وَمَا تَكُوْنُ فِيْ شَأْنٍ وَّمَا تَتْلُوْا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَّلَا تَعْمَلُوْنَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوْدًا اِذْ تُفِيْضُوْنَ فِيْهِۗ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَّبِّكَ مِنْ مِّثْقَالِ ذَرَّةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَاۤءِ وَلَآ اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَآ اَكْبَرَ اِلَّا فِيْ كِتٰبٍ مُّبِيْنٍ ٦١
- wamā
- وَمَا
- ve ne
- takūnu
- تَكُونُ
- olsanız
- fī shanin
- فِى شَأْنٍ
- durumda
- wamā
- وَمَا
- ve ne
- tatlū
- تَتْلُوا۟
- okusanız
- min'hu
- مِنْهُ
- onun hakkında
- min qur'ānin
- مِن قُرْءَانٍ
- Kur'andan
- walā
- وَلَا
- ne ne
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yapsanız
- min ʿamalin
- مِنْ عَمَلٍ
- yapılacaklardan
- illā
- إِلَّا
- ancak
- kunnā
- كُنَّا
- biz
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- sizin üzerinize
- shuhūdan
- شُهُودًا
- şahidiz
- idh
- إِذْ
- zaman
- tufīḍūna
- تُفِيضُونَ
- siz daldığınız
- fīhi
- فِيهِۚ
- ona
- wamā
- وَمَا
- değildir
- yaʿzubu
- يَعْزُبُ
- gizli
- ʿan rabbika
- عَن رَّبِّكَ
- Rabbinden
- min
- مِن
- (bir şey)
- mith'qāli
- مِّثْقَالِ
- ağırlığınca
- dharratin
- ذَرَّةٍ
- zerre
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yerde
- walā
- وَلَا
- ne de
- fī l-samāi
- فِى ٱلسَّمَآءِ
- gökte
- walā
- وَلَآ
- ne de
- aṣghara
- أَصْغَرَ
- daha küçüğü
- min dhālika
- مِن ذَٰلِكَ
- bundan
- walā
- وَلَآ
- ve ne de
- akbara
- أَكْبَرَ
- daha büyüğü
- illā
- إِلَّا
- ancak
- fī kitābin
- فِى كِتَٰبٍ
- kitaptadır
- mubīnin
- مُّبِينٍ
- apaçık
Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kuran'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka Biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap'dadır. ([10] Yunus: 61)Tefsir
اَلَآ اِنَّ اَوْلِيَاۤءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُوْنَۚ ٦٢
- alā
- أَلَآ
- iyi bilin ki
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- awliyāa
- أَوْلِيَآءَ
- dostları için
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- lā
- لَا
- yoktur
- khawfun
- خَوْفٌ
- korku
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onlara
- walā
- وَلَا
- ve
- hum
- هُمْ
- onlar
- yaḥzanūna
- يَحْزَنُونَ
- üzülmeyeceklerdir
İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. ([10] Yunus: 62)Tefsir
اَلَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَكَانُوْا يَتَّقُوْنَۗ ٦٣
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler;
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- onlar iman eden
- wakānū
- وَكَانُوا۟
- ve
- yattaqūna
- يَتَّقُونَ
- sakınanlar
Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlardır. ([10] Yunus: 63)Tefsir
لَهُمُ الْبُشْرٰى فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِى الْاٰخِرَةِۗ لَا تَبْدِيْلَ لِكَلِمٰتِ اللّٰهِ ۗذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيْمُۗ ٦٤
- lahumu
- لَهُمُ
- onlar için vardır
- l-bush'rā
- ٱلْبُشْرَىٰ
- müjdeler
- fī l-ḥayati
- فِى ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatında
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- wafī
- وَفِى
- ve
- l-ākhirati
- ٱلْءَاخِرَةِۚ
- ahirette
- lā
- لَا
- olmaz
- tabdīla
- تَبْدِيلَ
- değişme
- likalimāti
- لِكَلِمَٰتِ
- sözlerinde
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah'ın
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- işte
- huwa
- هُوَ
- bu
- l-fawzu
- ٱلْفَوْزُ
- kurtuluştur
- l-ʿaẓīmu
- ٱلْعَظِيمُ
- büyük
Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlaradır. Allah'ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. Bu büyük başarıdır. ([10] Yunus: 64)Tefsir
وَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۘ اِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَمِيْعًاۗ هُوَ السَّمِيْعُ الْعَلِيْمُ ٦٥
- walā yaḥzunka
- وَلَا يَحْزُنكَ
- seni üzmesin
- qawluhum
- قَوْلُهُمْۘ
- onların sözleri
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-ʿizata
- ٱلْعِزَّةَ
- yücelik
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'ındır
- jamīʿan
- جَمِيعًاۚ
- tamamen
- huwa
- هُوَ
- O
- l-samīʿu
- ٱلسَّمِيعُ
- duyandır
- l-ʿalīmu
- ٱلْعَلِيمُ
- bilendir
İnkarcıların sözleri seni üzmesin, çünkü bütün kudret Allah'ındır. O, işitir ve bilir. ([10] Yunus: 65)Tefsir
اَلَآ اِنَّ لِلّٰهِ مَنْ فِى السَّمٰوٰتِ وَمَنْ فِى الْاَرْضِۗ وَمَا يَتَّبِعُ الَّذِيْنَ يَدْعُوْنَ مِنْ دُوْنِ اللّٰهِ شُرَكَاۤءَ ۗاِنْ يَّتَّبِعُوْنَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُوْنَ ٦٦
- alā
- أَلَآ
- iyi bilin ki
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'ındır
- man
- مَن
- kim varsa
- fī l-samāwāti
- فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerde
- waman
- وَمَن
- ve kim varsa
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِۗ
- yerde
- wamā
- وَمَا
- ve
- yattabiʿu
- يَتَّبِعُ
- uymuyorlar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yadʿūna
- يَدْعُونَ
- tapınan(lar)
- min dūni
- مِن دُونِ
- başkalarına
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- shurakāa
- شُرَكَآءَۚ
- ortak koştuklarına
- in
- إِن
- ancak
- yattabiʿūna
- يَتَّبِعُونَ
- onlar uyuyorlar
- illā
- إِلَّا
- sadece
- l-ẓana
- ٱلظَّنَّ
- zanna
- wa-in
- وَإِنْ
- ve
- hum
- هُمْ
- onlar
- illā
- إِلَّا
- sadece
- yakhruṣūna
- يَخْرُصُونَ
- saçmalıyorlar
İyi bilin ki, göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah'ındır. Allah'ı bırakıp ortak koşanlar sadece zanna uyanlardır. Onlar ancak tahminde bulunuyorlar. ([10] Yunus: 66)Tefsir
هُوَ الَّذِيْ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوْا فِيْهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا ۗاِنَّ فِيْ ذٰلِكَ لَاٰيٰتٍ لِّقَوْمٍ يَّسْمَعُوْنَ ٦٧
- huwa
- هُوَ
- O'dur
- alladhī
- ٱلَّذِى
- o ki
- jaʿala
- جَعَلَ
- yaratan
- lakumu
- لَكُمُ
- sizin için
- al-layla
- ٱلَّيْلَ
- geceyi
- litaskunū
- لِتَسْكُنُوا۟
- dinlenmeniz için
- fīhi
- فِيهِ
- onda
- wal-nahāra
- وَٱلنَّهَارَ
- ve gündüzü
- mub'ṣiran
- مُبْصِرًاۚ
- aydınlatıcı olarak
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- fī dhālika
- فِى ذَٰلِكَ
- bunda
- laāyātin
- لَءَايَٰتٍ
- ayetler vardır
- liqawmin
- لِّقَوْمٍ
- bir topluluk için
- yasmaʿūna
- يَسْمَعُونَ
- duyan
Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü çalışasınız diye aydınlık olarak yaratan Allah'tır. Kulak veren millet için bunlarda ayetler vardır. ([10] Yunus: 67)Tefsir
قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًا سُبْحٰنَهٗ ۗ هُوَ الْغَنِيُّ ۗ لَهٗ مَا فِى السَّمٰوٰتِ وَمَا فِى الْاَرْضِۗ اِنْ عِنْدَكُمْ مِّنْ سُلْطٰنٍۢ بِهٰذَاۗ اَتَقُوْلُوْنَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُوْنَ ٦٨
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- ittakhadha
- ٱتَّخَذَ
- edindi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- waladan
- وَلَدًاۗ
- çocuk
- sub'ḥānahu
- سُبْحَٰنَهُۥۖ
- O bundan münezzehtir
- huwa
- هُوَ
- O
- l-ghaniyu
- ٱلْغَنِىُّۖ
- hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır
- lahu
- لَهُۥ
- O'nundur
- mā
- مَا
- ne varsa
- fī l-samāwāti
- فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerde
- wamā
- وَمَا
- ve ne varsa
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِۚ
- yerde
- in
- إِنْ
- yoktur
- ʿindakum
- عِندَكُم
- sizin
- min
- مِّن
- hiçbir
- sul'ṭānin
- سُلْطَٰنٍۭ
- deliliniz
- bihādhā
- بِهَٰذَآۚ
- bu konuda
- ataqūlūna
- أَتَقُولُونَ
- söylüyor musunuz?
- ʿalā
- عَلَى
- hakkında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- mā
- مَا
- şeyi
- lā taʿlamūna
- لَا تَعْلَمُونَ
- bilmediğiniz
"Allah çocuk edindi" dediler; haşa; O müstağnidir; göklerde ve yerde olanlara sahiptir. Elinizde, onun çocuk edindiğine dair bir delil yoktur, bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl söylüyorsunuz? ([10] Yunus: 68)Tefsir
قُلْ اِنَّ الَّذِيْنَ يَفْتَرُوْنَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُوْنَۗ ٦٩
- qul
- قُلْ
- de ki
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yaftarūna
- يَفْتَرُونَ
- uyduran(lar)
- ʿalā
- عَلَى
- hakkında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- l-kadhiba
- ٱلْكَذِبَ
- yalan
- lā yuf'liḥūna
- لَا يُفْلِحُونَ
- kurtuluşa eremezler
De ki: "Allah'a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa erişemezler." ([10] Yunus: 69)Tefsir
مَتَاعٌ فِى الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ نُذِيْقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّدِيْدَ بِمَا كَانُوْا يَكْفُرُوْنَ ࣖ ٧٠
- matāʿun
- مَتَٰعٌ
- bir geçim sürerler
- fī l-dun'yā
- فِى ٱلدُّنْيَا
- dünyada
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- ilaynā
- إِلَيْنَا
- bizedir
- marjiʿuhum
- مَرْجِعُهُمْ
- dönüşleri
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- nudhīquhumu
- نُذِيقُهُمُ
- tattırırız
- l-ʿadhāba
- ٱلْعَذَابَ
- azabı
- l-shadīda
- ٱلشَّدِيدَ
- şiddetli
- bimā
- بِمَا
- dolayı
- kānū
- كَانُوا۟
- olmalarından
- yakfurūna
- يَكْفُرُونَ
- inkâr ediyor(lar)
Onlar için dünyada bir müddet geçinme vardır, sonra dönüşleri Bizedir. İnkarlarına karşılık onlara çetin azab taddıracağız. ([10] Yunus: 70)Tefsir