardır
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bunda
- laāyatan
- لَءَايَةً
- ibret
- liman
- لِّمَنْ
- kimse için
- khāfa
- خَافَ
- korkan
- ʿadhāba
- عَذَابَ
- azabından
- l-ākhirati
- ٱلْءَاخِرَةِۚ
- ahiret
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- işte O
- yawmun
- يَوْمٌ
- bir gündür
- majmūʿun
- مَّجْمُوعٌ
- toplanacağı
- lahu
- لَّهُ
- onda
- l-nāsu
- ٱلنَّاسُ
- insanların
- wadhālika
- وَذَٰلِكَ
- ve O
- yawmun
- يَوْمٌ
- bir gündür
- mashhūdun
- مَّشْهُودٌ
- herkesin tanık olacağı
Ahiretin azabından korkanlara, bunda, hiç şüphesiz ibret vardır. Bu, insanların toplanacağı gündür; bu, görülecek bir gündür. ([11] Hud: 103)Tefsir
وَمَا نُؤَخِّرُهٗٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَّعْدُوْدٍۗ ١٠٤
- wamā
- وَمَا
- ve
- nu-akhiruhu
- نُؤَخِّرُهُۥٓ
- biz onu geciktirmeyiz
- illā
- إِلَّا
- ancak
- li-ajalin
- لِأَجَلٍ
- süreye kadar
- maʿdūdin
- مَّعْدُودٍ
- belirli
Biz, o günü, ancak belli bir süreye kadar geciktiririz. ([11] Hud: 104)Tefsir
يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِاِذْنِهٖۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَّسَعِيْدٌ ١٠٥
- yawma
- يَوْمَ
- O gün
- yati
- يَأْتِ
- gelince
- lā takallamu
- لَا تَكَلَّمُ
- konuşamaz
- nafsun
- نَفْسٌ
- hiç kimse
- illā
- إِلَّا
- dışında
- bi-idh'nihi
- بِإِذْنِهِۦۚ
- O'nun izni
- famin'hum
- فَمِنْهُمْ
- onlardan kimi
- shaqiyyun
- شَقِىٌّ
- bedbahtttır
- wasaʿīdun
- وَسَعِيدٌ
- (kimi de) mutludur
O gün gelince, Allah'ın izni olmaksızın hiç kimse konuşamaz: İçlerinde bedbaht olanlar da, mesut olanlar da vardır. ([11] Hud: 105)Tefsir
فَاَمَّا الَّذِيْنَ شَقُوْا فَفِى النَّارِ لَهُمْ فِيْهَا زَفِيْرٌ وَّشَهِيْقٌۙ ١٠٦
- fa-ammā alladhīna
- فَأَمَّا ٱلَّذِينَ
- kimseler
- shaqū
- شَقُوا۟
- bedbaht olan(lar)
- fafī
- فَفِى
- içindedirler
- l-nāri
- ٱلنَّارِ
- ateş
- lahum
- لَهُمْ
- onların vardır
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- zafīrun
- زَفِيرٌ
- korkunç çığlıkları
- washahīqun
- وَشَهِيقٌ
- ve inlemeleri
Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah edip inlerler. ([11] Hud: 106)Tefsir
خٰلِدِيْنَ فِيْهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوٰتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَاۤءَ رَبُّكَۗ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيْدُ ١٠٧
- khālidīna
- خَٰلِدِينَ
- onlar sürekli kalıcıdırlar
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- mā dāmati
- مَا دَامَتِ
- durdukça
- l-samāwātu
- ٱلسَّمَٰوَٰتُ
- gökler
- wal-arḍu
- وَٱلْأَرْضُ
- ve yer
- illā
- إِلَّا
- dışında
- mā
- مَا
- kimseler
- shāa
- شَآءَ
- diledikleri
- rabbuka
- رَبُّكَۚ
- Rabbinin
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- rabbaka
- رَبَّكَ
- Rabbin
- faʿʿālun
- فَعَّالٌ
- yapandır
- limā yurīdu
- لِّمَا يُرِيدُ
- dilediğini
Rabbinin dilemesi bir yana, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. Rabbin, şüphesiz, her istediğini yapar. ([11] Hud: 107)Tefsir
۞ وَاَمَّا الَّذِيْنَ سُعِدُوْا فَفِى الْجَنَّةِ خٰلِدِيْنَ فِيْهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوٰتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَاۤءَ رَبُّكَۗ عَطَاۤءً غَيْرَ مَجْذُوْذٍ ١٠٨
- wa-ammā
- وَأَمَّا
- ve
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- suʿidū
- سُعِدُوا۟
- mutlu olan(lar)
- fafī
- فَفِى
- içindedirler
- l-janati
- ٱلْجَنَّةِ
- cennet
- khālidīna
- خَٰلِدِينَ
- onlar sürekli kalıcıdırlar
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- mā dāmati
- مَا دَامَتِ
- durdukça
- l-samāwātu
- ٱلسَّمَٰوَٰتُ
- gökler
- wal-arḍu
- وَٱلْأَرْضُ
- ve yer
- illā
- إِلَّا
- dışında
- mā shāa
- مَا شَآءَ
- diledikleri
- rabbuka
- رَبُّكَۖ
- Rabbinin
- ʿaṭāan
- عَطَآءً
- bir lütuftur
- ghayra
- غَيْرَ
- olmaksızın
- majdhūdhin
- مَجْذُوذٍ
- kesinti
Mesud olanlar ise cennettedirler. Rabbinin dilemesi bir yana, sonsuz bir lütuf olarak, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. ([11] Hud: 108)Tefsir
فَلَا تَكُ فِيْ مِرْيَةٍ مِّمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُلَاۤءِ ۗمَا يَعْبُدُوْنَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَاۤؤُهُمْ مِّنْ قَبْلُ ۗوَاِنَّا لَمُوَفُّوْهُمْ نَصِيْبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوْصٍ ࣖ ١٠٩
- falā
- فَلَا
- o halde
- taku
- تَكُ
- olmasın
- fī
- فِى
- hiçbir
- mir'yatin
- مِرْيَةٍ
- tereddüd
- mimmā
- مِّمَّا
- hakkında
- yaʿbudu
- يَعْبُدُ
- taptıkları
- hāulāi
- هَٰٓؤُلَآءِۚ
- onların
- mā yaʿbudūna
- مَا يَعْبُدُونَ
- onlar tapmazlar
- illā
- إِلَّا
- başkasına
- kamā
- كَمَا
- gibi olandan
- yaʿbudu
- يَعْبُدُ
- taptıkları
- ābāuhum
- ءَابَآؤُهُم
- babalarının
- min qablu
- مِّن قَبْلُۚ
- daha önce
- wa-innā
- وَإِنَّا
- şüphesiz biz
- lamuwaffūhum
- لَمُوَفُّوهُمْ
- vereceğiz
- naṣībahum
- نَصِيبَهُمْ
- onların paylarını
- ghayra
- غَيْرَ
- olmadan
- manqūṣin
- مَنقُوصٍ
- eksik
Bu putperestlerin taptıklarının batıl olduğunda şüphen olmasın; daha önce babalarının tapmış oldukları gibi onlar da taparlar. Onlara paylarını şüphesiz eksiksiz olarak ödeyeceğiz. ([11] Hud: 109)Tefsir
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوْسَى الْكِتٰبَ فَاخْتُلِفَ فِيْهِ ۗوَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۚوَاِنَّهُمْ لَفِيْ شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيْبٍ ١١٠
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- ātaynā
- ءَاتَيْنَا
- verdik
- mūsā
- مُوسَى
- Musa'ya
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- Kitab'ı
- fa-ukh'tulifa
- فَٱخْتُلِفَ
- ayrılığa düşüldü
- fīhi
- فِيهِۚ
- onda
- walawlā
- وَلَوْلَا
- eğer olmasaydı
- kalimatun
- كَلِمَةٌ
- bir söz
- sabaqat
- سَبَقَتْ
- önceden geçmiş
- min
- مِن
- tarafından
- rabbika
- رَّبِّكَ
- Rabbin
- laquḍiya
- لَقُضِىَ
- hüküm verilirdi
- baynahum
- بَيْنَهُمْۚ
- aralarında
- wa-innahum
- وَإِنَّهُمْ
- şüphesiz onlar
- lafī
- لَفِى
- içindedirler
- shakkin
- شَكٍّ
- bir tereddüt
- min'hu
- مِّنْهُ
- bunun hakkında
- murībin
- مُرِيبٍ
- gocundurucu
And olsun ki, Musa'ya Kitap verdik; onda ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında çoktan hükmedilmiş olurdu. Doğrusu onlar, Kitap'ın Allah katından olduğunda şüphe ve endişe içindedirler. ([11] Hud: 110)Tefsir