وَاِذَآ اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِّنْۢ بَعْدِ ضَرَّاۤءَ مَسَّتْهُمْ اِذَا لَهُمْ مَّكْرٌ فِيْٓ اٰيٰتِنَاۗ قُلِ اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْرًاۗ اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُوْنَ مَا تَمْكُرُوْنَ ٢١
- wa-idhā
- وَإِذَآ
- ve zaman
- adhaqnā
- أَذَقْنَا
- tattırdığımız
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanlara
- raḥmatan
- رَحْمَةً
- genişlik
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- sonra
- ḍarrāa
- ضَرَّآءَ
- bir darlıktan
- massathum
- مَسَّتْهُمْ
- kendilerine dokunan
- idhā
- إِذَا
- hemen
- lahum
- لَهُم
- onların vardır
- makrun
- مَّكْرٌ
- hileleri
- fī
- فِىٓ
- hakkında
- āyātinā
- ءَايَاتِنَاۚ
- ayetlerimiz
- quli
- قُلِ
- de ki
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- asraʿu
- أَسْرَعُ
- daha hızlıdır
- makran
- مَكْرًاۚ
- düzen kurmada
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- rusulanā
- رُسُلَنَا
- elçilerimiz
- yaktubūna
- يَكْتُبُونَ
- yazmaktadırlar
- mā tamkurūna
- مَا تَمْكُرُونَ
- sizin hilelerinizi
İnsanlara darlık geldikten sonra onlara bolluğu taddırdığımızda, hemen ayetlerimize dil uzatmağa kalkışırlar; onlara de ki: "Hile yapanın cezasını vermekte Allah daha çabuktur." Elçi meleklerimiz kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yazmaktadırlar. ([10] Yunus: 21)Tefsir
هُوَ الَّذِيْ يُسَيِّرُكُمْ فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِۗ حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِىْ الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِرِيْحٍ طَيِّبَةٍ وَّفَرِحُوْا بِهَا جَاۤءَتْهَا رِيْحٌ عَاصِفٌ وَّجَاۤءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَّظَنُّوْٓا اَنَّهُمْ اُحِيْطَ بِهِمْۙ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِصِيْنَ لَهُ الدِّيْنَ ەۚ لَىِٕنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِهٖ لَنَكُوْنَنَّ مِنَ الشّٰكِرِيْنَ ٢٢
- huwa
- هُوَ
- O'dur
- alladhī yusayyirukum
- ٱلَّذِى يُسَيِّرُكُمْ
- sizi gezdiren
- fī l-bari
- فِى ٱلْبَرِّ
- karada
- wal-baḥri
- وَٱلْبَحْرِۖ
- ve denizde
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- hatta
- idhā
- إِذَا
- zaman
- kuntum
- كُنتُمْ
- olduğunuz
- fī l-ful'ki
- فِى ٱلْفُلْكِ
- gemide
- wajarayna
- وَجَرَيْنَ
- ve yürüttüğü (zaman)
- bihim
- بِهِم
- bununla
- birīḥin
- بِرِيحٍ
- bir rüzgârın
- ṭayyibatin
- طَيِّبَةٍ
- tatlı
- wafariḥū
- وَفَرِحُوا۟
- ve neşelendikleri sırada
- bihā
- بِهَا
- onların bununla;
- jāathā
- جَآءَتْهَا
- birden çıkıp
- rīḥun
- رِيحٌ
- bir fırtına
- ʿāṣifun
- عَاصِفٌ
- sert
- wajāahumu
- وَجَآءَهُمُ
- ve geldiğinde
- l-mawju
- ٱلْمَوْجُ
- dalgalar
- min kulli
- مِن كُلِّ
- her
- makānin
- مَكَانٍ
- yönden
- waẓannū
- وَظَنُّوٓا۟
- ve kanaat getirdiklerinde
- annahum
- أَنَّهُمْ
- muhakkak onlar
- uḥīṭa
- أُحِيطَ
- kuşatıldıklarına
- bihim
- بِهِمْۙ
- kendilerinin
- daʿawū
- دَعَوُا۟
- dua etmeye başlarlar
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- mukh'liṣīna
- مُخْلِصِينَ
- has kılarak
- lahu
- لَهُ
- O'na
- l-dīna
- ٱلدِّينَ
- dini
- la-in
- لَئِنْ
- eğer
- anjaytanā
- أَنجَيْتَنَا
- bizi kurtarırsan
- min hādhihi
- مِنْ هَٰذِهِۦ
- bundan
- lanakūnanna
- لَنَكُونَنَّ
- elbette olacağız
- mina l-shākirīna
- مِنَ ٱلشَّٰكِرِينَ
- şükredenlerden
Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgarla götürürken yolcular neşelenirler; bir fırtına çıkıp da onları her taraftan dalgaların sardığı ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise Allah'ın dinine sarılarak, "Bizi bu tehlikeden kurtarırsan and olsun ki şükredenlerden oluruz" diye O'na yalvarırlar. ([10] Yunus: 22)Tefsir
فَلَمَّآ اَنْجٰىهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُوْنَ فِى الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ ۗيٰٓاَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ مَّتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۖ ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُوْنَ ٢٣
- falammā
- فَلَمَّآ
- ne zaman ki
- anjāhum
- أَنجَىٰهُمْ
- kurtarır onları
- idhā
- إِذَا
- hemen
- hum
- هُمْ
- onlar
- yabghūna
- يَبْغُونَ
- taşkınlık etmeye başlarlar
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- bighayri l-ḥaqi
- بِغَيْرِ ٱلْحَقِّۗ
- haksız yere
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- l-nāsu
- ٱلنَّاسُ
- insanlar
- innamā
- إِنَّمَا
- gerçekte
- baghyukum
- بَغْيُكُمْ
- taşkınlığınız
- ʿalā
- عَلَىٰٓ
- aleyhinize olan
- anfusikum
- أَنفُسِكُمۖ
- kendinizin
- matāʿa
- مَّتَٰعَ
- geçici zevkleridir
- l-ḥayati
- ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatının
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَاۖ
- dünya
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- ilaynā
- إِلَيْنَا
- bizedir
- marjiʿukum
- مَرْجِعُكُمْ
- dönüşünüz
- fanunabbi-ukum
- فَنُنَبِّئُكُم
- ve size bildiririz
- bimā
- بِمَا
- şeyi
- kuntum
- كُنتُمْ
- olduğunuz
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yapıyor
Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar! Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz Bizedir. Yaptıklarınızı size bildiririz. ([10] Yunus: 23)Tefsir
اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَاۤءٍ اَنْزَلْنٰهُ مِنَ السَّمَاۤءِ فَاخْتَلَطَ بِهٖ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ ۗحَتّٰٓى اِذَآ اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَآ اَنَّهُمْ قٰدِرُوْنَ عَلَيْهَآ اَتٰىهَآ اَمْرُنَا لَيْلًا اَوْ نَهَارًا فَجَعَلْنٰهَا حَصِيْدًا كَاَنْ لَّمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۗ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيٰتِ لِقَوْمٍ يَّتَفَكَّرُوْنَ ٢٤
- innamā
- إِنَّمَا
- ancak
- mathalu
- مَثَلُ
- örneği
- l-ḥayati
- ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatının
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- kamāin
- كَمَآءٍ
- suya benzer
- anzalnāhu
- أَنزَلْنَٰهُ
- indirdiğimiz
- mina l-samāi
- مِنَ ٱلسَّمَآءِ
- gökten
- fa-ikh'talaṭa
- فَٱخْتَلَطَ
- birbirine karıştığı
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- nabātu
- نَبَاتُ
- bitkilerinin
- l-arḍi
- ٱلْأَرْضِ
- yeryüzü
- mimmā
- مِمَّا
- öyle ki
- yakulu
- يَأْكُلُ
- yer
- l-nāsu
- ٱلنَّاسُ
- insanlar
- wal-anʿāmu
- وَٱلْأَنْعَٰمُ
- ve hayvanlar
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- sonuçta
- idhā
- إِذَآ
- sırada
- akhadhati
- أَخَذَتِ
- alıp
- l-arḍu
- ٱلْأَرْضُ
- yeryüzü
- zukh'rufahā
- زُخْرُفَهَا
- güzelliğini
- wa-izzayyanat
- وَٱزَّيَّنَتْ
- ve süslendiği
- waẓanna
- وَظَنَّ
- ve sandıkları
- ahluhā
- أَهْلُهَآ
- sahiplerinin
- annahum
- أَنَّهُمْ
- gerçekten
- qādirūna
- قَٰدِرُونَ
- kadir olduklarını
- ʿalayhā
- عَلَيْهَآ
- bunlara
- atāhā
- أَتَىٰهَآ
- gelir
- amrunā
- أَمْرُنَا
- emrimiz
- laylan
- لَيْلًا
- gece
- aw
- أَوْ
- veya
- nahāran
- نَهَارًا
- gündüz
- fajaʿalnāhā
- فَجَعَلْنَٰهَا
- böylece onları çeviririz
- ḥaṣīdan
- حَصِيدًا
- biçilmiş hale
- ka-an
- كَأَن
- gibi
- lam taghna
- لَّمْ تَغْنَ
- hiç yokmuş
- bil-amsi
- بِٱلْأَمْسِۚ
- bir gün önce
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- işte böyle
- nufaṣṣilu
- نُفَصِّلُ
- ayrıntılı olarak açıklıyoruz
- l-āyāti
- ٱلْءَايَٰتِ
- ayetlerimizi
- liqawmin
- لِقَوْمٍ
- topluluk için
- yatafakkarūna
- يَتَفَكَّرُونَ
- düşünen
Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip birbirine karışmıştır. Yeryüzünün süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara malik olduklarını sandıkları sırada, gece veya gündüz buyruğumuz o yere gelmiş ve orayı hiçbir şey bitirmemişe çevirmişiz; bir gün önce birşey yokmuş gibi olmuştur. Düşünen millet için ayetleri böylece uzun açıklıyoruz. ([10] Yunus: 24)Tefsir
وَاللّٰهُ يَدْعُوْٓ اِلٰى دَارِ السَّلٰمِ ۚوَيَهْدِيْ مَنْ يَّشَاۤءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيْمٍ ٢٥
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- yadʿū
- يَدْعُوٓا۟
- çağırır
- ilā dāri
- إِلَىٰ دَارِ
- yurduna
- l-salāmi
- ٱلسَّلَٰمِ
- esenlik
- wayahdī
- وَيَهْدِى
- ve iletir
- man
- مَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilediği
- ilā ṣirāṭin
- إِلَىٰ صِرَٰطٍ
- yola
- mus'taqīmin
- مُّسْتَقِيمٍ
- doğru
Allah, cennete çağırır ve dilediğini doğru yola eriştirir. ([10] Yunus: 25)Tefsir
۞ لِلَّذِيْنَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌ ۗوَلَا يَرْهَقُ وُجُوْهَهُمْ قَتَرٌ وَّلَا ذِلَّةٌ ۗاُولٰۤىِٕكَ اَصْحٰبُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيْهَا خٰلِدُوْنَ ٢٦
- lilladhīna
- لِّلَّذِينَ
- kimselere vardır
- aḥsanū
- أَحْسَنُوا۟
- iyilik eden(lere)
- l-ḥus'nā
- ٱلْحُسْنَىٰ
- daha iyisi
- waziyādatun
- وَزِيَادَةٌۖ
- ve fazlası
- walā yarhaqu
- وَلَا يَرْهَقُ
- bürümez
- wujūhahum
- وُجُوهَهُمْ
- onların yüzlerini
- qatarun
- قَتَرٌ
- karalık
- walā dhillatun
- وَلَا ذِلَّةٌۚ
- ve aşağılık
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte bunlar
- aṣḥābu
- أَصْحَٰبُ
- ehlidirler
- l-janati
- ٱلْجَنَّةِۖ
- cennet
- hum
- هُمْ
- onlar
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- khālidūna
- خَٰلِدُونَ
- sürekli kalıcıdırlar
İyi davrananlara; daima daha iyisi ve üstünü verilir. Onların yüzlerine ne bir karalık, ne de zillet bulaşır. İşte onlar cennetliklerdir, orada temelli kalırlar. ([10] Yunus: 26)Tefsir
وَالَّذِيْنَ كَسَبُوا السَّيِّاٰتِ جَزَاۤءُ سَيِّئَةٍ ۢبِمِثْلِهَاۙ وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۗمَا لَهُمْ مِّنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ كَاَنَّمَآ اُغْشِيَتْ وُجُوْهُهُمْ قِطَعًا مِّنَ الَّيْلِ مُظْلِمًاۗ اُولٰۤىِٕكَ اَصْحٰبُ النَّارِ ۚهُمْ فِيْهَا خٰلِدُوْنَ ٢٧
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- kimselere gelince
- kasabū
- كَسَبُوا۟
- kazanan(lara)
- l-sayiāti
- ٱلسَّيِّـَٔاتِ
- kötülükler
- jazāu
- جَزَآءُ
- ceza verilir
- sayyi-atin
- سَيِّئَةٍۭ
- bir kötülüğe
- bimith'lihā
- بِمِثْلِهَا
- aynıyla
- watarhaquhum
- وَتَرْهَقُهُمْ
- ve bürür
- dhillatun
- ذِلَّةٌۖ
- bir aşağılık
- mā
- مَّا
- yoktur
- lahum
- لَهُم
- onlar için
- mina l-lahi
- مِّنَ ٱللَّهِ
- Allahtan
- min ʿāṣimin
- مِنْ عَاصِمٍۖ
- kurtaracak
- ka-annamā
- كَأَنَّمَآ
- gibidir
- ugh'shiyat
- أُغْشِيَتْ
- kaplanmış
- wujūhuhum
- وُجُوهُهُمْ
- yüzleri
- qiṭaʿan
- قِطَعًا
- parçalarıyla
- mina al-layli
- مِّنَ ٱلَّيْلِ
- bir gecenin
- muẓ'liman
- مُظْلِمًاۚ
- kapkaranlık
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- bunlar
- aṣḥābu
- أَصْحَٰبُ
- ehlidirler
- l-nāri
- ٱلنَّارِۖ
- cehennem
- hum
- هُمْ
- onlar
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- khālidūna
- خَٰلِدُونَ
- sürekli kalıcıdırlar
Kötülük işleyenlere kötülükleri kadar ceza verilir; onların yüzlerini zillet bürür; Allah'a karşı onları savunacak yoktur; yüzleri, geceden kara bir parçayla örtülmüş gibidir. Bunlar cehennemliklerdir, orada temelli kalırlar. ([10] Yunus: 27)Tefsir
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيْعًا ثُمَّ نَقُوْلُ لِلَّذِيْنَ اَشْرَكُوْا مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَاۤؤُكُمْۚ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَاۤؤُهُمْ مَّا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُوْنَ ٢٨
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve o gün
- naḥshuruhum
- نَحْشُرُهُمْ
- onları biraraya toplarız
- jamīʿan
- جَمِيعًا
- tümünü
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- naqūlu
- نَقُولُ
- deriz
- lilladhīna
- لِلَّذِينَ
- kimselere
- ashrakū
- أَشْرَكُوا۟
- ortak koşan(lara)
- makānakum
- مَكَانَكُمْ
- (haydi) yerlerinize!
- antum
- أَنتُمْ
- siz
- washurakāukum
- وَشُرَكَآؤُكُمْۚ
- ve ortak koştuklarınız
- fazayyalnā
- فَزَيَّلْنَا
- böylece ayırırız
- baynahum
- بَيْنَهُمْۖ
- onları birbirlerinden
- waqāla
- وَقَالَ
- ve (şöyle) derler
- shurakāuhum
- شُرَكَآؤُهُم
- koştukları ortaklar
- mā kuntum
- مَّا كُنتُمْ
- siz değildiniz
- iyyānā
- إِيَّانَا
- bize
- taʿbudūna
- تَعْبُدُونَ
- ibadet ediyor
Onların hepsini bir gün toplarız, sonra, puta tapanlara, "Siz ve putlarınız yerlerinize! deyip onları birbirlerinden ayırırız. Putları ise: "Bize tapmıyordunuz ki. Allah, sizinle bizim aramızda şahit olarak yeter. Sizin tapınmanızdan bizim haberimiz yoktu" derler. ([10] Yunus: 28)Tefsir
فَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهِيْدًاۢ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغٰفِلِيْنَ ٢٩
- fakafā
- فَكَفَىٰ
- şimdi yeter
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah
- shahīdan
- شَهِيدًۢا
- şahit olarak
- baynanā
- بَيْنَنَا
- aramızda
- wabaynakum
- وَبَيْنَكُمْ
- ve sizin aranızda
- in
- إِن
- şüphesiz
- kunnā
- كُنَّا
- biz idik
- ʿan ʿibādatikum
- عَنْ عِبَادَتِكُمْ
- sizin tapınmanızdan
- laghāfilīna
- لَغَٰفِلِينَ
- habersiz
Onların hepsini bir gün toplarız, sonra, puta tapanlara, "Siz ve putlarınız yerlerinize! deyip onları birbirlerinden ayırırız. Putları ise: "Bize tapmıyordunuz ki. Allah, sizinle bizim aramızda şahit olarak yeter. Sizin tapınmanızdan bizim haberimiz yoktu" derler. ([10] Yunus: 29)Tefsir
هُنَالِكَ تَبْلُوْا كُلُّ نَفْسٍ مَّآ اَسْلَفَتْ وَرُدُّوْٓا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰىهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَّا كَانُوْا يَفْتَرُوْنَ ࣖ ٣٠
- hunālika
- هُنَالِكَ
- işte orada
- tablū
- تَبْلُوا۟
- hesabını verir
- kullu
- كُلُّ
- her
- nafsin
- نَفْسٍ
- can
- mā aslafat
- مَّآ أَسْلَفَتْۚ
- önceden işlemiş olduğunun
- waruddū
- وَرُدُّوٓا۟
- ve döndürülmüşlerdir
- ilā l-lahi
- إِلَى ٱللَّهِ
- Allah'a
- mawlāhumu
- مَوْلَىٰهُمُ
- mevlaları olan
- l-ḥaqi
- ٱلْحَقِّۖ
- gerçek
- waḍalla
- وَضَلَّ
- ve kaybolmuştur
- ʿanhum
- عَنْهُم
- kendilerinden
- mā
- مَّا
- şeyler ise
- kānū
- كَانُوا۟
- oldukları
- yaftarūna
- يَفْتَرُونَ
- uyduruyor(lar)
İşte orada herkes dünyada yapmış olduğuyla imtihan verir ve gerçek Mevlaları olan Allah'a döndürülür. Uydurdukları putlar da ortadan kaybolmuştur. ([10] Yunus: 30)Tefsir